Kur üzerinden savaşa girdiler
Uluslararası finans sistemindeki bir grup aktörün para kazanmasının öncelikli olduğu modelden, büyümenin, istihdamın ve ihracatın öncelikli olduğu bir platoya geçildiğini belirten iktisatçılar, bunu kaldırmak için ekonomi yönetimi ile kur üzerinden bir savaşa girildiğini not ettiler
Türkiye Ali Babacanların uyguladığı dış kaynak akımlarına bağlı IMF'nin dayattığı ekonomik modelin başarısızlığı karşısında yeni bir model arayışına başladı. 2010'lu yıllarda gaz-fren tartışmaları ile başlayan model sancısı, 2016'dan sonra girişilen dönüşüm programları, 2018'de yeni ekonomik program gibi adlarla farklı bir boyuta taşındı. Türkiye ekonomisi Kemal Derviş'in IMF programı ile Ali Babacan tarafından yönetilirken 60 milyar dolarlık kamu kaynağı satıldı. Ülkenin döviz borcu 2.5-3 katına çıktı. Döviz açık pozisyonu arttı. “Cari açık finanse edilebildiği sürece sorun teşkil etmez” yalanı ile ülkenin dış sermaye akımlarına bağımlı yapısı perçinlendi. Bütün bu dönem boyunca gaz fren tartışmaları öncesinde aşırı değerli TL sayesinde enflasyon çift hanelerden tek hanelere düşürülebilse de bu kalıcı olmadı. İmalat sanayisinin milli gelir içerisindeki payı eridi. Türkiye ham madde ve ara malında Uzakdoğu'nun iyi bir pazarı haline geldi. 500 milyar dolar ihracat hedefi konulduğunda tablonun karşısında 700 milyar dolarlık ithalat öngörüsü vardı.
TÜREV İŞLEMLER TETİKLEDİ
Erdoğan'ın Anayasal değişikliklerle gücünü perçinleyeceği yıllarda büyümeye ihtiyaç vardı. Bunun için 2011'den sonra da dış borçlanma ve içerideki kredi genişlemesi arttı. 2013 ile birlikte dış sermaye akımlarındaki kısmen terse dönüş TL'nin döviz karşısındaki gerçek değerine doğru yol almasını sağladı. Türkiye bu dönemde jeopolitik gelişmeler, içerideki FETÖ kalkışması gibi etkiler yüzünden reform adı altında uygulamaya konulan birçok adımı ya atamadı ya da bunlar yarım kaldı. 2018'in Ağustos ayında yaşanan kur şokuyla serbest piyasa ekonomisinde imkansız üçlü ile tanışan Erdoğan yönetimi, bir başka yol izlenmesi yönünde mesajlarını artırdı. Babacan'ın ekonomiye tam hakim olduğu dönemde serbest sermaye hareketleri ortamında kur kontrol edilirken para politikası bağımsız değildi. Erdoğan'ın sonraki yıllarda bağımsız para politikası izlemek istemesi kur tarafında faturanın maliyetinin artmasına neden oldu. Bugün gelinen noktada ise 210 milyar doları aşan ihracat ve 50 milyar dolar olduğu tahmin edilen hizmet gelirlerine karşılık 300 milyar dolarlık ithalatı olan ekonomide son üç ayda iktisadi temelden yoksun faiz indirim politikasına karşılık yine aynı muhteviyatta bir kur hareketi ile karşı karşıyayız. Tera Yatırım Başekonomisti Enver Erkan'ın salı günü döviz kurlarında yaşanan ve 2001 krizini akıllara getiren harekete ilişkin yaptığı değerlendirmeye göre, “İktisadi temeller açısından faiz desteğinden yoksun olması liranın değer kaybının en önemli nedeni olmakla birlikte; özellikle türev işlemlerin tetiklediği aşırı bir hareketlenme söz konusu.”
