Lübnan'da siyasi kırılganlık dış müdahaleye kapı aralıyor
Beyrut Limanı’ndaki patlamanın ardından Lübnan, büyük yıkımın şokunu üstünden atmaya çalışırken, ülke siyasetindeki belirsizlik ve kırılganlık dış müdahaleye de zemin hazırlıyor.
Beyrut Limanı’ndaki patlamanın ardından Lübnan, bir yandan yıkımın şokunu üstünden atmaya çalışırken diğer yandan müzmin hale gelen hükümet krizleri ve yıllanmış Refik Hariri davasıyla ilgili gelişmelerle sarsılıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise Orta Doğu’nun bu çalkantılı ülkesine yaptığı ziyaretlerle değişim sürecinde aktif bir rol almaya çalışıyor.
Liman patlamasından sonra Macron’a yüklenen “kurtarıcı” rolü kısa sürede tersine döndü. Macron’un Lübnan cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanan bir aday gibi davrandığı yönünde eleştiriler de yapıldı.
REFİK HARİRİ SUİKASTI DAVASI: EMRİ KİM VERDİ?
Lübnan’ın eski Başbakanı Refik Hariri’nin suikasta kurban gitmesiyle ilgili davaya bakan uluslararası mahkeme 15 yıl sonra nihai kararını verdi. Suikastla ilişkisi olduğu iddia edilen dört sanığa ilişkin verilen kararda Şam yönetimi ve Hizbullah’ın olayla doğrudan ilişkilerinin tespit edilemediği ancak Hizbullah üyesi Selim Cemil Ayyaş’ın suikastta dahlinin olduğu belirtildi. Karara verilen tepkiler ve muhtemel senaryolara geçmeden önce bu on beş yıllık süreçte yaşananları özetlemekte fayda var.
Eski Başbakan Refik Hariri’nin konvoyuna 2005 yılında Beyrut’ta bomba yüklü bir kamyonla yapılan saldırının ardından Hariri, konvoyunda bulunan 21 kişi ile birlikte hayatını kaybetmişti. Bu suikast, sadece Lübnan’da değil bölgede yeni bir dönemin başlamasına sebep oldu. Lübnan iç savaşı döneminde Suriye yönetimi, Lübnanlı gruplar arasındaki çatışmalara müdahale etmek için ülkeye askeri birlik göndermiş ve savaş sonrasında da ülkede varlığını sürdürmüştü. Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesini isteyen Refik Hariri’nin kısa süre sonra suikast sonucu öldürülmesi gözleri Şam yönetimine çevirmişti. Suriye, bu suikastla ilişkilendirilerek Lübnan’dan çekilmeye zorlandı. Hariri’nin Şam yönetiminin askerlerini çekmesi hususunda geçmişteki tavrı referans alınarak bu suikastın arkasında Şam ve müttefiki Hizbullah’ın olduğu yönünde uluslararası toplumda bir algı oluştu. Bu algı da daha sonra Suriye’nin ülkeden çekilmesine sebep olacak büyük gösterilerin fitilini ateşledi. Lübnan yakın tarihinde Sedir Devrimi olarak anılan bu olay, Lübnan’daki Suriye etkisini göreceli olarak kırsa da bu defa da ülke siyasetinde Suriye yanlısı ve karşıtı iki farklı blok oluştu. Suriye, ülkeden çıkarken arkasına siyasi olarak kendine vekalet edecek partiler, gruplar ve örgütler bıraktı.
Lübnan siyasi tarihinin siyasi suikastlarla dolu olduğu ve suikastların neredeyse hiçbirinin Lübnan yargısı tarafından açıklığa kavuşturulamadığı için Hariri davası bağımsız bir uluslararası mahkemeye götürülmüştü. Ancak suikast sonrası olay mahallindeki delillerin ortadan kaldırılması, uluslararası mahkemenin elini epey zorlaştıran bir faktör oldu. Uluslararası mahkemede görünürde suikastla ilişkili olarak dört kişi yargılanıyordu ancak tutuklanmış hiç kimse yoktu, dördü de gıyaben yargılanıyordu. Delillerin karartıldığı, sanıkların sorgulanamadığı ve yıllardır sürüncemede olan bu dava Lübnan için maddi olarak da büyük külfet oldu. Müfettişler, araştırmacı ve avukatlar ordusuyla bu dava Lübnan’a milyonlarca dolara mal oldu. Üstelik 15 yıl süren yargılamanın sonucunda mahkûm edilen Selim Cemil Ayyaş’ın gıyaben yargılandığı için tutuklanması halinde tekrar yargılanması gerekecek. Tutuklanması ise pek ihtimal dahilinde görünmüyor zira Hizbullah lideri Hasan Nasrallah konuyla ilgili “Her kim ki bir üyemizi tutuklamaya kalkarsa ellerini keseriz” şeklinde sözler sarf ederek yargıyı açıkça tehdit etti. Bütün bunlar göz önüne alındığında bu davadan çıkan kararın pratikte bir karşılığının olmayacağı aşikar. Nihayetinde Ayyaş’ın bu suikastın ana planlayıcısı olmadığı biliniyor. Ancak kararın en olumsuz etkisi, sorunların uluslararası mahkemede çözülebileceğine dair inancın yok olmasıdır.
