Kıbrıs'ı dünyaya denizden açalım

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)'nin münhasır bir devlet olarak dünyaya tanıtılması, ekonomik olarak büyük getiriler sağlayabilir. Bunun için ada devletlerinin ana geliri olan denizcilik faaliyetleri, Kıbrıs'ta hızla geliştirilmelidir…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 19-20 Temmuz'da gerçekleştirdiği KKTC ziyareti sırasında açıkladığı müjde, iki toplumda da hayal kırıklığı yarattı. Kıbrıs Türk halkı münhasır bir devlet olarak tanınma konusunda destek beklerken, şapkadan Lefkoşa'ya 'külliye' çıktı. Külliye müjdesiyle birlikte, KKTC'nin tanınma isteğinin yanında öncelikli ihtiyaçları da tartışılmaya başlandı. Uzmanlar ekonomik bağımsızlığın siyasi bağımsızlığı pekiştirdiğini belirterek, KKTC'ye yapılacak yardımların kalıcı bir ekonomik sisteme destek olması gerektiğini vurguluyor. Bu noktada dünyadaki pek çok ada devletinin ana gelir kaleminin denizcilik ve turizm olduğu belirtiliyor. Ambargolar nedeniyle denizcilikten adeta soyutlanan Kıbrıs Türkleri'nin ise yeniden sahaya çıkması için bazı altyapı yatırımları gerekiyor. Bunun yanında ülkenin sadece tanınması ile milyarlarca dolarlık iş sektörleri oluşabileceği görülüyor. İşte KKTC'yi kalkındırmanın en basit ve kalıcı yolları...

DENKTAŞ: DENİZE DÖNMELİYİZ

KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş, 1998 yılında düzenlenen “Birinci Denizcilik Şurası”nda şu ifadeleri kullanıyor:

“Özgürlük, Kıbrıs Türkü’ne denizden gelmiştir. Kıbrıs Türk halkı bunu bilir ve denizi çok sever. Denizden gelen özgürlükle, çok şükür kurtuluş mücadelemizi tamamladık, devletimizi kurduk. Şimdi ekonomik ve sosyal kalkınmamızı hızlandırmak için yeniden denize dönmeliyiz.”

Kahraman devlet adamı Denktaş'ın bu vizyonu, aslında KKTC'nin geleceğini çizen bir rotayı işaret ediyor. Günümüzde ada ülkelerinin ekonomileri de güvenliği de denizlere dayanıyor. Malta, Güney Kıbrıs, Bahama, Singapur, Japonya gibi ada devletlerini incelediğimizde, denizcilik sektörüne verdikleri önem sayesinde büyük katma değer sağladıkları görülüyor. Bu ülkelerin denizcilik alanında yürüttükleri faaliyetlerin başında ise 'Uluslararası Gemi Sicili' ve 'Konteyner Aktarma' faaliyetleri yer alıyor. Yeni Deniz Mecmuası'ndan Enver Yetkili'nin aktardığı bilgilere göre; Malta 2017'de sadece 'Uluslararası Gemi Sicili' faaliyetlerinden 1.75 milyar dolar hizmet geliri sağlamış. Bu miktar Malta'nın Gayri Safi Milli Hasıla'sının (GSMH) yüzde 14’üne denk gelirken, KKTC'nin GSMH'sının yarısı demek oluyor. Malta'nın Konteyner Aktarma faaliyetlerinden geliri ise yıllık 250 milyon doların üzerinde. Bunlara bir de navlun gelirleri eklendiğinde; denizcilik gelirleri ülkenin temel geçim kaynağına dönüşüyor.

KKTC NEDEN BU FAALİYETLERİN DIŞINDA?

Bugün Rumlar da Gemi Sicili faaliyetlerinden yılda 2 milyar dolar gelir elde ediyor. Bu miktar Rumların GSMH'sının yüzde 7'sine denk geliyor. KKTC'nin benzer faaliyetlerden hizmet geliri ise yok denilecek kadar az.

