Köy öğretmeni sürgüne aldırmadı: Çalıkuşu 15 yıllık gazeteci oldu
Saadet öğretmenin adını az çok duymuştuk da, Sevda adlı kitabıyla yakından tanıdık. Bu söyleşinin konusu kitabı tanıtmak değil. Kitaptan yola çıkarak öğretmen, anne ve gazeteci olarak bu memleketin ne evlatlar yetiştirdiğini bir kez daha göstermek...
Saadet Pesen’in yaşam öyküsü ve bugün yaptıklarından etkilenmemek olanaksız. Kadının toplumdaki yeri, eğitimci olarak gözlemleri, tecrübesi, ileri yaşta gazeteciliğe başlaması, emeklilikte üretimi sürdürmesi… Belki kızı gibi büyük bir buluşu yok, ama aydınlanmacı bir kadın, bir anne ve vatansever olarak pek çok öğrenciye ya da okura yol açtığını tahmin etmek mümkün. Hem kadının toplumdaki rolü hem de mücadelesiyle ilgili arşivlerde kayıt olsun düşüncesiyle yapıyoruz bu röportajı.
ÖNCELİKLE ÖĞRETMENİM
- Emekli öğretmensiniz, başka? On parmağınızda on marifet var.
Öncelikle öğretmenim. Emekli olduktan sonra, yani 2007 yılından beri Mersin’de yerel İmece gazetesinde haftada iki gün yazıyorum. Üçüncü kitabım baskı aşamasında. İlk kitabım makalelerimden oluşuyor. İkinicisi kızlarımın isteği üzerine torunlarım için yazdığım kitaptır. Hani hep geleceğe bırakmak üzere yazmak isteriz ya, torunlarımın gelecekte okuyacağı kalıcı bir şey olsun dedim. Olumlu değerlendirmeler aldım, öyle ki onlardan bir kitap çıkabilecek seviyede değerli ve güzel yorumlar geldi. Bu da mutlu etti beni. İki çocuğum var. Biri moleküler biyoloji genetik dalında profesör. Kanserle mücadele edecek bir chip geliştirdi. Küçük kızım da endüstri yüksek mühendisi. Ülkemize milli otobüsler üretiyor. İki de tatlı kız torunum var.
- Kadının toplumdaki rolüne örneksiniz. Anne, öğretmen ve gazeteci olarak…
Kadının toplumdaki rolü çok önemli… 29 Ekim 2011 tarihinde 40 kişilik bir kadın grubu olarak Suriye’ye gitmiştik. Çeşitli siyasi partilerden, kitle örgütlerinden temsilciler olarak gittik. Tamamı kadın olan toplantılar yapıldı. Toplantılar çok uzun sürdüğü halde hiçbir katılımcı bırakıp ayrılmadı, unutulmazdı.
NENE HATUN OKULUNDAN GELİYORUZ
- Bizdeki duruma benzer miydi?
Ülkemize gelince, aslında bizde de tarih boyunca kadınlarımızın kahramanlıkları vardır. Bir Nene Hatun vardır mesela… Ben, Erzurum’da Nene Hatun Kız Öğretmen Okulu mezunuyum. Nene Hatun’un Azizye tabyalarında, genç bir gelin olarak düşmana karşı mücadeleye gitmiş! Onun adının verildiği okuldan mezunum. Sonra kara Fatmalar! Kız kardeşim ilkokulda Kara Fatma rolünde tiyatro oynamıştı. Belediye başkanlarımız, siyasetçilerimiz, Kadınlar Dünyası dergimiz var biliyorsunuz… Kadın emeğiyle meydana geldi, kadın mücadelesini anlatan muazzam bir dergiydi.
- Günümüzdeki durum nedir? Kadın mücadelesi geriledi mi?
Ülkemizdeki kadın mücadelesi için kadınlarımızın hem cephedeki hem sahadaki mücadelelerinden çok kazanımımız oldu. Seçme ve seçilme hakkı aldık. Son 20 yıla gelince, bir çok kesimin tam akisne gerileme değil ilerleme olduğunu düşünüyorum.
