Krizlerle dolu 30 yıl

Avrupa Birliği (AB), kuruluşunun 30. yılını 7 Şubat’ta doldurdu.

CAN ÇAKIR

1992’de 12 ülkenin imzaladığı Maastricht Anlaşması’yla kurulan Birlik, başta ekonomi olmak üzere birçok alanda ülkelerin egemenliklerine müdahale eden yaklaşımlarla öne çıktı. Üye ülkeler, Maastricht Anlaşması ile kendi koydukları ekonomik kriterleri, küresel kriz nedeniyle karşılayamaz duruma düştü. Gelinen noktada, AB’nin başlıca kazanımının “ortak sınır” olduğu görünüyor. “Avrupa vatandaşı” kavramının öne çıktığı AB’de, vatandaşlar istedikleri AB ülkesine seyahat edebiliyor, istedikleri ülkede ikamet edebiliyor ve Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri ile yerel seçimlerde oy kullanabiliyor.

ORTAK DIŞ POLİTİKA HÂLÂ SORUN

AB’nin en önemli atılımı, şüphesiz ortak para birimi “avro”nun yürürlüğe girmesi. Ancak son yıllarda tasarımında değişikliğe gidilen banknotlar hâlâ birçok AB ülkesinde kullanılmıyor. Ekonomik alanda sağlanamayan bu birlikteliğin yanı sıra uluslararası siyasette de ülkelerin farklı politikaları dikkat çekiyor. Yaşlı kıta ülkeleri kendi iç sorunları ile boğuşmaktan ve birbirleriyle yaşadıkları çekişmelerden, uzun süredir dünyanın hiçbir yerindeki soruna karşı ortak bir politika geliştirip harekete geçemiyor. Son günlerde tüm dünyanın yakından izlediği Rusya-Ukrayna gerginliği, AB içi çelişkileri bir kez daha gözler önüne serdi. Olası bir çatışma halinde Avrupa’nın nasıl bir tepki vereceğini kestirmek güç. Rusya’ya karşı imkânları sınırlı olan AB, ekonomik yaptırımları gündemde tutsa bile özellikle Macaristan’ın Rusya lehine izlediği çizgi, AB içindeki farklı eğilimlere örnek niteliğinde. Özellikle göç ve iltica konusunda AB üyeleri arasında yaşanan tartışmaların da önümüzdeki yıllarda sürmesi bekleniyor. Buna rağmen Avrupa Birliği yöneticileri, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası kapsamında üyelerini bir çatı altında buluşturmayı hedefliyor.

GERÇEK BİR BİRLİKTEN UZAK

AB’nin geleceğinin nasıl şekilleneceği, uzmanlarca hâlâ tartışılan bir konu. Maastricht Anlaşması doğrultusunda AB, ulus devletlerin ortak bir girişimi ve AB’nin devletleşmesi gerektiğini savunanlar var. Bu doğrultuda 1992 bir dönüm noktası oldu. 7 Şubat 1992 tarihine kadar devletlerin kendi yetki alanı olarak kabul edilen dış siyaset; sınırların kaldırılması, Avrupa Polis Ajansı’nın (Europol) kurulması, AB vatandaşlığı, Avrupa Sınır Güvenliği Ajansı (Frontex) gibi birçok uygulama ile ortak gündem haline geldi. Ancak 11 saldırılarından sonra AB’nin değişen güvenlik anlayışına çare olması için planlanan 2004 tarihli Anayasal Anlaşma’nın Fransa ve Hollanda'daki referandumlarla reddedilmesi AB’yi bir daha içinden çıkamayacağı iç krize sürükledi. 2008 ekonomik buhranının Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya gibi Akdeniz ülkelerini ağır bir şekilde vurması bu ülkelerin Birlik’e olan güvenini sarsarken Birlik içinde kuzey-güney ayrımını da şiddetlendirdi.

Ekonomideki kuzey-güney ayrımını siyasi doğu-batı ayrımı izledi. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra apar topar Birliğe eklemlenen Doğu Bloğu ülkeleri AB’ye tam entegre olamadı. AB ülkeleri; Polonya, Macaristan, Çekya gibi ülkelerle ciddi sorunlar yaşadı, yaşamaya devam ediyor.

Son yıllarda bu yönde yaşanan en önemli gelişme, Birliğin ikinci büyük ekonomisi İngiltere’nin AB’den ayrılması oldu. Brexit, diğer Avrupa ülkelerinde AB’nin gerekliliğinin ciddi olarak sorgulanmasına yol açtı.

YENİ KRİZLERE DOĞRU AB

Bu sorgulamalar devam ederken gelen korona virüs salgını AB’de yükselen ulusa dönüş tartışmalarına uygun bir zemin yarattı. Kovid-19 salgını, AB üyesi ülkelerinin dayanışmacılıktan ne kadar uzak olduğunu bir kez daha gösterdi. Salgının ilk vurduğu güney ülkeleri, maske gibi hijyen malzemelerinin temini konusunda bile AB’den yardım alamadı. Buna birçok üye ülkenin yaşadığı maddî sıkıntılar da eklenince, başta Yunanistan olmak üzere Akdeniz ülkelerinde 2008 ekonomik krizi hafızalarda tazelendi.

Salgının beraberinde getirdiği ek yükler nedeniyle ekonomileri zor duruma düşen Birlik üyesi ülkelerin uymaları gereken ekonomik kurallar askıya alındı. AB kurallarına göre, normal şartlarda üye ülkelerin bütçe açıklarının Gayrisafi Yurtiçi Hasılalarının (GSYH) yüzde 3’ünü, kamu borçlarının da GSYH’lerinin yüzde 60’ını geçmemesi gerekiyor. Ancak 2021’in üçüncü çeyreğinde AB ülkelerinin kamu borcu, yüzde 90,1 olarak ölçüldü. Avro Bölgesi’nde bu oran yüzde 97,7’yi buldu. Ekonomi üzerinde yeni tartışmalara kapı aralayan bu rakamların yanı sıra son aylarda görülen enerji krizi ile iklim sorunu tartışmaları da gelecekteki tartışmalara işaret eder nitelikte.

Yunanlar ve Fransızlar
AB’nin geleceği için kötümser

“Eurobarometer” kamu araştırması, AB üyesi 27 ülkede yaşayanlarla AB’nin geleceği için ne kadar iyimser olduklarına yönelik araştırma yaptı. Katılımcıların yüzde 63’ü iyimser, yüzde 34’ü de kötümser olduklarını ifade etti. En fazla iyimserin bulunduğu ülkeler, yüzde 89 ile İrlanda, yüzde 78 ile Danimarka, yüzde 74 ile Malta ve yüzde 73 ile Polonya olurken, en kötümser yüzde 53 ile Yunanlar, yüzde 48 ile Fransızlar, yüzde 47 ile Çekler, yüzde 46 ile Slovakyalar ve yüzde 43 ile Litvanyalılar oldu.

Sonraki Haber