Halbuki 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra, iki toplumun müşterek yönetiminde bu faaliyetler planlanmıştı. İki toplumun yönetiminde 1963 Haziran’ında, gemi kaydı, satış ve ipoteklerinin düzenlendiği 45/1963 sayılı Deniz Ticaret Yasası yürürlüğe girdi. Bugün de iki taraf aynı yasayı kullanmaya devam ediyor. Deniz Ticaret Yasası, uygun vergi düzenlemeleriyle birlikte yabancı gemilerin de kaydolmasına izin veren bir Açık Gemi Sicili olduğu için, dünya gemileri adaya oldukça ilgi gösteriyor. Fakat KKTC henüz tanınmamış olmanın dezavantajı nedeniyle, Açık Gemi Sicili faaliyetlerinden hiç pay alamıyor.

Bu noktada Kıbrıs Türk denizcilik ve limancılık faaliyetlerinin gelişmesine engel teşkil eden iki önemli uluslararası karar bulunuyor:

1) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 4 Mayıs 1964 tarih ve 186 sayılı kararı ile GKRY’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” statüsü ile karara dahil edilmesi ve Barış Harekatı’ndan sonra bu statünün devam ettirilmesi.

2) GKRY’nin tek taraflı olarak AB üyeliğine “Kıbrıs Cumhuriyeti” statüsü ile alınması.

Bu iki karar nedeniyle KKTC, başta “Gemi Sicili” faaliyetleri olmak üzere “Deniz Yetki Alanları” ve “Denizde Arama Kurtarma Sorumluluk Alanı” gibi konularda ciddi sorunlar yaşıyor.

RUMLAR DENİZCİLİĞİ PARSELLEDİLER

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ise arkasına AB ve ABD'yi de alarak Kıbrıs Türkleri'ni denizlerden adeta soyutladı. Önce KKTC limanları 'Kapalı Liman' ilan edilerek buraya uğrayan gemilere cezalar kesildi, ardından 'Kıbrıs Cumhuriyeti' statüsüyle tüm deniz işleri güneyin tekeline verildi. Deniz Mecmuası, 2014 verilerine göre Güney Kıbrıs’ta 150 kadar Gemi Yönetim Merkezi bulunduğunu aktarıyor. Bu merkezlerde 9 bin kişi istihdam edilirken, GKRY bandıralı gemilerde ise 55 bin personel çalışıyor. Rum ticaret filosu 2021 itibarıyla dünya tonaj sıralamasında 11. sırada yer alıyor. AB de ise Yunanistan ve Malta’nın ardından 3. sıradalar. Türkiye'den tam 4 kat fazla gemileri var. Yılda 4 bin gemi limanlarına uğruyor, 200 bin yolcu ile 6.5 milyon ton yük getirip götürüyorlar. KKTC'nin yıllık balık üretimi 500 ton iken, Rum kesiminin yılık üretimi 3 bin tona ulaşıyor.

ALTYAPI YATIRIMLARINA ÖNCELİK

Kıbrıs Türkleri'nin KKTC'nin tanınmasıyla birlikte Gemi Sicili gibi faaliyetlerden faydalanabileceği değerlendirilirken, Koyteyner Aktarma işleri için öncelikle bazı altyapı yatırımlarının yapılması gerekiyor. Bunun için Kıbrıs'a bir derin deniz limanı inşa edilmesi, kargo kapasitelerinin genişletilmesi, entegre taşımacılığın geliştirilmesi, bakım-onarım faaliyetleri için kapsamlı bir tersanenin kurulması gibi adımlar yer alıyor. Kimi uzmanlar KKTC'yi “Kuşak-Yol” projesine dahil etmenin mümkün olduğunu belirterek, buna uygun yatırımlara öncelik verilmesini istiyor. Türkiye ile KKTC arasında imzalanacak bir ‘Deniz Yetki Alanlarını Ortak Kullanma Anlaşması’nın ise ülkenin etki alanını genişleteceği belirtiliyor.

En nihayetinde denizcileşen bir KKTC kalkınacak.

Ekonomik bağımsızlık siyasi bağımsızlığı destekleyeceği gibi, siyasi bağımsızlık da ekonomik faaliyetlerin önünü açacak.

KKTC'nin potansiyeli ortada. Yeter ki biz doğru hamleler yapalım.

