Kimi filozof oluyor kimi şaşkın

Astronotlar, ölüm tehdidi altında bile sükunetini muhafaza edebilen ve paniğe kapılmayan insanlar arasından seçiliyor. Emekli Hava Albay, psikiyatrist Prof. Dr. Muzaffer Çetingüç, uzayda uzun süre kalacak olanlara psikologlar nezaretinde nasıl aylarca tecrit hayatı yaşatıldığını anlattı...

“Dünyada hepimiz sohbet ortamlarında neşeliyiz, yerine göre cesuruz… Her şey yolundayken psikolojimiz daha iyidir. Ama uzaya çıktığınız zaman, yerçekimsiz daracık bir kapsülde yalnız kaldığınız, ölümcül tehlikelerle baş başa olduğunuz zaman iş değişir.

“Uzay aracında diyelim bir arıza oldu, yaşandı da bu, Apollo 13 dönemeyecek duruma geliyor, oksijen, enerji ve su yetersizliği ile soğuk yüzünden astronotlar ciddi yaşamsal riske giriyor, son anda kurtarıyorlar, dünyaya güç bela dönüyorlar. 1970 yılındaki bu kritik olayda astronotun yer merkezine ilettiği mesaj, 'Houston Bir Sorunumuz Var' şeklinde idi ve bu cool sözler aforizma gibi dolaşıma girmişti… Bu gibi durumlarda sıradan insanlar paniğe kapılır, çılgınca davranabilir, yanlış hareketler yapabilir.

“İşte bu nedenle astronotlar seçilirken, psikolojik ve bedensel dayanıklılık anlamında 'resilience' kavramına çok önem veriliyor. Ölüm korkusu, ölüm tehdidi altında bile dengesini koruyup paniğe kapılmayan insanlar seçiliyor. Komandolarda da bu özellik aranır."

Yukarıdaki sözler, Emekli Hava Albay, psikiyatrist Prof. Dr. Muzaffer Çetingüç’e ait. Aynı zamanda Havacılık ve Uzay Derneği başkanlığını sürdüren Çetingüç ile söyleşimizin ikinci bölümünde uzayda insan psikolojisini, astronot psikolojisini konuştuk.

ANTARTİKA’DA, NÜKLEER DENİZALTINDA…

Astronotlar seçilirken birçok testten geçiyor da en zoru psikolojik durumlarını ölçmek mi acaba?

1960’lı, 70’li yıllarda astronotlar hep bedensel sağlamlıklarına göre, özellikle seçkin jet pilotları arasından seçiliyordu. Savaş pilotları, zaten uçakla çok yüksek irtifalara çıkıyorlar, ölümcül durumlarla sık sık karşılaşıyorlar, tehlikelere karşı dayanıklı, cesur, soğukkanlı insanlar. Bu insanlarda ölüm korkusu, panik gibi tepkiler çok daha az.

Yerde çeşitli psikolojik testlere tabi tutuluyorlar. Uzaya çıkacak olan astronotları Antartika'ya götürüyorlar, oradaki bir istasyonda altı ay boyunca kalıyorlar. Düşünün, gece gündüz ayrımı yok, her taraf alabildiğine bembeyaz kar, yediğiniz şeyler monoton, sosyal ilişkileriniz kısıtlı, ailenizden sevdiklerinizden ve yaşam alışkanlıklarınızdan çok uzaktasınız... Orada kalış, psikologlar nezaretinde oluyor, davranış bozuklukları gözleniyor, not ediliyor.

İkincisi, nükleer denizaltılarda, gene böyle uzun süreli, aylarca kapalı, istiflenmiş raflar gibi yerlerde yatılan daracık ortamda yaşamaya dayanabiliyorlar mı? O ortamlarda kişiler arası uyum testleri yapılıyor, bencillik, narsisizm, panik, vs. açısından izleniyorlar. Her aşamada psikolojik testler uygulanarak kişide bir paranoya gelişiyor mu, yalnızlık koşullarında, zor koşullarda stres toleransı azalıyor mu, depresyon gelişiyor mu, bunlar da test ediliyor. Buralardan sağlam çıkanlar uzaya gönderiliyor.

Chris Hadfield

UUİ’YE MATKAPLA DELİKLER AÇMIŞ!

