Kuşatmaya karşı altın operasyonu

Türkiye altın varlığının yüzde 86'sını ülke içine taşıdı. Aynı dönemde rezervlerdeki altın ağırlığını neredeyse iki katına çıkardı. En gözde 25 ABD tahvili yatırımcısı olan Türkiye, bu ülke varlıklarını sıfırladı.

Eski Bakan Masum Türker, altınların taşınması sayesinde baskı unsurunun ortadan kalktığını savunarak, dış politikada Mavi Vatan'a kadar genişletilen etkiye işaret etti.

Son günlerde rezerv tartışması yeniden gündemin üst sıralarında. AK Parti tarafından yapılan açıklamalar kamuoyunu tatmin etmeyince Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu, AA vasıtasıyla rezervlerin hangi yöntemle ne için harcandığına ilişkin bir açıklama yaptı. Açıklamadan da görüleceği üzere muhalefetin bir şiar haline getirdiği üzere 128 milyar dolar değil 2019-2020 yıllarında 165 milyar dolarlık bir döviz ihtiyacı ortaya çıkıyor ve bu ihtiyaç döviz rezervlerinden karşılanıyor. Eski bakanlardan Masum Türker, rezerv tartışmalarına farklı bir açılım getirdi. Son bir haftadır ekranlarda Türker'in söylemleri gündem oldu. Masum beyi aradığımızda rezervler ve Türkiye'ye getirilen altınlar konusundaki görüşlerinin yeni olmadığını daha önce Ulusal Kanal'da katıldığı programlarda çokça dile getirdiğini söyledi. Masum Türker özetle şunu diyordu: Türkiye gibi dış açık veren bir ülkenin rezervi zaten borçtan ibarettir. Gelen dış kaynakla elde edilen bu rezervler bir nevi kağıt üzerinde vardır ve muhalefet de bunu centilmenlik gereği mesele etmemiştir. Bu anlamda rezervlerin yeniden tahkim edilmesine ihtiyaç vardır.

REZERV BORÇLARIN GARANTİSİ

Türker'in de ifade ettiği üzere 2000'li yılların başında yaptığı reformlarla tamamen küresel finansal sisteme eklemlenen Türkiye'nin geçen süreçte mütemadiyen dış açık verdiği görülüyor. Bu durum ödemeler dengesi raporlarından izleniyor. İlaveten Uluslararası Net Yatırım Pozisyonu (UYP) bize Türkiye'nin dış dünya ile yaptığı alışverişin bir nevi bilançosunu veriyor. Türkiye'nin net Uluslararası Yatırım Pozisyonu açığı 2020 sonu itibarıyla 404 milyar dolar. Bu kalem 2002'de 85.5 milyar dolar açık şeklindeydi. Şu anlamda Türkiye'nin döviz varlık (döviz rezervleri dahil) ve yükümlülüklerini ifade eden bu kalemdeki açık 404 milyar dolarken gerçek anlamda hangi rezervden söz ediliyor merak konusu. Türkiye'nin brüt rezervleri 2013 yılında 130 milyar dolardı. Aynı yıl net rezervler de 50-52 milyar dolar düzeyindeydi. O yıl bakıyoruz UYP açığı yani döviz açığımız 399 milyar dolar. 2020'ye geldiğimizde net rezerv eksi 40 milyar dolar, brüt rezervler de 92-95 milyar dolar civarında. Tabloya baktığımızda mesele şunu gösteriyor: dış dünya ile mal ve hizmet ticaretinde hiçbir yıl (istisnalar dışında) dış fazla veremeyen ve bu açıkları sıcak para, uzun ve kısa vadeli borçlanma, kamu mallarının satılması, kısmen de doğrudan yatırımlarla finanse eden Türkiye'nin biriktirdiği rezervler esasen dış dünyadan sağladığı kaynağın bir kısmının ihtiyat olarak ayrılmasıdır. Rezervlerin bu şekilde tahkim edilmesini sağlayanlar da elbette Türkiye'yi küresel finansal sisteme eklemleyenlerdir. Nitekim rezerv yeterliliklerine ilişkin standartları belirleyen de IMF'dir. Açık piyasa daha doğrusu tam kambiyo serbestisi olan ülkelerde bu rezervlerin tutulmasının nedeni dış dünyanın alacaklarının bir kısmının sigorta edilmesinden ibarettir. Bu anlamda rezerv ne kadar güçlü olursa o ekonominin kırılganlığı o derece azalır ve ulusal parasının değerini korumada o derece cephanesi olur.

