Koca Tebriz

‘Gezip gördüğünüz yerlerden en sevdiğiniz hangisi?’ sorusunu yanıtlamak kolay olmayabilir, ama en sevildiğimiz kenti soran olursa şahsım adına cevabım hazır: Birinci derece akrabalarımın yaşadığı ‘ozanlar diyarı şirin Kırşehir’ ile çoğu can arkadaşımın memleketi olan ustalar şehri ‘qoca Tebriz’

Dostlarımın ve Tebrizli hemşerilerinin sevgi ve lütufları gerçekten öyle kocaman ki bu yazıyı esasen gezdiğim yerler kadar kendilerinden ve eserlerinden söz edebilmek adına yazdım.

Ülkemizde yaşayıp mesleğini ve sanatını ülkemizde sürdüren İranlılar arasında çok sayıda Tebrizli usta ve aralarında da pek sevgili arkadaşlarım var. Onlardan İstanbul'da ev arkadaşım ve yoldaşım olmuş ikisi, udî Nima Davudi [1] ve İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Müzikoloji bölümü öğrencisi, kamançacı Çiçek Tebrizi, son İran yolculuklarımda beni ailecek ağırladılar.

2023 güzünde konuğu olduğum Nima'nın Tahran'daki aile evinde, ikisi de aslen Tebrizli olan anne ve babasının beni oğulları gibi ağırlaması, televizyonda doğrudan Türk kanallarından izledikleri dizilerle programlar ve de annesinin enfes yaptığı haşlanmış pancar, Tebriz köftesi ve ilk kez onun elinden tattığım qayğanaq (tatlı kaygana), leziz anılarım arasına girmişti.

2024 yazında Tebriz'e gelmeme ise, sene başlarında Çiçek'in reddedilemez daveti vesile oldu: "Özgür ağbim! İpek ablam da oradayken gelirsen arkadaşlarla kamp yapmaya gideriz, Tebriz içini de sana bir güzel gezdiririz."

Meşrute Halısı

Fırsatını bulup Tebriz'e vardığım gün ayağımın tozuyla kamp yoluna çıktık. İstikamet Azerbaycan sınırına yakın Karadağ bölgesi idi. Keleyber ilçesine bağlı Dəmirçi kəndi (Demirci köyü) yakınlarında, içindeki kükürdün ağarttığı suyu çok serin akan Ilqına çayı kenarına çadırlarımızı kurup geçirdiğimiz bir gün, doyumsuz bir yaz hatırasıydı.

Kamptan döndüğümün ertesi günü ilk işim, 15 yıl önceki ilk Tebriz yolculuğumdan beri tekrar görmek istediğim yerlere gitmek oldu. Bunlardan ilki Azerbaycan Müzesi idi. İçinde tarih öncesi çağlardan bugüne tüm Azerbaycan yöresinin geçmişinden arkeolojik buluntular ve bilgilendirici yazılarla haritalar bulunduran bu müzede, esasen 15 yıl önce müzenin bodrum katında gördüğüm, Tebrizli heykeltraş Ehad Huseyni’ye ait heykelleri tekrar görmek istemiştim.

İlk gördüğümde hayretle bakakaldığım bu heykelleri bu kez orada bulamadım, daha sonra ise onların Makberetüşşuara (Şairler Kabristanı) yakınında heykeltraşın adını taşıyan müzeye nakledildiklerini öğrendim. Maalesef bu gezimde o tarafa gitmek kısmet olmadı.

Saat Kulesi de denilen Tebriz Belediye Sarayı'nın önündeki meydandan (Tebrizlilerin deyişiyle Saatqabağı yani Saatönü) ve üzerinde çeşitli mağazaların yer aldığı, otomobillere kapatılmış alışveriş caddesi Terbiyet'ten geçerek sonraki durağıma, İran'ın modern döneminin en önemli olaylarından Meşrute hareketinde büyük rolü olan Meşrute Evi’ne vardım.

İran’da Kacar şahlığı döneminde uzun bir mücadele sürecinin ardından 1906'da ilan edilen ilk Meşrute (Meşrutiyet), İngiltere ve Rusya'nın desteklediği şah tarafından lağvedilmiş ve 1908'de Tahran'daki meclis bombalanmış. Tebriz'de ise Settarhan ve Bākırhan önderliğindeki Meşruteciler kuşatmaya direnerek şah güçlerini püskürtmüşler. Nihayetinde 1909'da Tebriz başta olmak üzere çeşitli kentlerden gelen devrimcilerden oluşan ordu Tahran'ı fethetmiş.