Uzayda ciddi bir psikolojik sorun durumunda çözümsüzlük mü söz konusu?

Tabii. Müdahale edecek bir uzman yok. Aynı kapsül içinde iki, dört veya altı kişi, bir tanesinin çıldırdığını düşünün, onu zapt etmek müthiş bir zorluk.

Uzayda bazı olaylar var ama anekdot düzeyinde. Rapor fazla tutulmamış. Serena Chancellor adlı bir NASA astronotu, aynı zamanda hekim. Rusların iddiasına göre ruhsal çöküntü yaşamış, Uluslararası Uzay İstasyonu’na (UUİ) matkapla 2 milimetre genişliğinde delikler açmış. 2018 yılında oluyor, Amerikalılar yalanlıyor ama literatüre girmiş vaziyette bu olay.

Neil Armstrong

TELSİZ BAĞLANTISINI GÜNLERCE KAPATIYOR

Bilim ve Ütopya dergisinde yayımlanan yazınızda bir günlükten bahsediyorsunuz, intihar ve cinayet sözlerinin geçtiği bir günlük.

Şöyle demiş, bir Rus kozmonot: eğer bir intihar veya cinayet yaratmak istiyorsanız iki kişiyi dar bir alana kapatın, bekleyin, bunlar birbirini ya öldürürler ya intihar ederler… Kapalı ve kısıtlı alanda kalmanın psikolojiyi bu kadar derinden bozabileceğini ifade ediyor. Belli ki bunu ya kendisi hissetti ya yanındakilerde böyle bir eğilim gözlemledi. Ancak bugüne kadar böyle bir eylem ya da olay yok.

Amerikalıların da Rusların da başına gelen bir şey var: astronot telsiz bağlantısını 24 saat veya 48 saat kapatıyor. Dünyada asla yapmayacağı bir şey. Astronot statüsü kazanmış seçkin bir insan o koşullarda böyle bir kırılmaya girebiliyor. İki astronot, aracın içinde, birbiriyle hiç konuşmuyorlar mesela, günlerce hatta haftalarca. Halbuki her an irtibatta olmaları lazım.

Bunlar astronotların psikolojik kırılma yaşayabileceklerinin örnekleri.

GEZERAVCI, ÇOK DENGELİ PSİKOLOJİSİNİ ASLA BOZMAZ

Yeryüzüne döndükten sonra psikolojik sorunlar yaşıyorlar mı?

Bazılarında ‘Piyango kazanıp eşini boşayanlar’ benzeri sorunlar gözlenmiş. Döndükten sonra her gün televizyonlarda, konferanslara katılıyor, paralar alıyor. Biliriz ki şöhret bazı insanlarda negatif psikoloji yaratabiliyor. Ancak şimdilerde artık astronotlara ilgi, o kadar yoğun değil.

Alper Gezeravcı, Türkiye'nin ilk astronotu. Büyük bir ilgi olacak kendisine ama bu onun psikolojisini asla bozmaz, kendisini tanıyorum, çok dengeli. Psikolojik yönden dengeli insanlarda pozitif psikoloji oluyor.

Carl Sagan'ın bir kitabı var: ‘Soluk Mavi Nokta’. Aynı zamanda uzay bilimcisi olan Sagan, bu kitabında çok güzel bir vurgu yapıyor. 1977 yılında Voyager teleskobu uzaya fırlatıldığı zaman, NASA yetkililerinden rica ediyor, lütfen Samanyolu içinde dünyayı gösterecek şekilde bir fotoğraf çekebilir mi? Çekiliyor ve dünyaya gönderiliyor. O fotoğraf çok ilginç. Karanlık içinde bir yol şeklinde, sanki pirinç taneleri dökülmüş gibi ve o milyonlarca nokta arasında bir tanesi Dünya! Ona bir işaret koymuş Sagan ve diyor ki; bakın biz böyle bir kainatın içinde böyle soluk mavimsi bir nokta olan bir gezegende yaşıyoruz. Bizim bütün gelmişimiz, geçmişimiz, bizim atalarımız, hepsi burada yaşamışlar, burada ölmüşler. Kim bilir onlar hangi hırslara kapılmıştı, hangi aşkları yaşamıştı, hangi savaşlarda ölmüştü veya zaferle çıkmıştı. İşte diyor, bizim hayatımız bu, evrende o kadar küçüğüz ki… biz neyin peşindeyiz, bu hırs nedir?