2013 SONRASI PARADİGMA DEĞİŞTİ

2013'ten sonra Türkiye'nin brüt rezervlerinin azalmasının nedeni 2013 yılı Mayıs ayında Amerikan Merkez Bankası FED'in parasal genişlemeyi sonlandıracağını açıklaması ve o tarihten sonra gelişen ülkelerde başlayan sermaye çıkışıdır. Ucuz ve bol para dönemi kapanmıştır. Dolayısıyla konut satışı ile elde edilen yabancı sermaye girişi seçimden seçime koşan ülkenin dış açıklarını kapatmaya yetmemiştir. Bu anlamda açık ihalelerle birçok kez döviz kuruna müdahale edildi. Tekel konumdaki enerji şirketlerinin döviz ihtiyaçları da belli dönemler doğrudan rezervlerden karşılandı. Yurt dışı borçlanma imkanları daralmasa da ülke içine dış sermaye akımları o kadar bol olmayınca rezerv biriktirme kapasitesi hızla geriledi. Yine de 2019 yılı başlarında net rezervler 50 milyar doların üzerindeydi. Üstelik geçen yıllardaki faaliyetlerden dolayı Merkez Bankası'nda yedek akçe adı altında biriken 41 milyar liralık bir kaynak da söz konusuydu. Başkanlık sistemine geçilmesi sonrası, faiz konusunda genel iktisadi kabulün dışında bir argümanla izlenen para politikası, Brunson krizi ile başlayan ABD'nin finansal tehdidi derken açık piyasa ekonomileri için imkansız üçlemeyi geçersiz kılan hamle yapıldı ve önce yedek adı altında tutulan kaynak harcandı daha sonra döviz ihtiyacı kısa vadeli dış kaynak çekmek yoluyla değil de rezerv yakarak karşılandı. İşin içine pandemi girince Türkiye turizm kaynaklı önemli bir döviz gelirinden mahrum kaldı. Arka kapıdan döviz satımı ile tutulan döviz kurunun patlayacağını öngören yurt içindeki tasarruf sahipleri, TL faizlerinin de enflasyonun çok çok altında tutulması yüzünden yoğun miktarda TL'den dövize geçti. Merkez Bankası Başkanı'nın verdiği tutar: 54 milyar dolardır.

SWAP KAVGASI NEDEN ÇIKMIŞTI?

Başkan Kavcıoğlu diyor ki; “2019 ve 2020 yıllarında oluşan dış açık, turizm gelirlerinde yaşanan belirgin düşüşle beraber 30 milyar ABD doları cari açık, 31 milyar ABD doları tutarında yabancı sermaye çıkışı, 50 milyar ABD doları tutarında reel sektörün yabancı para pozisyon azaltması ve hane halkının 54 milyar ABD doları tutarında döviz ve altına yönelmesi kurlar ve döviz rezervleri üzerinde yoğun baskı yaratmıştır.” Buna göre dış kaynak sorunu doğunca kamu rezerv harcamak yoluyla, özel sektörün 50 milyar dolar tutarındaki döviz riskini bu anlamda üstlenmiş oluyor. Yine rezervlerin tutulma işlevinin gereği olarak 31 milyar dolar yabancının rahatça çıkması için harcanıyor. Yukarıda belirttik. Serbest kambiyoyu kabul edip sıcak parayı buyur ettiğinizde zararsız çıkmasını da sağlamanız gerekir. Onu yapmazsanız Londra piyasalarında SWAP oyunlarına girerler. SWAP'lar kesildi ama bu riskli politika asıl hançeri yurt içindeki tasarruf sahiplerinden yedi; üç kuruş birikimi olan yurttaş bile önce dövize sonra da altına yöneldi. Türkiye geçen süreçte bunları yaşadı. 2020 yazında faizler baskılanmasa yabancı sermaye tutulabilir miydi? Zor. Çünkü bütün bir pandemi dönemi boyunca eylül-ekime kadar sıcak para akımlarına baktığımızda Çin dışında minimuma inmişti. Sermaye geldiği yere gidiyordu. Ancak negatif faizde ısrar edilmese belki yurt içi yerleşiklerin altın ve dövize bu derece hızlı kayması önlenebildirdi. Bunlar sadece varsayımlar.