- Nasıl?
Şeriatçı bir devlet mi olacağız? Mısır’a, İran’a mı benzeyeceğiz? Afganlaşıyor muyuz? Bir kesimde bunun gibi bir karamsarlık var.
KADIN HAKLARINDA İLERLİYORUZ
- Siz katılıyor musunuz?
Kesinlikle katılmıyorum. Şu anlamda: Kadınlarımız öğrenim hayatlarını en ileri düzeye götürme yolundalar. İki, kadınlarımız üretimde kooperatifleşmeye çok ağırlık vermiş durumdalar. Tarlada, ekinde, kadın oalrak üretmek, ürettiklerini hem ülke sathında hem yurtdışına satma noktasına geldiler. Ürettikleri için mutlular. Bunu, yüksek öğrenim yapmış kızlarımıza bile öneriyorlar. Yaknlarımızdan, sağlıkçılardan, eğitimcilerden biliyorum. Yaş aldığı için kamu görevi yapamayan kadınlarımızdan biliyoruz. Ayrıca Ege ve gündeyde daha çok ama kadının kendi ürettiklerini sergilediği kadın pazarları var. Eskiden kermes derdik… Kadnınların kendi rettiği el işleri olsun, gıda malzemeleri olsun birinci elden insan sağlığına uygun oalrak üretip satıyorlar, gelir elde ediyorlar. Hem aileye hem ekonomiye katkı sağlıyorlar. Ülkemizin kadın hakları alanında geriye gittiğini asla kabul etmiyorum, kadın mücadelesinin artarak devam ettiğini, fabrikada, tarlada, okulda, yüksek öğrenimde, kendini geliştirmede ilerlediğini görüyorum.
- Hiçbir eksiklik yok mu?
Siyasi partilere baktığımız zaman, kadınımızın az sayıda olduğunu ne yazık ki görüyoruz.
SAYISAL ÜSTÜNLÜK İŞE YARAMIYOR
- HDP eşbaşkan diye bir unvan uydurdu mesela… Söz hakkı olsun olmasın her erkeke başkanın yanına bir kadın ismi koyuyor! Ya da mecliste kadın vekil sayısı yüsek, ama kadın erkek tüm HDP’liler önce terör örgütünden onay alıp sonra meclise giriyor. En son Semra Güzel örneği… Sayısal kota yeterli bir gösterge mi?
Yok, kadın hakimiyeti diyemeyiz tabi. Cinsiyetten önce yapı önemli. Ülkemizde de yaşadık! Bir kadının başbakan olması, o ülkede her şeyin güzelleştirileceği, iyileştirileceği anlamına gelmiyor. Tansu Çiller başbakan olduğunda, sevinenler oldu. Oysa önemli olan zihniyettir. Kadın da erkek de olsa eğer zihniyetten paylaşımcılık, üretmek, Atatürk ilkelerini özümsemek, kamuculuk, halkçılık, devletçilik yoksa cinsiyetin bir anlamı kalmıyor.
- Nerede önemli?
Toplumun yarısı kadındır dediğimiz için, kadının da toplumda her şeyi, üretmeyi, kullanmayı, ileriye gitmeyi paylaşması anlamında önemlidir, olmalıdır. Ama bu sadece cinsiyet olaarak kadının olması değil, her alanda toplumun ilerlemesine katkı sunmasıdır.
Siyasi partilerden örnek verelim. A partisi yüzde 30 kadın kotası koydu, diyelim: Sonuçta varsayalım kadınlar yüzde 50 olarak seçildi. O parti, kotanın üstüne çıkan yüzde 20’yi eleyecek mi? Yüzde 30 ile sınırlamak doğru değil, geçersiz. HDP’nin karakterini hepimiz biliyoruz. Türk toplumu, Türk milleti onları tanıyor. İstedikleri kadar maskelesinler, istedikleri kadar evirip çevirsinler, laf cambazlığı yapsınlar, istedikleri kadar birileri tarafından gizlensinler, demokrais halkçılık, insan hakları desinler… Karakterlerinin ne olduğu ayan beyan ortada. O yüzden oradaki kadın ağırlığı olsa bile yazar. Varsayalım ki, bin HDP’linin 800’ü kadın. Ne anlamı var? Hiçbir anlamı yok. Neyin peşinde oldukları önemli.
