Kıbrıs kahramanı tarihçi E. Kurmay Albay Oğuz Kalelioğlu: 29 Ekim rejimin ilanı değil, kur tuluşun adıdır!
Cumhuriyet ekonomide de büyük atılım yapmıştır. Ekonomik kalkınmanın formülü; 'Denk bütçe + sağlam para' idi. Bütçe daima denk, bazen fazla veriyordu. Osmanlı'nın borçları 1954 yılına kadar ödendi. Bütün dünya Atatürk dönemini 'ekonomi mucizesi' diye kabul etmiştir.
Cumhuriyetin ilan edilişinin 99. yıl dönümünü yaşıyoruz. 100’e bir kaldı. Emperyalist işgale karşı verilen büyük bir halk mücadelesiyle kurulan Cumhuriyet’e silahla hizmet eden, Kıbrıs’ımızı vatan toprağına katarken kahramanca Mağusa Kalesini savunan Gazi Kurmay Albay Doç. Dr. Oğuz Kalelioğlu ile konuştuk. Kalelioğlu ayrıca akademisyen bir aydın. Ufuk Üniversitesi İnkılap Tarihi Bölüm Başkanlığını kurdu ve 12 sene başkanlık yaptı. Gazi Üniversitesi’nde “Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi” dersleri verdi. Kalelioğlu, “29 Ekim sadece bir rejimin ilanı değil, bir kurtuluşun, ilim ve çağdaşlık alanında büyük bir aydınlanmanın başlangıcıdır.” diyor.
İKİ DEVRİMİN DE KADROLARI AYNI
- 1908 Meşrutiyet Devriminden 1920 Cumhuriyet Devrimine, arada 12 yıl var. Bu süreci nasıl değerlendirmeliyiz?
1908'de II. Abdülhamit devrinde ilan edilen II. Meşrutiyet, Padişahın istibdat yönetimine karşı Cumhuriyete giden yolda atılan ilk adım idi. 1920'de TBMM'nin açılması aslında adı konmadan Cumhuriyet rejiminin başlangıcıdır. Yani 1908 Meşrutiyeti ve 1920 Meclisin açılışı birbirinin devamıdır. II. Meşrutiyeti ve 1920 devrimini yapan kadro aynıdır.
Meşrutiyet idaresi her ne kadar Cumhuriyete giden bir adım olsa da Padişah'ın mutlak idaresi geçerliydi ve Meclisi feshetme yetkisi vardı. Nitekim 1876'da ilan ettiği I. Meşrutiyeti, II. Abdülhamid bir yıl sonra feshetti. Aynı şekilde Padişah Vahdettin de 21 Aralık 1918'de Meclis-i Mebusan’ı feshetti.
1908 Meşrutiyeti'nin amacı yıkılmakta olan İmparatorluğu kurtarmak ve hürriyeti getirmekti. 1920'de kurulan TBMM'nin ise halk iradesini hâkim kılmak ve Millî Mücadeleyi bütün dünya gözünde meşrulaştırmaktı... 1920’de kurulan TBMM bir kurucu meclis idi. Hem Kurtuluş Savaşı'nı yönetti onun komutanlarını tayin etti hem de yeni Türk devletinin kuruluşunu gerçekleştirdi.
1908'den 1920'ye kadar geçen 12 yılın değerlendirmesine gelince; bu dönem İttihat ve Terakki Partisi'nin hâkim olduğu Trablusgarp, Balkan Harbi ve I. Dünya Harbi dönemidir. Balkan Harbi yenilgisinden yani 1913'ten sonra bütün yetkileri eline alan, başta Enver Paşa olmak üzere İttihatçı yönetim dönemidir.
Alman harp ve harekât planlarına bağlı kalan İttihat ve Terakki iktidarı ve onun komuta heyeti Osmanlı devletini I. Dünya Harbinde ağır bir mağlubiyete uğratmış ve 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesini (Ateşkesi) imzalayan Osmanlı, kendisini tarihten fiilen silmiştir. İttihat ve Terakki yöneticileri ülkeyi terk etmişler ve ülke galipler tarafından işgal edilmiştir. Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919'da Samsun’a çıkarak Millî Mücadeleyi başlatmıştır.