Siyasal anlamda ise Hizbullah ve Şam’ın doğrudan suikastla ilişkilendirilememesi ve Ayyaş’a suikast emrinin kim veya kimlerin verdiğinin tespit edilememesi, Hizbullah ve Şam yönetiminin elini güçlendirdi. Refik Hariri’nin oğlu Saad Hariri mahkeme öncesi yaptığı açıklamada mahkemeye olan güvenini dile getirmiş, Nasrallah ise kararı “sanki hiç verilmemiş gibi” yok sayacağını ilan etmişti. Çıkan nihai karara bakıldığında bunun Hizbullah’ın pek beklemediği bir karar olduğu anlaşılıyor. Her ne kadar Hizbullah bir nevi aklanmış olsa da örgüt olarak hiçbir şekilde bu suikastla ilişkisi olmadığını iddia ettiği için Ayyaş’ı teslim etmemesi bekleniyor.
Yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Edip’in kirli bir sicile sahip olmaması, olumlu bir izlenim oluşturmasına rağmen arkasına bir siyasi bloğu almadan kabineyi kuramayacağı bir gerçek.
YENİ HÜKÜMET ARAYIŞLARI: MEZHEP DENGELİ TEKNOKRAT HÜKÜMET
Liman patlaması sonrası, bir hükümet değişikliği zaten bekleniyordu. Üst üste bakanların istifa etmesi sonrası Başbakan Hassan Diyab da hükümetin istifasını sundu. WhatsApp uygulamasına yönelik getirilen vergiler sonrası oluşan protesto gösterileri sonrası göreve getirilen akademisyen kökenli Hassan Diyab’ın 6 aylık hükümeti böylece senesini dolduramadan sona ermiş oldu. Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın önünde bu süreçte iki seçenek vardı: Ya ülkeyi bir erken seçime götürecek ya da başbakanlık görevini tevdi edebileceği yeni bir isim arayışına girecekti. Patlamanın meydana getirdiği ekonomik ve manevi çöküş göz önüne alındığında Lübnan’ın yeni bir seçime hazır olmadığı açıktı. Bir de Macron’un patlamanın sonrasında yaptığı Beyrut ziyaretinde “yetkin kişilerden oluşan” bir hükümetin aciliyetine yaptığı vurgunun süreci hızlandıracağı tahmin ediliyordu. Hükümetin istifasıyla birlikte başbakanlık görevini üstlenebilecek Sünni bir isim arayışına girildi; Saad Hariri’nin ismi zikredildi, eski başbakanlardan Temmam Selam’ın adı geçti ve son olarak Navaf Selam’dan bahsedildi. Hariri ve Temmam Selam açık şekilde bu şartlarda bu görevi kabul etmenin mümkün olmadığını söyleyerek kapıyı en baştan kapattılar. Sonuç olarak kimsenin pek beklemediği ve aslında Lübnan siyasetinin pek aşina olmadığı diplomat kökenli Mustafa Edip’e hükümeti kurma görevi verildi.
Mustafa Edip’in kirli bir sicile sahip olmaması, olumlu bir izlenim oluşturmasına rağmen arkasına bir siyasi bloğu almadan kabineyi kuramayacağı bir gerçek. Öyle ki daha şimdiden kendisinin Macron tarafından atandığı yönünde eleştiriler yapılıyor. Ancak bütün eleştirilere rağmen Lübnan’ın iç siyasetindeki aktörler, Edip’in başbakanlığı hususunda olumlu görüş bildiriyorlar; hem Hizbullah hem de Hariri çevresinin aynı anda Edip’in hükümeti kurma görevini üstlenmesinden memnuniyet duyması şaşırtıcı. Zira bir önceki Başbakan Hassan Diyab da geçmişi temiz bir akademisyen olmasına rağmen, Hariri’nin partisinden destek görmemesi ve Hizbullah ile ilişkilendirilmesi hükümetine en baştan düşük şans verilmesine sebep olmuştu. Başbakan adayı Mustafa Edip’in şimdilik ciddi bir muhalefetle karşılaşmaması eğer “bakanlık pazarlıklarında” da böyle devam ederse olumlu bir gelişme addedilebilir. Ancak Mustafa Edip’in teknokrat bir hükümet kuracağını açıklaması, şimdiye kadar mezhep dengesine göre şekillendirilen kabinenin nasıl oluşturulacağıyla ilgili merak uyandırıyor. Bir önceki hükümet de aslında yarı teknokrat bir hükümetti ancak siyasi elitlerin kontrolünde kaldığı için bağımsız bir politika yürütemedi. Şimdi gözler Macron’un da etkisinin yoğun bir şekilde hissedildiği yeni hükümetin kurulması sürecinde. Her ne kadar bu hükümetin de diğer hükümetlerin akıbetine uğrayacağı yönünde ciddi bir endişe hakim olsa da özellikle Macron’un baskısıyla göreceli de olsa bir dengenin kurulabilmesi ihtimali de bulunuyor.
