Medyanın Halleri | Akif Beki ve Orhan Bursalı’ya bir soru: Neoliberal olmayan birine Nobel verirler mi?

Karar ve Cumhuriyet yazarları ortak bir paydada buluşuyor: Evet şaka değil gerçek. Şöyle soralım: Türkiye’yi savunan, Atatürk’ü öven, BRICS’i savunan, PKK’yla mücadeleyi teşvik eden, Üretim Devrimi’nden bahseden birine Nobel ödül verir miydi?

Akif Beki ve Orhan Bursalı’ya bir soru: Neoliberal olmayan birine Nobel verirler mi?

Daron Acemoğlu’nun Nobel alması, gündeme oturdu.
Önce şunu belirtelim: Ödüller bir havuç sistemidir. Özellikle Batı’da…
Elbette fizik, kimya, fizyoloji, tıp alanlarında daha nesnel ödüller olabilir.
Ama ekonomi, edebiyat ve barış alanları doğrudan siyasî tercihlerdir.
Karar’dan Akif Beki, “Nobel'in ekonomimize bir oyunu mu bu?” başlıklı bir yazı yazdı.
Acemoğlu’nu övüyor da övüyor. Överken Türkiye’yi yeriyor da yeriyor.
Kinayeli yazısında şöyle diyor:
“Nobel Komitesi'nden önce Daron Acemoğlu'na biz kulak versek şimdi ekonomimiz böyle şahlanmıyor, Almanya bizi kıskanmıyor olacaktı.
Ağzından çıkanı dünyanın dinlediği ekonomi profesörümüz, Türkiye'nin gidişatıyla ilgili en son ne mi demiş?
Gençlerin göçü Türkiye'yi çöküşün eşiğine getiriyor, diye uyarmış. Bir de bu dönemi sadece faiz artırma ve indirme söylemleriyle geçirirsek treni kaçıracağımızı söylemiş.
Anlı şanlı ekonomist, MIT'de ders veriyor, Nobel alıyor ama Türkiye Yüzyılı'nı başlattığımızdan haberi yok. Hâlâ sahiplerini ve etraflarını zenginleştiren iktidarların, halklarını yoksullaştırdığından dem vuruyor. Sanki Hans'la George'u çatlatan ekonomi yönetimimizden daha iyi bilecek.
Büyük, güçlü, zengin Türkiye'nin doğum sırrını ıskalamış. Halkın büyümesi, güçlenmesi ve zenginleşmesi için tam tersi bir yolda ilerlememiz gerektiğini iddia eden tezleriyle nasıl Nobel ekonomi ödülü aldı, hayret!”
Hale bakın ki, Karar ve Cumhuriyet yazarları ortak bir paydada buluşuyor: Acemoğlu.
Orhan Bursalı da benzer ifadeler kullanıyor. Bursalı, “Türkiye ile bağı çok derin, ülke ekonomisini çok yakından izliyor ve sık sık uyarıcı konuşmalar yapıyor. (…) Kendini adeta yoksulluğun kaynaklarını anlamaya ve analiz etmeye adadı. Klasik büyüme ve kalkınma teori ve modellerine farklı bir perspektifle yaklaşıyor. Muazzam bir çalışma var ödülünün ardında. Helal olsun.”
Sayın Orhan Bursalı, Daron Acemoğlu yoksulluğun bir kaynağı olarak hiç emperyalizmden bahsetti mi acaba? Yoksulluğun esas kaynağı bu değil midir? Dünya kaynaklarının bir avuç sömürücünün elinde olmasına Acemoğlu hiç laf etti mi? Acemoğlu’nun ağzından “adil paylaşım” ilkesini hiç duydunuz mu?
Beki ve Bursalı gibiler neden bu eleştirileri yapıyor?
Türkiye’nin izlediği neoliberal programdan yeterince memnun değiller de ondan.
Aydınlık da ekonomi politikalarını eleştiriyor? Ama nasıl?
Türkiye’nin, üreticinin, emekçinin mevzisinden.
Türkiye’yi borca batıranlara, uyuşturucu gibi sıcak paraya muhtaç edenlere, sıcak para komisyoncuları, dolar ve borsa vurguncuları, büyük faizciler, tarikat rantçıları gibi sülüklere karşı Üretim Devrimi’ni savunarak yapıyor.
Akif Bekiler ise, bu yetmez daha da Batıcı olalım diye eleştiri yapıyor.
Çözümleri şu: Demokrasi, insan hakları, adil yargı. Bu olunca cepleriniz para görecek!
Yıllardır emperyalizmin ulus devletlere dayattığı kara komediyi başarı diye sunuyorlar.
Acemoğlu, ikinci Orhan Pamuk vakasıdır.
Türkiye’ye otoriter, Atatürk’e despot diyen, BRICS ülkelerini tehlikeli bulan, PKK ile yapılan Açılım Süreci’ni destekleyen Acemoğlu’na elbette Nobel verilecek.
Dikkat edin kimler tebrik etti?
Mehmet Şimşekler, Ali Babacanlar, Ekrem İmamoğlular… FETÖ’cüler "Gururumuzsun" paylaşımları yaptı. Cumhuriyet’te yazan Orhan Bursalı Atatürk dönemini despotizm olarak gören Acemoğlu’nu övüyor! Evet şaka değil gerçek.
Şöyle soralım: Türkiye’yi savunan, Atatürk’ü öven, BRICS’i savunan, PKK’yla mücadeleyi teşvik eden, Üretim Devrimi’nden bahseden birine Nobel ödül verir miydi?