TOPLUMA YENİDEN CAN VERDİ
- Samsun’a çıkan Mustafa Kemal hangi formülü yarattı. Halkı nasıl seferber etti?
Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale kara savaşlarının en başarılı komutanı idi. İngilizleri denize döken, Payitahtı kurtaran, “Anafartalar Kahramanı” olarak bütün yurtta tanınıyor ve kendisine güven duyuluyordu.
Filistin cephesindeki ağır yenilgiden komutanı olduğu 7. Ordusunu kurtaran ve bütün cepheyi Halep'in kuzeyine çeken, Anadolu'yu istila etmek isteyen İngiliz taarruzlarını bu hatta durduran komutandı. Yıldırım Ordular Komutanı olarak Adana'dan İstanbul'a trenle gelerek Haydarpaşa Garında indiğinde, silah ve mühimmatını teslim etmek üzere cephelerden gelen binlerce asker gördü. Bir subay; “Dikkat Mustafa Kemal Paşa!” diye bir komut verince, her cepheden gelen bütün askerler selam durdu.
M. Kemal Paşa, subayın elini sıkarak “Hangi cephede beraberdik?” diye sordu. Subay “Anafartalar'da Paşam” dedi. M. Kemal Paşa subayın kulağına “Emir geçir. Kimse silah ve mühimmat teslim etmesin, emir beklesin.” dedi. Garın kapısında silahları teslim almak için bekleyen işgal güçlerine rağmen emir fısıltı halinde kulaktan kulağa yayıldı ve kısa sürede gar boşaldı. Millî Mücadele başlarken silahını kapan Mehmetçik göreve geldi. İşte M. Kemal Paşa’nın formülü önce bu idi. Kendini cephelerde kabul ettirmiştir.
İkinci formülü; “Ya istiklâl ya ölüm” parolası idi. Yüksek ikna gücü ile bitmiş ve tükenmiş bir topluma yeniden can verdi. Elde para yok, yetkiler alınmış hatta idama mahkûm edilmişti. Kongrelerle halka gerçekleri gösterdi ve halkı organize etti. İç isyanlar, ihanetler, padişah ve hükümeti ile düşmanların işbirliğine rağmen başardı, milli orduyu kurarak düşmanları yendi ve tam bağımsız ulusal bir devlet kurdu.
'HALK GERÇEK KURTULUŞUN KOMUTANINI GÖRDÜ'
- Padişahsız, halifesiz bir Millî Mücadele. Kral çıplak denilecek bir halk hareketi. Bunu nasıl başardık?
Osmanlı devleti kuruluş ve yükselme devirlerinde Türk devletlerinin kuruluş felsefelerine bağlı idi. Yavuz Sultan Selim, 1517'de Hilafeti getirince Araplar Hilafet Türklere geçemez diye kabul etmediler. Yavuz da bütün İslam ülkelerinden getirdiği ve altınla maaş verdiği Arap ulemasını İstanbul'a yerleştirdi. Arap ulemaları altınları alınca Yavuz'un Halifeliğini kabul ettiler. Halifelik aslında dini bir makam değil siyasi bir makamdır. Halifelik yetkisini en fazla öne çıkaran padişah II. Abdülhamit’tir.
Tarikat ve cemaat şeyhlerine altın ve büyük paralar vererek kendisine bağladı. Abdülhamit'in iki amacı vardı; Bir, hürriyet taraftarı ordunun, kendisine karşı yapacakları bir hareketi, dindarları kullanarak önlemek (İçerdeki amacı idi). İki, İngiltere, Fransa ve Rusya gibi Müslüman ve Türk sömürgeleri olan ülkelere gözdağı vermek ve benim iç işlerime karışırsanız halifelik yetkisini kullanarak isyanlar çıkartırım, kozunu kullanmak.
Ancak I. Dünya Harbinde Padişah Sultan Reşat'ın ilan ettiği “Kutsal Cihat” hiçbir fayda sağlamadığı gibi, Mekke Şerifi yapılan Hüseyin, İngilizlerle işbirliği yaparak 2 Haziran 1916’da isyan etmiş, Mekke ve Medine’yi savunan Türk askerini arkadan vurmuştur. I. Dünya Harbini acı bir şekilde yaşayan ve Arap ihanetini gören Anadolu halkı artık Halifenin boş bir unvan olduğunu anlamıştır. İhanet eden bir padişah ve halife yerine gerçek kurtuluşun M. Kemal Paşa’da olduğunu görmüştür.