REZERV POZİSYONU DEĞİŞTİRİLDİ

Bu uzun rezerv girizgahından sonra Masum bey ile sohbetimizde gündeme gelen altınların ülkeye getirilmesi konusuna değinmek istiyorum. Bu yazının temel konusu da o zaten. Ancak rezervlerden ayrı tutulamaz. Türkiye'nin 2013 başlarında 20 milyar dolar civarında olan altın rezervleri 2017'den sonra kademe kademe artırılmış 2019 ve 2020 yıllarında 40 milyar doların üzerine çıkılmıştır. Yeni bir rezerv kompozisyonu söz konusudur. Hatta 28 Ağustos 2020 itibarıyla altın rezervleri 43 milyar dolarken, brüt döviz rezervleri 41.5 milyar dolardı. Merkez Bankası tablosundan (Tablo 1) da görüyorsunuz üstteki kısım altın rezervlerinin seyrini ifade ediyor. Türkiye rezerv politikasını değiştirmiştir ve 2020 yılındaki 25.2 milyar dolarlık rekor altın ithalatının önemli kısmının altın rezervini artırmak için yapıldığı bir gerçek. Yine Merkez Bankası bünyesinde 2019'da hiç yokken 2020'de Hazine'nin altın varlığının (Tablo 2: 27.6 milyar TL / yaklaşık 60 ton) oluştuğunu görüyoruz. Hatırlanacağı üzere Türkiye FED bünyesindeki altınlarını 2017'den sonra kademe kademe ülkeye geri getirdi. Bu konuyu etraflıca ele alan isim ekonomi yazarı Uğur Gürses oldu. Gürses, Ekonomi Alla Turca adlı blok sitesindeki 18 Mart 2019 tarihli “Altından al haberi” başlıklı yazısında şunları kaydetti: “Amerikan Hazine Bakanlığı verilerine göre; Türk Merkez Bankası’nın Kasım 2017’de 61 milyar dolar olan ve FED’de saklamada duran ABD tahvil mevcutlarının hızla azaltılarak Ocak 2019 itibarıyla sadece 3.2 milyar dolara çekildiği görülüyor. Temmuz sonunda 30 milyar dolara yakın olan tahvil mevcudunun, ağustos ayında ABD ile Rahip Brunson krizi sonrasında neredeyse sıfırlandığı anlamına geliyor.... Banka, Britanya Merkez Bankası’nda tuttuğu altın miktarını kayda değer miktarda azalttı: 278.8 ton. Peki ne oldu bu altınlara? Yurt içine taşındı. Borsa İstanbul nezdindeki altın saklama kasalarına taşındı. Miktarı ise 221 ton. Böylece 2016’dan bu yana Türkiye’ye getirilen altın miktarı 324 ton oldu. Merkez Bankası’nın altın rezervlerinin yüzde 80.2’si artık Türkiye sınırları içinde. Bu oran 2016’da yüzde 17 idi.”

ABD Hazine Bakanlığı verilerine baktığımızda Türkiye 2017 sonuna kadar en çok ABD Hazine tahvili tutan ülkeler içinde 60 milyar dolarla ilk 25 ülke içindeydi. 2018'den sonra listede adımız yok. Şubat 2021 itibarıyla 2.4 milyar dolarlık bir tutar söz konusu.