- Kadın mücadelesi olarak ne yapmalı? Kitle örgütlerinde çalışıyor musunuz?
Tabi. Kadın örgütlerinde çalışmalı. Cumhuriyet Kadınları Derneği, Atatürkçü Düşünce Derneği üyesiyim. Kadın ve birey olarak demokratik kitle örgütlerinde yer almak, oradaki paylaşımları topluma yaymak, gücümüz ve yapabildiklerimiz oranında mücadeyi sürdürmek zorundayız.
Amaç topluma fikirlerimizi ulaştırmak. Siz de fikirlerinizin birilerine ulaştığını görünce “Tamam“ diyorsunuz. Görevimin bir kısmını yapmış oluyorum. Siyasi arenada yanlışlar çok. Özellikle Atatürkçülük konusunda şimdi herkes Atatürkçü! Şimdiki moda bu.
NASIL ATATÜRKÇÜ OLURUZ
- Nasıl yansıyor bu moda Atatürkçülük?
Ben Atatürkçüyüm demekle, Atatürk resmilerini, onun sözlerini paylaşmakla, Atatürk heykellerini yaymakla olmuyor ki! Atatürk herşeyden önce milliyetçi biridir. Eğer sen Türkçe dilini kullanabiliyorsan, kullanmaktan onur duyuyorsan Atatürkçüsün. Kadın erkek fark etmiyor! Eğer sen özelleştirmelere karşıysan ve kamucu, halkçı bir üretim alanı istiyorsan Atatürkçüsün. Eğer sen haksızlıklara karşı irade koyabiliyor, ben buradayım diyebiliyorsan Atatürkçüsün. Mesela demokrasi denir. Atatürk’ün hiçbir söyleminde sosyal demokrasi lafı etmediğini bildiğimiz halde, ısrarla Atatürkçülüğü maske ederek sosyal demokrasiden söz ediyorsan olmaz.
- Atatürk ne diyor? Bunları mı anlatıyorsunuz yazılarınızda?
1900’lerin başında ne diyor? Önce sosyalist olmalı, maddeyi anlamalı, diyor. Gerçekten hiçbir zaman ayrılmayacağız.
- Fikirlerinizi savunmak eğitimciliğinizden geliyor olmalı. Öğretmen olma kararını nasıl verdiniz?
Kaderimizi kendimiz yarattık. Doğrusu bu. Öğretmen olmayı çok istedim. O dönemde biz üç sınava giriyorduk. Birincisi test, ikincisi yazılı, üçüncüsü sözlü. Bu sınavlardan sonra öğretmen okuluna gittim. Oradaki başarılı öğrenciler Yüksek Öğretmen Okulu’na gönderiliyordu. Ben de başarılı bir öğrenciydim. Sınıfımızdan iki kişi, ben ve bir arkadaşım Yüksek Öğretmen Okulu’na gönderildik. Ben ideal bir köy öğretmeni olmak uğruna bu yolu reddettim.
- Heyecan verici… 70’lerden söz ediyoruz.
Evet, 71 mezunuyum. Ailem kararımı destekledi. Daha doğrusu babam da okulu aramış ve Ankara’ya gitmemi istememiş, kızımı oralara gönderemem, demiş.
- Kaç yaşında gittiniz öğretmen okuluna?
İlkokula erken başladım, 6 yaşında başladım, ortaokuldan sonra, 15 yaşında gittim. Öğretmen olduğumda daha 18’i doldurmamıştım, maaş alamıyordum.
- Servis falan da yoktu… Kitabınızda yatılı okuduğunuz anlatıyorsunuz…
Evet Erzurum’a yatılı olarak gittim. Bayburt’ta ikamet ediyorduk, babam PTT memuruydu.