KLASİK PARA POLİTİKASI İŞLEMEZ
Hükümetin yöneldiği politikaya ilişkin konuştuğumuz ana akım dışındaki görüşlere sahip iktisatçılar, temel problemin neoklasik, neoliberal ortodoks yaklaşımdan kaynaklandığını ifade ettiler. Buna göre, maliyet enflasyonu konusu başta olmak üzere küresel krizlerde bu krizlerden çıkış reçetesi olarak temel yaklaşımlar her zaman zayıf ve basmakalıp metodolojilere dayandı. Enflasyonla mücadele hep faiz artışı ile sağlanmaya çalışıldı. Ancak söz konusu ekonomi, maliyet enflasyonu olağanüstü düşükken aşırı canlılıktan talep enflasyonu baskısı yaşıyorsa klasik para politikası işleyebilir. Fakat küresel sistem gelmiş geçmiş en esaslı virüs salgınlarından birini yaşarken ve bu nedenle dünya bir şok yaşamışken, böyle bir şoku atlatması için Keynesyen heterodoks yaklaşımın uygulanması gerekiyor. Ortodoks politika burada işe yaramıyor. Konuştuğumuz ana akım dışı iktisatçılar, Uluslararası Finans Enstitüsü Başekonomisti Robin Brooks'un bile; cari açıktaki kapanma, ihracattaki başarı ve Merkez Bankası rezervlerindeki toparlanma dikkate alındığında TL'nin haddinden çok fazla değer kaybı yaşadığını ve ekonomi mantığı çerçevesinden koptuğuna ilişkin yorumlar yazdığını anımsattılar.
FİKİR MÜCADELESİ BAŞLADI
Neoliberal iktisatçıların veya bu görüşü savunanların, merkez bankaları politikası takıntıları yüzünden ekonomi yönetimi ve Cumhurbaşkanı ile bir bilek güreşine girdiğine işaret eden iktisatçılar, Cumhurbaşkanı'nın ise son mesajlarında asla geri adım atmayacağını söylemine dikkat çektiler. Bir kısım ekonomist ve finans piyasalarındaki muhataplarının bu konuyu adeta Cumhurbaşkanı ile kendi aralarında bir fikir mücadelesinin hareket noktası haline getirdiklerini anlatan iktisatçıların sürece ilişkin görüşleri şöyle oldu: “Kuru serbest bırakma kararı 2001'de alındı. Merkez Bankası rezervi bu durumda olanlar kuru sabitleyemez. Cari işlemler dengesini yönetmeye çalışırsın, faizi belirlemeye çalışırsın aynı anda hem finansal dengede hem kur hem de faizi yönetemezsin. Daha önceki yönetimle fikirsel kavganın olduğu dönemde değerli TL'ye göz yumulması durumu vardı. Bu tercih nedeniyle yerli ara malı ve ham madde mamul üreticileri etkilendi. Ham madde ve ara malı bulamayan ithale yöneldi. Kur yerinde sayıyor diye firmalar aşırı miktarda yabancı para cinsinden borçlanmasalar hayat farklı olurdu.”
'BÖYLE GİTMEZ' DİYE UYARDILAR
Prof. Dr. Asaf Savaş Akat ve Ekonomist Ege Cansen ve Prof. Dr. Kerem Alkin'in, TL'nin aşırı değerli olduğu dönemde cari açık politikasının yanlış olduğu konusunda yazılar yazdıklarını anımsatan iktisatçılar, o dönem bu politikaya karşı çıkarak, yanlış yapıldığı konusunda ana akım medyada bu üç kalemin uyarılarının dikkate alınmadığını kaydettiler. Buna göre, ithalatın aşırı motive edildiği dönemde dış açık ve cari açığın böyle gitmeyeceği konusunda uyarılar yapıldı. Ana akım medyada yer bulan iktisatçılar arasında bu yüzden görüş ayrılıkları oldu. Uluslararası finans sistemindeki bir grup aktör ve onların muhataplarının para kazanmasının öncelikli olduğu modelden, büyümenin, istihdamın ve ihracatın öncelikli olduğu bir platoya geçildiğini not eden iktisatçılar, “Bunu kaldırmak için ekonomi yönetimi ile kur üzerinden bir savaşa girdiler. 2008 küresel krizi döneminde Erdoğan'ın talimatıyla Türk vatandaşlarının yabancı para cinsinden borçlanmasının önünün kapanmış olması bugünler için çok hayırlı oldu. Yine daha sonra döviz geliri olmayan firmaların döviz borçlanmaları da kısıtlandı.” ifadelerini kullandılar.