TARİH SEÇİMİ MONDROS'A YANIT
- Niçin 29 Ekim olmuş da başka bir tarih seçilmemiş, tarihte bunun bir anlamı var mıdır?
Evet büyük bir anlamı var. Aslında Cumhuriyet idaresi TBMM’nin açıldığı 23 Nisan 1920’de fiilen başlamıştı. Kurtuluş Savaşını da TBMM sevk ve idare etmiştir. Ancak savaşlar kazanıldıktan, Lozan Barışı imzalandıktan sonra 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet hukuken ilan edilmiştir. Fahrettin Altay, M. Kemal Paşa’ya “Niçin başka bir gün değil de 29 Ekim” diye soruyor. M. Kemal Paşa, “Düşmanlarımız Mondros Mütarekesini 30 Ekim’de imzalatarak bizim yok olacağımızı zannettiler, biz ise onlardan bir gün önce yeniden var olduğumuzu göstermek için bugünü seçtik” demiştir.
Cumhuriyet her şeyden önce halkı padişahın kulu, kölesi olmaktan çıkartmış, kanun önünde hak sahibi vatandaş yapmıştır. Halkı ümmet olmaktan millet konumuna yükseltmiştir.
- Cumhuriyetin ekonomiye de katkısı olmuş mudur?
Evet, hem de bütün ekonomistlerin “mucize” diye tanımladıkları bir ekonomik patlama Cumhuriyetle ülkemize gelmiştir. Atatürk, 17 Şubat 1923’te İzmir İktisat Kongresinde; “Tam bağımsızlık milli bir iktisatla olur. Yeni Türkiye devleti iktisadi bir devlet olacaktır” demiştir. Cumhuriyetin ekonomik kazanımları özetle şunlardır;
1. Kapitülasyonların kaldırılması.
2. Millileştirmelerin yapılması.
3. Aşarın kaldırılması.
4. Bankaların kurulması.
5. Fabrikaların açılması. 35 fabrika açılmıştır.
Ekonomik kalkınmanın formülü; 'Denk bütçe + sağlam para' idi. 1 dolar, 90 kuruş idi. Bütçe daima denk bazen fazla veriyordu. Osmanlı'nın borçları 1954 yılına kadar ödendi. Bütün dünya Atatürk dönemini, “Ekonomi mucizesi” diye kabul etmiştir.
40 BİN KİŞİYE BİR DOKTOR DÜŞÜYORDU!
- Cumhuriyet hedefine ulaştı mı? 100 yaşa giriyoruz. O günden bugüne ne yaptık?
1923'te Cumhuriyet kurulunca durum neydi; Nüfus 13 milyon civarıydı. 11 milyon kişi köyde yaşıyordu. 40 bin köy vardı, 38 bininde okul yoktu. Traktör yoktu. Karasaban vardı. Erkeklerin çoğu şehit olduğu için kadınlar tarlayı sürüyorlardı. 5 bin köyde sığır vebası vardı. Hayvanlar kırılıyor, insanlar ölüyorlardı. 2 milyon kişi sıtma,1 milyon kişi frengiydi, verem, tifüs, tifo salgını vardı. 3 milyon kişi trahomluydu. Bebek ölüm oranı yüzde 48'di. Yani, her doğan iki bebekten biri ölüyordu.
Memlekette sadece 337 doktor vardı. 40 bin kişiye bir doktor düşüyordu. Sadece 60 eczacı vardı; 8'i Türk'tü. Diş hekimi yoktu. 40 bin köyde sadece 136 ebe vardı. Ortalama ömür 40'tı. Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye'de; yanmış bina sayısı 115 bin, hasarlı bina sayısı 12 bindi. Ülkeyi yeniden inşa etmek gerekiyordu, kiremit bile ithaldi. Limanlar, madenler, demiryolları yabancıya aitti. Toplam sermayenin sadece yüzde 15'i Türk'tü. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e miras kalan 4 fabrika vardı. Hereke ipek, Feshane yün, Bakırköy bez, Beykoz deri... Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus'ta vardı.