Benim için esas ilginç olan, tüm bu tarihler ve hadiselerin Osmanlı'daki Meşrutiyet sürecine yakınlığıydı. 1876'da ilan edilip 1878'de askıya alınan Meşrutiyet, 30 yıl sonra 1908'de tekrar ilan edilmiş, karşıtlarının İstanbul'daki isyanı da Selanik'ten gelen Hareket Ordusu tarafından 1909'da bastırılmıştı. Meşrute dahil İran'da modern döneme ait çoğu harekete öncülük eden aydınların ve savaşçıların memleketi olması nedeniyle Tebriz'i İran tarihinin Selanik'i sayarım. [2]

Meşrute Evi, Tebriz'deki direnişe ev sahipliği yapmış olan konağın bugünkü adı. Giriş kapısının iki tarafında Settarhan ile Bakırhan'ın heykelleri bulunuyor. Konağın içinde de Meşrute dönemine ait çeşitli resimler, yayınlar ve mektupların yanı sıra direnişte rolü olan kişilerin büstleri var.

Onların arasında dikkatimi çekenler, 1890'da İngilizlere verilen tütün imtiyazına karşı başlayıp Meşrute devriminin zeminini hazırlayan İran Tütün Protestosunun önderlerinden Zeyneb Paşa ve Meşrute direnişi döneminde Tebriz'de bir ABD misyoner okulunda öğretmen iken direnişçiler safına katılıp can veren Howard Baskerville.

Ilqına Çayı

Meşrute Evi'ni 15 yıl önce ilk ziyaretimde detaylı bakmayıp, bu gidişimde tekrar görmeyi en çok istediğim şey Meşrute Halısı idi. Devrimcilerin Tahran'ı fethi şerefine dokunmuş bu halının ortasında, Azerbaycan’ın ilk politik mizah dergisi Molla Nasreddin'in başyazarları Celil Memmedkuluzade ve Mirza Alekber Sabir'in öykülerindeki bazı karakterler nakşedilmiş. Onun çevresinde de şu Türkçe şiir yazılı:

Başlandı iki il bundan əzəl (bundan 2 yıl evvel) şûriş-i İran (İran ayaklanması)
İstə, dilə Məşrutəni (Meşrutiyeti) ki hürr ola insan
Minlərcə (binlerce) bu yolda veriləndən sonra qurban
Fəth oldu bu tarixdə çün qala-yı Tehran (Tahran kalesi)
Min doqquz yüz doqquz Miladi İyul (1909 Temmuz ayı)
Min üç yüz iyirmi yeddi şəhr-i Şəban (Hicri 1327 Şaban ayı)
Yaşasın Meşruteə, abad olsun mülk-i İran (İran ülkesi)

Tarihe gark olduğum bugünün akşamında da Tebriz'in tarihî konaklarından olan, Terbiyet caddesine açılan bir sokakta yer alan Sulhcu Evi'ne gittim. Aynı zamanda basın müzesi olan bu konağın avlusunda o akşam Tebriz Turist Rehberleri Derneği'nin düzenlediği, "İlhanlı eserlerinin Tebriz turizmindeki önemi" konulu programda konuşmacı Mehran Gazani idi.

İlhanlılara başkent olmuş Tebriz'i bayındır kılanlardan Gazan Han'ın adını soyadında taşıyan değerli arkadaşım Mehran, İlhanlı tarihi uzmanı ve Marmara Üniversitesi Tarih bölümünde doktora öğrencisi.

Sonraki gün İpek ve Çiçek Tebrizi bacılar yine yoldaşım, Mehran da rehberimiz oldu. Birlikte dünyanın en büyük tarihî kapalı çarşısı olan Tebriz Çarşısı'nı gezmeye koyulduk. Timçe denilen her biri ayrı güzel çarşı bölümlerinden geçip halıcılar timçesinde ise uzun bir süre gezindik. [3] En son ziyaret ettiğimiz yer olan çarşı içindeki Tebriz Cuma Camii'nin atmosferi bizi ziyadesiyle dinlendirdi.

