Labirent’ten çıkışı şaşıran Amin Maalouf mu?
Her iki dünyayı iyi tanıyan Amin Maalouf’un kimliğini belirleyen bu ikilem, onu, yolunu ararken Labirent’in içinde bir oraya bir buraya savuruyor. Diğer bir deyişle Amin Maalouf, istese de istemese de, çıkışı Labirent’in Batı yönündeki kapılarında aramaya devam ediyor
Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf son kitabı “Labirent-Batı ve Hasımları”nda günümüzün yakıcı, yıkıcı-kaos sorununu, “Batı ve Hasımları” ilişkisi temelinde, ağırlıklı olarak 20. yüzyıl çerçevesinde, irdeliyor. Genel olarak Batı diye ifade ettiği olgunun günümüzdeki temsilcisi ABD ile “Batı”nın Asya’daki belli başlı hasımlarını, yani Japonya’yı, Rusya’yı ve Çin’i, bu üç Asya ülkesinin modernleşme serüvenlerini masaya yatırarak, Doğu-Batı ilişkisinin geldiği noktaya mercek tutuyor. Bir yandan da, kaos ortamından çıkışın yolunu arıyor.
Kitabın özgün adı “Yoldan Çıkanların Labirent’i” (Labirent des Egares)’nin açık biçimde ifade ettiği gibi, yazar hem Batı’nın hem de hasımlarının gelinen noktadaki paylarının, sorumlulukları da denebilir, altını çizerek, aradığı çıkış yolunu netleştirmeye çalışıyor.
Kitabın önsözünde annesinin 1921’de Kahire’de doğduğunu, 2021’de Fransa’da öldüğünü belirtmesi, yazarın kendisini hem Doğu’nun hem de Batı’nın bir parçası olarak gördüğünü hatırlatma kaygısı olarak anlaşılmalı. Zaten yazarın bütün kitaplarının özü, temaları bu ikilim içinde gelişmiyor mu?
Ali Berktay’ın başarılı çevirisi, okumayı iyice keyifli hale getiriyor.
KAOS BETİMLEMESİ
Yazar kitaba “İnsanlık bugün tarihinin en tehlikeli dönemlerinden birinden geçiyor” cümleciği ile başlıyor. Ve başlıyor sorunu deşmeye: “Acaba bugün ABD de kaidesinden devrilmek üzere mi? Acaba bir bütün olarak Batı’nın küme düşmesine ve başka uygarlıkların, başka hâkim güçlerin yükselişine mi tanıklık ediyoruz?”
Yazar Batı’nın gerilemesinin zaman zaman siyasi ve ahlaki bir iflas görüntüsüne bürünen bir vakıa olduğunu açıkça saptadıktan sonra, ‘Batı’nın Hasımları’nın sorumluluklarını deşmeye geçiyor. Ve son söyleyeceğini baştan söylüyor. “Ne Batılıların ne de onların çok sayıdaki hasmının bugün insanlığın içine girdiği labirentten çıkabileceklerini” sanmadığını söylüyor.
Çözümü de bu çıkmazda arıyor :
“Benim ve daha pek çok insanın hissettiği bu endişenin (yıkıcı kaotik durum, y.n.) sonunda bizi selamete çıkaracak bir bilinçlenme yaratacağına inanmak istiyorum.”
İnanmak istemek başka, insanlık için, olgulara dayanarak, tarihten dersler çıkararak, gerçekçi bir çıkış yolu aramak başka.
BATI’NIN HASIMLARI
Amin Maalouf kitabında, yukarda belirtildi, Batı’nın Hasımları’ndan Japonya, Rusya ve Çin üzerinde yoğunlaşıyor. Kanımca önemli değerlendirmeler yapıyor. II. Dünya Savaşı sonrası Hollywood’un, Batı propagandasının Nazilerle aynı kefeye koyduğu, atom bombalı katliama rağmen karaladığı Japonya hakkında yazdıkları düşündürücü. Asya’nın uyanışında 1905 Rus-Japon deniz savaşının önemine işaret ediyor.
Devrim sürecinde oynadığı rol nedeniyle Mao’nun, 1976 sonrası modernleşme hareketi nedeniyle Deng
Siao Ping‘in eseri Çin tecrübesini çok önemsediği görülüyor.
Etraflı bir değerlendirme yaptığı Sovyet tecrübesine de oldukça nesnel yaklaşıyor.
Yazar kitabımı şöyle bağlıyor: “Bütün endişelere rağmen içinden geçtiğimiz bunalımlı anların olumluya döneceği, bizi insanlık macerasının devamı için başka bir seyir tasarlamaya sevk edebileceği kanaatini koruyorum.”
Tarihin maddesinden koparak, yeni şeyle tasarlamak idealizm oluyor doğallıkla.
Yeni ufuklara yelken açmak başka, yeni tasarımlar başka.
Dikkat: Yazar kitabın sonunda geniş bir kaynakça vermiş Asya’ya yönelik bu kaynakçada tek bir Türk yazarın adı yok. Yazarın olduğu kadar Türk aydınının da hatası bence.
SONUÇ
Batı Asya’nın son yıllarda yetiştirdiği büyük yazarlardan Amin Maalouf’un yaşam serüveni Anadolu’da, Lübnan’da başladı, şimdilerde Fransa’da sürüyor.
Her iki dünyayı iyi tanıyan Amin Maalouf’un düşüncelerini önemseyenlerdenim. Ancak yazarın kimliğini belirleyen bu ikilem, onu, yolunu ararken Labirent’in içinde bir oraya bir buraya savurduğunu da görenlerdenim. Diğer bir deyişle Amin Maalouf, bana kalırsa, istese de istemese de, çıkışı Labirent’in Batı yönündeki kapılarında aramaya devam ediyor.
Lavoisier yıllar önce çok açık ifade etmişti. “Hiçbir şey durup dururken var olmaz, hiçbir şey durup dururken yok olmaz.” Genel olarak madde için geçerli bu teşhis, kuşkusuz tarihin maddesi için de geçerli. İnsanlık uzun süreli bir feodal dönemden, bir tarım uygarlığından sanayi devrimine, burjuva toplumuna geçti, yeni üretim tarzıyla ve o temelde yükselen düşüncelerle tanıştı.
Bu dönemin insanlık tarihinde derin izler bıraktığı, önemli bir birikim yarattığı doğru, ancak günümüzdeki kaostan çıkış yolu ararken net olmak zorundayız. Günümüzdeki “kaos”un başlıca sorumlusu, Batı değil midir? İçinde yaşadığımız zulmün, savaş ortamının, sömürünün, eşitsizliğin, hak ihlallerinin, ırkçılığın, şimdilerde ahlaksızlığın vb. sorumlusu Batı değil midir?
İnsanlığın mutluluğu ve esenliği ancak ve ancak Batı’nın 500 yıllık kapitalist-emperyalist uygarlığını aşmakla mümkün olacaktır.
Dünyada her alanda kaosun hüküm sürdüğü doğru, insanlığın çok zor bir dönemden geçtiği doğru, yeni arayışlara kapıları açık tutmanın gerekliği doğru ama günümüzde bütün olgular çıkış yolunun kapitalizmin 500 yıllık serüveni ile hesaplaşmaktan, Doğu’nun binlerce yıldır biriktirdiği değerleri yeniden ele alıp günümüze uyarlamaktan geçtiğini gösteriyor.
Labirent’ten çıkışı aramanın yolu, Firavunların dehlizlerini iç içe geçirerek daha da karmaşıklaştıran kapitalist-emperyalist toplumu aşmaktan geçiyor.