MARAŞ AÇILIMI RUMLARA PEŞKEŞ Mİ?

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın KKTC ziyaretinin asıl müjdesi ise Maraş konusundaki ifadeleri oldu. Erdoğan, “Mülkiyet haklarına riayet edilerek yürütülen çalışmalar ışığında artık Maraş'ta herkesin yararına olacak yeni bir dönemin kapıları açılacaktır’’ dedi. Maraş’ın statüsünde yapılacak değişikliğe ilişkin bilgi veren KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ise kentin yüzde 3.5’lik kesiminin Taşınmaz Mal Komisyonu aracılığıyla mal sahiplerine iade edileceğini söyledi. Bu açıklamaların ardından bölgenin Rumlara peşkeş çekileceğine yönelik bazı iddialar ortaya atıldı. Halbuki Ersin Tatar'ın çağrısı, 1977'den bu yana tekrarlanan 10. çağrı oldu. Türk tarafı, Maraş'ın mülkiyeti konusunda herhangi bir tartışmaya girmezken, bu bölgede Rumlar tarafından inşa edilen yapılarla ilgili hak sahiplerine adil şekilde davranılacağını açıkladı. Toprak konusunda ise Türk tarafının tezi şöyle:

  • 1878’de İngilizler Ada’yı gaspettiği zaman, Kıbrıs Adası’ndaki Osmanlı Vakıf Malları Ada’nın yüzde 80’i büyüklüğündeydi. Kalanı da dağlar, nehirler, ovalar ve meralardı. Yani Kıbrıs’ın yüzde 100’ü Osmanlı malıydı.
  • İngiliz gaspından sonra 1905’te Rumlar ‘güvenilir kişi’ olarak devlet dairelerine yerleştirilmeye başlandı ve Larnaka’ya kadar tapular değiştirilerek vakıf malları yağmalandı. 1915’te de İngilizler Ada’ya el koyunca emirnameler çıkartarak vakıf mallarını sattılar.
  • Kapalı Maraş bölgesi 3 vakfa aittir. Kütükleri Lala Mustafa Paşa Vakfı, Abdullah Paşa Vakfı ve Bilal Ağa Vakfı’nın elindedir.
  • Bu vakıflar mülhak vakıftır. Malul Hak manasındadır. Yani Allah’a vakfedilmiştir. Hediye edilemez, satılamz, hiçbir işlem yapılamaz.
  • Mağusa Kaza Tapu Dairesi’ne ait Maraş kütükleri, 1990’larda Mağusa’da bir otelin deposunda bulunmuş, kaçırıp yok etmek isteyen Rumlar da yakalanmıştır. Tüm belgeler mahkemeye sunulmuş ve vakıf malı olduğu teyit edilmiştir.
  • 2002 yılında Lala Paşa Vakfı’nın, 2005 yılında da Abdullah Paşa Vakfı’nın tespit kararları çıkmıştır. Mağusa Kaza Mahkemesi de söz konusu vakıfların gaspedildiğine hükmederek, Ahkamul Evkaf Prensipleri’ne göre ilgili bölgelerin vakıflara ait olduğuna karar vermiştir.
  • Türkiye’den giden bir heyet de 1571’den 1974’e kadar bütün vakıf malları masaya yatırmıştır. 2 bin 443 kütük defteri, 13 bin dosya ve 8 milyon belge incelenerek dijital ortama geçirilmiştir. Bu incelemelerden 20 milyon veri çıkarılmıştır. Toplam büyüklüğü 1744 GB’tır. Bu çalışma sonucu 424 bin belge ve binlerce fotoğraf kayıt altına alınmıştır. Yani Maraş başta olmak üzere Kıbrıs'ın her karışına ait belgeler Türk tarafının elinde mevcuttur.
  • Mülkiyet konusu mahkeme kararıyla teyit edilmiştir. Fakat Rumların yıllar içinde bu bölgede yaptığı binalar bulunmaktadır. Türk tarafı tapularını göstermek suretiyle Rumlara bu işletmeleri çalıştırma çağrısı yapmaktadır. Gerekirse bedeli ödenmek suretiyle bu yapılar devralınacaktır.
Sonraki Haber