Şehir içinde dahi esintiyle serinlemenin mümkün olduğu Tebriz'in yaz günlerine iyice doyabilmek için buradaki son günümde evvela yelin daha güçlü estiği, şehrin kuzeyindeki Eynali dağının şehre bakan yamacında bulunan bir parkta kitap okuyarak vakit geçirdim.

Akşam üzeri hediyelik eşyalar ve sokak lezzetleri peşinde dolandım. İlk Tebriz seferimde tadıp çok beğendiğim yeralma-yumurta (yeralma yerelması değil, patates) dürümünü bu sefer tavsiye üzerine Selam Mehdi adlı mekandan aldım. Mekan, Tebriz'in İlhanlılardan kalma en eski yapılarından olan yarı harabe halindeki Tebriz Kalesi yakınlarındaydı.

Ertesi sabah karayoluyla Van’a doğru yola çıkmadan önce Tebriz’deki son akşamımda müzikolog Arestu Mihendust (Arastoo Mihandoust) ile yemekte buluştuk. 3 yıl önce “Osmanlı kaynaklarında İranlı bestekârlara atfedilen eserlere dair inceleme” başlıklı Farsça bir sunumunu çevrimiçi olarak dinleyip tanışma şansı bulduğum Arestu hoca, iki dile de yetkinliği sayesinde Osmanlı ve çağdaş İstanbul Türkçesindeki kaynaklar ile İran kaynaklarından karşılaştırmalı araştırmalar yapabilen bir müzikbilimci.

Arestu hoca ile ortak müzik tarihimizin en önemli isimlerinden Abdülkadir Meragi’nin kayıp Kenz-ül Elhan (Ezgiler Hazinesi) yazma eserinin nerede bulunabileceği gibi konulara dair keyifli bir sohbetten sonra, kendisinin Bursa İnebey Yazma Eser Kütüphanesinde bulduğu bir risale hakkında yazdığı “Sekiz Destgah Risalesi: Safevi döneminden yeni bulunmuş bir metin” başlıklı Farsça makalesini Türkçeye çevirme sözü vererek vedalaştım.

Gezimi Van'da sürdürürken bir meseleyi kıyaslama imkanı buldum:

İran nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturan Türklerin [4] en yoğun yaşadığı Tebriz şehrinde tabela ve levhalarda birtakım özel adlar dışında Türkçe yazı yoktu. Cadde ve sokak levhalarında Farsçanın altında sadece İngilizce yazılıydı İran genelindeki gibi. Fakat sokakta hakim dil Azerbaycan Türkçesiydi.

Türkiye'de belediyelerinin Türkçe ve Kürtçe çift dilli levhalar hazırlatıp afişler yazdırdığı, ama sokakta Kürtçeyi az işittiğiniz Van gibi Kürt çoğunluklu şehirlerin çoğuna zıt bir durum bu. Anlaşılan o ki bir dil esasen, yönetimler eliyle birtakım yasa maddelerini veya yazı ve tabelaları değiştirmekle değil, halkın anadilini sahiplenmesi ile yaşatılabiliyor.

DİPNOT:

[1] Nima Davudi Aydınlık gazetesinden Ali Ulusoy ile söyleşisinde müziklerimizi ve kardeşliğimizi anlatırken benden de büyük lütufla bahsetmişti: https://www.aydinlik.com.tr/haber/nihavend-iranda-sehir-turk-muziginde-makam-414344

[2] Mısır ve Fransa'ya kaçıp orada hazırladıkları gazete ve yayınlarla faal olan Meşrutiyetçi Osmanlı aydınlarına benzer şekilde, İran'da baskılardan kaçan Meşruteciler de bir dönem İstanbul'da yayınlarıyla faaliyet göstermişler. O dönem için İstanbul İran'ın Paris'i imiş diyebilirim.

[3] Tebriz Çarşısı içinde alışveriş yaptığım halıcı Esedzade'nin antika koleksiyonu: https://youtu.be/bSUp33wy_HI

[4] https://o-be-k.blogspot.com/2024/02/iranda-turk-nufus-oran.html
Yazının kaynağı: https://o-be-k.blogspot.com/2024/08/koca-tebrizden.html

Sonraki Haber