Döndükten sonra Dünya'ya filozof gibi bakabilen, pozitif psikolojiye girebilen astronotlar da oluyor.

Alper Gezeravcı

AY’A ÇIKIP AYAK BASMAYAN ASTRONOT

O yolu tercih eden insan zaten baştan büyük bir idealle yola çıkmıyor mu?

İnsan karmaşık bir varlık. İnsandan insana dağlar kadar fark var. Filozof da olsa astronot da olsa hepsinin aynı yüksek ideallerle yola çıktığını söylemek biraz fantezi olur. Çünkü bu kişiler arasında sırf şan şöhret için, sırf egosunu tatmin etmek için, sırf para kazanmak için bu işleri yapanlar var. Everest’e çıkanlar için de geçerli bu, devlet adamı, din adamı, komutan vesaire olmak isteyenler arasında da var. Zannedersiniz ki bunlar kendisinden vazgeçmiş, insanlığı düze çıkarmak, insanların geleceğini kurtarmak gibi ideolojiler peşinde. Halbuki hiç de öyle olmayanlar, hırslarının esiri olanlar da var.

Bir psikiyatrist olarak, Astronotların, uzay insanlarının hepsini aynı kategoriye koymam. En dengeli olan astronotlardan bazıları Chris Hadfield, Nail Armstrong, German Titov. Çok dengeli, çok mutevazılar. Michael Collins de örnek bir astronot. Ay'a çıkan üç kişiden biriydi. İkisi indi, Collins komuta modülünde kaldı. Ay’a ayak basan ilk üç kişiden biri olmak ne kadar büyük bir şeref değil mi? Maddi manevi, sülaleler boyu büyük bir miras ama o adam önceden belirlenmiş programa uydu, hırsa kapılmadı. Hiçbir zaman da medya maymunu olmadı.

BİR DE EDWIN ALDRIN GİBİLER VAR

Edwin Aldrin süper pilot, MIT doktoralı mühendis, sporcu, West Point birincisi… Ama sonradan ortaya çıkan manik-depresif hastalığı var, geçimsiz, uyumsuz. Uzayda UFO’lar gördüğünü, Ay’da bir koloni kuracağını falan söyledi. Simpsons dizisinde oynadı, komedi malzemesi oldu. Bart Sibrel diye bir adam var, Amerika'nın fanatik televizyoncusu, canlı yayında insanlara açıkça hakaret eder, onun programına çıktı. Sibrel “Büyük yalancısın sen, Ay'a gitmediniz, stüdyoda çektiniz bunları” diye kışkırtmada bulunuyor. Aldrin ona bir yumruk atıyor, kavga gürültü, yayın kesiliyor. Sen kiminle röportaja gittiğini bilmiyor musun? Aldrin, sonra alkolik oluyor, karısını boşuyor... 94 yaşında, geçen sene kendisinden 30 yaş küçük bir kadınla 4’üncü evliliğini yaptı.

Bunlar adanmış insanlar mı? Girdiği misyonun farkındalar mı? Bilime adanmış, yarı filozof olmuş? Hayır. Bedensel yönden sağlam olduğu için seçilmiş, psikolojik yönden dayanıklı olduğu için seçilmiş.

Çok teşekkür ederiz.

ADIMIZ ‘EVREN DENİZCİSİ TÜRK’ OLSUN!

Astronot yerine Türkonot ismini öneriyorsunuz. Neden Türkonot?

Türkonot benim mucidi olduğum bir sözcük değil. Çok akıllıca yaratılmış bir isim ama nedense çok tutulmadı.

‘Astronot’ denilmesi, Amerikan kültürüne olan aşinalıktan gelen bir alışkanlık. Ruslar ‘Kosmonaut’ Çinliler ‘Taikonaut’ Avrupalılar ‘Euronaut’, Fransızlar ‘Spationaute’ sözcüklerini kullanırlar. Bu sözcüklerdeki ‘Astro’ eki yıldız, ‘Kosmo’ evren, ‘Tai’ ise gök anlamındadır. Çoğunlukla kullanılan ‘naut’ eki denizcilik anlamındadır; bu, uzay bilimine denizcilikten gelen bir mirastır. Yani baskın denizcilik kültürü, gökyüzünü de bir deniz olarak görmüş ve uzayın derinliklerine giden insanları ‘yıldız / evren denizcisi’ olarak adlandırmış.