71 DARBESİNİN YARALARI
- Erzurum’a yolladı ama Ankara’ya göndermek istemiyor…
Ama Bayburt ile arası 1,5 saatlik yol. Ama Ankara uzak geldi. Benim fikrimin babamın fikriyle çakışmış olması ilginç. Okul müdürü beni çağırdı ve ne düşündüğümü sordum. Ben gitmek istemiyorum efendim, dedim. Zaten baban da göndermek istemiyor seni, dedi.
- Rahat bir nefes almıştır.
Ondan sonra köy hayatı başladı. Beş yıl köy öğretmenliği yaptım, sonra görevden alındım.
- Unutamadığınız bir anı var mı? Kitapta yer almayan?
Öğrencilerimin müfettişler tarafından gizli örgüt elemanları gibi müdür odasına çekilip ifadelerinin alınması beni çok etkiledi. Komünizm propagandası ve gizli örgüt kurmak şüphesiyle soruşturulurken bunu yaşadım. 1974 yılıydı...
- Sizde devlet düşmanlığı yaratmadı mı? Ben bu kadar imkanları teptim geldim, devlet bana neler yapıyor! Demediniz mi?
Tam tersine! Devlet olmadan olmaz, diyorum. Bir ödnem siyasiler devlet hantallaşmıştır, diyerek özeleştirmelere başladılar ya. Ben her şeye rağmen devletçilikten yanayım. Atatürkçü olmanın gereklerinden biridir devletçilik. Otoritenin tek elde toplanması ve ulusalcılık demektir. O soruşturmadan sonra sürgün edildim. Sıvas’a gönderildim, eşim Ordu’ya sürgün edildi. Bir çocuğum 4 biri 2 yaşında, annemin yanındaydı. Ailemiz üç yana dağıldı. Ama devlet düşmanı olmadım hiç! Çünkü hükümetlerle devleti karıştırmamak gerek.
- O zaman da bu bilinçde miydiniz?
Derin devlet vardı ama bilmiyordum. Ondan ziyade ülkeyi bölme parçalama niyetlerini görüyorduk. 74 ve sonrası siyasi hareketlilikte ülkemiz üzerindeki art nyetlileri gördük. Devlete, yurdumuza, milletimize sahiplenmeyi anlıyorduk. Gladyo, derin devlet sonra açığa çıktı. Misaki Milli dediyse, ben öğretmen oalrak buna sahiplenmeliyim, diyordum. Ufkun ötesini sonradan görmeye başladık. Dar bakışımız genişledi. Emperyalizmin her noktaya girmeye çalışıtğını bugünkü kadar emin değildik.
ZİRAAT BANKASI ARMAĞANI
- Bütün bu badireleri atlattınız, sürgünler, görevden alınmalar… Emekli olduktan sonra nasıl başladı gazetecilik? Avucunuz mu kaşındı?
Ortaokuldayken Hayat ve Ses dergilerinde bir yarışma açıldı. Ziraat Bankası’nın kuruluşu kutlanıyordu. Ben kazandım, bana bir kumbara, içinde 25 lira ve bir fihrist verdiler armağan olarak. O fihristi aldım, her gün bir şey yazmaya başladım. Ama hep havaları yazıyorum… Bugün hava çok güneşli, bugün rüzgarlı… Meteoroloji istasyonu gibiydim. Öğretmen okuluna gittiğimde öğretmenlerim bildirilerdeki duyuruları bana yazdırırdı. Sonraları her şeyi hikayeleştirmeye başladım. Yazma merakım hep vardı. Emekli olunca yerel gazetelere gittim, yazmak istiyorum, dedim. Olur, dediler.
- Emekli olduktan sonra diyorsunuz… Evde oturup torun bakmak yerine, emeklilerin pasif bir hayatına itiraz ettiniz. Emeklilikte üretmek konusunda ne diyeceksiniz?
68 yaşındayım, evin işleri bittikten sonra boş oturmak beni rahatsız ediyor. Gazete, kitap okuyorsunuz, sonra? Üreten, çalışan, aydın, bilimsel üretimler benim için çok önemli. Gücümüz yettiğince, bilgimiz elverdiğince çalışmaya üretmeye, toplumculuğa devam.