AYNI ZAMAN DİLİMİNDE FARKLI AYLARDA YAŞIYORLARDI
Sanat; tiyatro yok, müzik yok, resim yok, heykel yok, spor yoktu. Arkeolojik eserler öyle gizli saklı değil, padişahların hediyesi olarak trenlerle çalınmıştı.
Saat, takvim ve ölçüler; kimisi alaturka saati kullanıyor, güneşin battığı anı 12.00 kabul ediyordu, kimisi zevali saati kullanıyor, güneşin en tepede olduğu anı 12.00 kabul ediyordu. Kimisi hicri takvim kullanıyordu, kimisi Rumi takvim kullanıyordu. Kimisinin Şubat'ı, kimisinin Aralık'ına denk geliyordu. Herkes aynı zaman dilimindeydi ama, farklı aylarda yaşıyordu!
Dirhem, okka, çeki vardı. Arşın, kulaç, fersah vardı. Ne ağırlığımız dünyaya ayak uydurabiliyordu ne de uzunluğumuz... Ölçülerimiz Orta Çağ idi.
KADINLARIN BİNDE 4'Ü OKUMA YAZMA BİLİYORDU
Erkeklerin sadece yüzde 7'si, kadınların sadece binde 4'ü okuma yazma biliyordu. Okuryazar erkeklerin çoğunluğu subay veya gayrimüslimdi. Okul yaşı gelen her 4 çocuktan 3'ü okula gitmiyordu. Toplam 4 bin 894 ilkokul, 72 ortaokul, 23 lise vardı. Öğretmenlerin üçte birinin öğretmenlik eğitimi yoktu. Tek üniversite vardı. Darülfünun medreseden halliceydi. (243 Müderris- Prof., Doç. Yapılan sınavda sadece 3’ü yeterli görülmüştü. Hiçbirinin kitabı ve ilmi bir makalesi yoktu.)
Ülke bilimden çok uzaktı. Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca kelimeler Levanten terimler dilimizi istila etmişti. Karşılıklı sesli-sessiz harfleri olmayan Arapçayla Türkçe yazmaya çalışıyorlardı. Avrupa’da 1430’da bulunan matbaa 3 asır sonra 1730’da Osmanlı devletine dini kitaplar basılmama şartı ile sokulabilmiştir. Voltaire bir kitabında şu ağır tespiti yapmıştı: “İstanbul'da bir yılda yazılanlar, Paris'te bir günde yazılanlardan azdır!”
İFLAS KARARNAMESİ
Osmanlı devletinin bıraktığı ekonomik tablo ise felaketti; 1881 yılında Osmanlı devleti Muharrem Kararnamesini imzalayarak adeta iflasını kabul etti. Ödeyemediği borçları için yabancıların gelip tahsil etmelerini fiilen kabul etti. Kurulan “Duyun-u Umumiye”nin ve Reji idaresinin 7 bin silahlı tahsildarı köylere gidiyor üretilen ne varsa el koyuyor ve devletin bir yıllık geliri olan 7 milyon altının 6 milyon altınını yurt dışına götürüyordu. Karşı geleni tarlasında kurşuna diziyordu. Bu şekilde 20 bin kişi hayatını kaybetmişti. Ülkedeki bütün demiryolları ve madenler yabancıların elinde idi. Osmanlı devletinin hiçbir sanayi tesisi yoktu.
YENİ FİKİR VE İDEAL
29 Ekim sadece bir rejimin ilanı değil, bir kurtuluşun, ilim ve çağdaşlık alanında büyük bir aydınlanmanın başlangıcıdır. Alman filozof İmmanuel Kant diyor ki; “Aydınlanma insanın kendi iradesi ile bağnazlıktan, dinin hurafelerinden kendini kurtarmasıdır.”
Cumhuriyetin fikri, Osmanlı devletini yıkan hurafelerden, bağnazlıktan kurtarmış yeni bir fikir ve ideal ile yeni bir anlayış getirmiştir.