ALTINLARIN YÜZDE 86'SI TÜRKİYE'DE

Merkez Bankası'nın 2020 yılı Faaliyet Raporundan bakalım: Altın varlıkların rezervler içindeki payı yüzde 46.6 oldu. Altın mevcudu 719.2 ton. Bunun 99.4 tonu, yaklaşık yüzde 14'ü kadarı İngiltere'de. Yüzde 86'sı ise Türkiye'de. 719 ton altının 461 tonu (Yüzde 64'ü) Merkez Bankası'nın kendi malı. 172 tonu ise bankaların zorunlu karşılık olarak tuttukları altın. Bu zorunlu karşılık konusuna da kısaca özetleyelim. Bankalar bünyelerinde tuttukları döviz ve altın varlıkları için Merkez Bankası'nda uhdesinde belli oranda karşılık ayırırlar. Bu varlıklar da rezervlerden sayılır. Esasen bunlar da emanet paradır. Yani Merkez Bankası'nın net rezervleri dışındaki tüm varlıklar emanettir. Yukarıda aktardık altın dahil 2019 başlarında 50 milyar dolar civarlarındaki net rezervimiz ekonomistlerin yaptığı işlemlere göre SWAP işlemleri çıkarıldığında eksi 40'lara geriledi. Ancak BloombergHT'nin haberine göre 9 Nisan haftasında Merkez Bankası'nın net rezervleri, Merkez Bankası kuruna göre yapılan hesaplamayla 9.9 milyar dolar oldu. Böylelikle net rezervlerde 2003 Nisan ayından bu yana ilk kez 10 milyar doların altına düştü. Öte yandan tablo 2'den de görüleceği üzere Merkez Bankası'nın altın varlıkları 2019'dan 2020'ye epey artış göstermiş. 9 Nisan 2021 itibarıyla rezervler 89.3 milyar dolar. Bunun yüzde 44'ü yani 39.9 milyar doları altın rezervinden ibaret. Bununla birlikte döviz rezervlerinin ne kadarının ABD doları olarak tutulduğunu da bilmiyoruz!

'ALTINLAR GELİNCE ELİMİZ RAHATLADI'

Türkiye rezerv yakma dönemi öncesinde önce altınlarını ülke içine getiriyor daha sonra ise rezervlerdeki altın ağırlığını artırıyor. ABD tahvillerinde tutulan rezervlerin de satılıp altına kaydırılması düşünüldüğünde bunun ilk aşamada o dönem ABD ile yaşanan diplomatik kriz ve Suriye operasyonları ile bağlantılı olduğu açık. Türkiye, önce Suriye ardından Doğu Akdeniz'de ABD ile cephe cepheye gelince ülke piyasaları sermaye akımları yoluyla speküle edilmeye başlandı. Türkiye olası ABD yaptırımlarına karşı önce altınlarını ülke içerisine getirdi. Aynı dönemde ABD varlıklarını satarak altına çevirdi. Rezervlerdeki altın ağırlığını artırdı. Eski Devlet Bakanı Masum Türker sohbetimizde altınların ülkeye getirilmesine ilişkin, bu projenin İsmet İnönü döneminden beri Türkiye'nin gündeminde olduğunu Bülent Ecevit zamanında da ülkeye getirilmek istendiğini ama Kıbrıs olayının çıktığını o yüzden ertelendiğini anlattı. Masum Türker, altınların güvenceye alınması sayesinde Türkiye'nin Suriye'de, Doğu Akdeniz'de, Libya'da milli çıkarları temelinde adım atabildiğini, Karabağ'da Azerbaycan ile birlikte hareket edebildiğini, 12 mil söylemini terk edip Mavi Vatan'ı ilan edebildiğini söyledi. Altınlar gelince baskı unsurunun ortadan kalktığını savunan Türker, Türkiye'nin bu altınlarının ise zamanında bir yabancı şirkete verilen kibrit imtiyazı sayesinde alınıp İngiltere'de tutulmaya başlandığını söyledi.

Nihayetinde bu adımlar kambiyo cephesindeki politikalarla desteklenemeyince ve Kovid-19'un da getirdiği yıkıcı etkiyle TL döviz karşısında kırılganlaştı. Esasen Türkiye'nin rekabetçiliğini önleyen aşırı değerli TL politikası bir anlamda zorunlu olarak terk edilmiş de oldu. 2008'den sonra dış dengede bir düzelme olmadığı halde değerli tutularak ithalatçı yapıya iyice bir oturtulan ve borca batırılan Türkiye, son bir yılda önce baskılanan sonra bırakılmak zorunda kalınan tehlikeli döviz politikası ile bugünlere geldi. Önce yüksek faiz düşük kur, ara dönemde düşük faiz düşük kur ve kasım sonrası yapılanlarla birlikte yüksek faiz yüksek kur dengesini oturduk.

Sonraki Haber