2005 yılında Türk Dil Kurumu astronot karşılığı olarak 'Gökmen' kelimesini önerdi; ama nedense o da pek tutmadı. Bugün için aday isimler listesinde Göktürk, Gökalp, Gökmen, Gökderi, Gökreis, Gökay, Türkay, Türkonot, Evrenot, Fatih, Alparslan, Akıncı ve Caca Bey de var.

Bence ‘Türkonot’ adı, hem Türk ön-eki taşıması, hem de uluslararası uzay terminolojisine paralel biçimde (Rusların, Çinlilerin ve Avrupa’nın yaptığı gibi) ‘naut’ son-eki barındırması nedeniyle, uzay insanı kavramını karşılayan en uygun sözcük. Ama TUA bunu resmen seçmedi. Alper Gezeravcı’ya bazen ‘uzay yolcusu’ bazen astronot deniliyor.

Diyelim ki biz Göktürk, Gökmen gibi bir isim kullansak bu yabancı dil yayınlarında hiçbir anlam ifade etmez. Türk insanının da Türkiye'nin adını duyurmaya ihtiyacı var. Türkonot desek ne güzel olur…

MUTLAKA O MASADA OTURMALIYIZ!

Özellikle vurgulamak istediğiniz bir şey var mı?

Uzayda biz yarışın ilk üçünde beşinde olmayacağız, olamayız, bu kesin. 100 milyarlarca dolarlar yatırmak, uzun yıllar çalışmak gerekiyor. 1 trilyon doları da ortaya koysanız o parayla ancak bir şeyleri satın alırsınız. O bilgiye erişmek, o bilimsel altyapıyı ve know-how’ı oluşturmak, laboratuvarlar kurmak, uzayın farklı bilim alanlarında gelişmiş zihinler, teknisyenler, mühendisler, hekimler yetiştirmek, bunlar zaman alacak şeyler.

Biz orta ölçekli bir ülke olarak uzay yarışının dışında kalmamalıyız, mutlaka o masada oturmalıyız ilerde. Uzay madenlerinden, uzay yerleşkelerinden, Ay’da üs kurulmasından, uzayda savaştan söz ediliyor. Bir düşman gelecek tepemize, uyduyla dolaşacak, tehdit oluşturacak, bir şey dayatacak. Kabul etmediğin zaman 300-400 kilometre yukarıdan kafanıza indirecek füzeyi. Bu nedenle bizim masada, bilimsel aktivitelerin içinde olmamız lazım. Bir konsorsiyum kurulursa içinde Türkiye de olmalı çok önemli.

UZAYDA İNSAN FAKTÖRÜ ÇOK ÖNEMLİ BİR BAŞLIK

Bir mesajım daha var: Konunun sadece teknik tarafları üzerinde düşünülüyor. Türk Uzay Ajansı (TUA), TÜBİTAK, çalıştaylar yapıyor. Sadece roket gücü konuşuluyor, teknik konular, mühendislik ve astronomi konuşuluyor. Orada insan faktörü var. İnsanın fizyolojisi ne olacak, psikolojisi ne olacak? Beslenmesi, soluması, radyasyondan, yerçekimsizlikten etkilenmesi, bağışıklık sistemi, kalbin, gözün, beynin uzun vadede nasıl sorunlar çıkaracağını kim inceleyecek, hangi çareler üretilecek? Psikolojik kırılmalar olursa bunun önlemlerini Amerikalılara mı Ruslara mı soracağız? Yapılan bilimsel toplantılarda uzaya gönderilecek insanlarının tıbbi ve psikolojik durumlarını irdeleyen, zihin açıcı sunumlar yok, insan unsuru ile ilgili bir oturum yok. Başvuruda da bulundum; iki günlük çalıştay yapılıyor, yarım saatlik bir konuşma da bize verin, diye. Uçuş hekimleri ve uzay hekimleri olarak kendi yaptığımız kongrelere davet ettik, icabet eden, hatta yanıt veren olmadı maalesef.

Sonraki Haber