MACRON-FEYRUZ BULUŞMASI
Beyrut patlamasının hemen sonrasında olay mahalline giden ilk yabancı devlet adamı olan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, harabeye dönmüş liman bölgesinden siyasi elitlere değişim mesajı vermişti. Macron, bir sonraki ziyaretinde bir şeylerin değişmesi için adımların atılmış olmasını umduğunu söyleyerek Beyrut’tan ayrıldı. Lübnan siyasetinde ise sistem ve hükümet tartışmaları alevlendi. Emel Hareketi lideri ve Meclis Başkanı Nebih Berri, mezhep gruplarının temsilcilerinden oluşan bir temsilciler meclisi ve tamamen seküler bir parlamentodan oluşan ikili bir sistem önerdi. Ancak Lübnanlı aktörlerin önünde böylesi radikal bir sistem değişikliği için oldukça kısıtlı bir zaman vardı. Bu kadar kısa sürede bırakın keskin değişimler yapmak, bir başbakan adayı bulmak bile Lübnan gibi bir ülke için sürpriz oldu.
Macron bütün bu siyasi kargaşanın içinde ikinci defa Beyrut’u ziyaret etti. Ancak bu defa siyasi grupların ve devlet adamlarının konutlarından değil, Lübnan için sembolik bir anlamı olan sanatçı Feyruz’un evinden temaslarına başladı. Bu ziyaret, siyasilere verilen bir mesaj olarak algılansa da daha derinde Macron’un Lübnan’a yönelik gittikçe artan ilgisinin de nişanesiydi. Liman patlamasının ardından hemen herkes Feyruz’un şarkıları ile ağıt yaktı şehre. Macron, bu atmosferi iyi kullandı ve Feyruz’un ayağına giderek aslında bu ağıttan haberdar olduğunu göstermek istedi. Ancak Lübnan’da siyasetçiler yozlaşmış eski sistemin kurallarıyla yeni bir hükümet kurmanın derdindeyken Macron’un objektifleri farklı yöne çevirmeye çalışması tepkiye sebep oldu. Feyruz’un evinin önünde Macron karşıtı sloganlar atan Lübnanlılar, umut bağladıkları Macron’un da pek sadra şifa bir çözüm sunamadığını söylediler. Liman patlamasından sonra Macron’a yüklenen “kurtarıcı” rolü kısa sürede tersine döndü. Macron’un Lübnan cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanan bir aday gibi davrandığı yönünde eleştiriler de yapıldı. Macron ise Lübnan’ın ihtiyaç duyduğu yardım fonlarını siyasi elitlere karşı sopa olarak kullanarak gücünü hissettirmeye devam ediyor.
MACRON-HİZBULLAH PAZARLIĞI: HİZBULLAH HÜKÜMETTE YER ALACAK MI?
Macron’un Lübnan ziyaretinde öne çıkan bir diğer mesele de Hizbullah’ın konumuydu. Hizbullah’ın silahları, uluslararası alanda Lübnan’ı siyasi ve ekonomik açıdan zor durumda bırakırken ve Lübnan kamuoyunda Hizbullah’ın silahsızlandırılması konuşulurken Macron’un Hizbullah’la yaptığı gizli görüşme basına yansıdı. ABD’nin Hizbullah’la işbirliği içinde olan Lübnanlı Hristiyan iş adamlarını da yaptırım listesine almaya hazırlanması, Hizbullah’a yönelik eleştirilerin artmasına sebep oldu. Macron’un Hizbullah yüzünden Lübnan’ın bir çöküşe sürüklenmemesi için ABD ile görüşmeler yaptığı iddia ediliyor. Bu bağlamda Macron’un Hizbullah’la gizli pazarlıklar yürüttüğü ve yeni kurulacak hükümette örgütün görünür olmaması karşılığında siyasi kanadına karşı yaptırımı hafifletmeyi taahhüt ettiği de iddia ediliyor. Fransa’nın birçok Avrupa ülkesinin aksine Hizbullah’ın siyasi kanadını “terör listesi”ne almaması, ABD ve Hizbullah arasında bir aracı olma işlevi görmesine imkan tanıyor. Ancak Macron’un Hizbullah’ı ikna edip etmediği şimdilik bilinmiyor. Tabii bütün her şey yolunda gitse bile ABD’deki başkanlık seçimlerinin sonuçlarının Hizbullah’a yönelik politikaları etkileme ihtimali de bulunuyor.
Sonuç olarak, Hizbullah ne silahtan ne siyasetten vazgeçmek istiyor. Lübnan halkı bir yandan iç çatışma korkusu diğer yandan kendi siyasi elitlerinden kurtulma arzusu içinde bir kurtarıcı arıyor. Macron ise elinde iyi bir reçete olduğunu iddia eden bir umut taciri gibi Lübnanlıların çaresiz hastalığına çeşitli kürler uygulamaya çalışıyor.
[Gazetecilik, Orta Doğu ve Afrika çalışmaları alanlarında lisans üstü eğitim gören Zeynep Karataş düşünce kuruluşları için Suriye ve Lübnan üzerine raporlar yazmaktadır]