***

Al sana bir pislik

SALİH TUNA-SABAH

İsrail'in Golani üssünü vuran Hizbullah, sivil Yahudileri askeri üslerden uzak durmaları konusunda uyarırken, İsrail Gazze'de hastane bahçesindeki çadırlara sığınan Filistinli kadın ve çocukları geçen gün diri diri yaktı. Lakin, Batı dünyası Lübnan'ın direniş ordusu Hizbullah'a terör örgütü derken, soykırımcı İsrail'i "demokratik devlet" addediyor.
Ne ki kimi Sünni muhteremler, İsrail-Hizbullah çatışmasını "danışıklı dövüş" tesmiye etmeyi maharet sanıyor. Artık nasıl bir "danışıklı dövüşse" bitmek de bilmiyor. Zira Hizbullah'ın bidayetinden yani 82'den bugüne fasılasız sürüyor. Aynı zamanda çok da kanlı geçiyor. İsrail, Hizbullah lideri Nasrallah ve arkadaşlarını geçenlerde şehit etti, Hizbullah da Hayfa'nın güneyinde İsrail askerini cehenneme postaladı.
Filistinli mazlumların yanındaysanız Filistinli direnişçilerin dostlarını dost, düşmanlarını düşman bileceksin. Ölçü bu kadar basittir. Hâliyle Irak'ta, Lübnan'da, Yemen'de Gazze için can verenlere veya İsrail'e füze atanlara değil, İsrail'e yardım ve yataklık eden bölge ülkelerine kafayı takacaksın.

***

Attila İlhan yaşasaydı, S-400’ler için ne derdi?

Tamer Korkmaz-YENİ ŞAFAK

“O, antiemperyalist olmadan Atatürkçü geçinen sürüngen politikacı; hangi tarih mahkemesi önünde beraat edecektir, çok merak ederim!”
Bu çarpıcı sözler, 10 Ekim 2005’te hayata veda eden Attila İlhan’a ait...
Bay Kemal ile Özgür Hususi Bey’in genel başkanlığını, Ekrem İmamson Efendi’nin de İstanbul Belediye Reisliği’ni görmeye ömrü vefa etmedi.
Kaderin cilvesidir...
Sözünü ettiği “politikacı türü”nün robot portresi her üçüne de cuk oturuyor!
“Üç Artı Bir, Amerikan Mutfaklı” olarak Monşer Namık Efendi’yi de ekleyebiliriz.
Sorsanız, hepsi de maskelerini gösterip “antiemperyalist” olduklarını falan iddia edeceklerdir...
Hatta içlerinden bazıları, mangalda kül bırakmayacaktır!
Gelgelelim...
Aniden, birdenbire, nagehan “Çıkarın şu kağıtları yazılı yapıcam!” deyip S-400’leri sorduğunuzda...
-Dördünün de, Nizami Amerikancılıkları ortalığa dökülüverir!
Hamas, Kassam Tugayları, Kuvayı Milliye diye devam ederseniz, şayet...
Hadise “Joe Biden’ın askerleriyiz” sloganı fışkırtmalarına kadar varabilir!
Üstüne tutup; Mavi Vatan, Libya, Suriye gibi bahisleri açmaya gerek var mı?

***

İstanbul Sözleşmesi değil, 6284 yaşatır!

FADİME ÖZKAN-STAR

Buradan siyasi bir sonuç çıkarmaya kalkıyor. Sanki çocuklara, genç kızlara, annelere en büyük kötülükleri eden, şehit eden, dul-yetim bırakan, gözü yaşlı anneleri yol gözler halde bırakan PKK-YPG değilmiş, kendileri de terör örgütünün uzantısı değilmiş gibi meydanlara çıkıyorlar utanmadan. "Jın, jiyan, azadi" diye PKK sloganları atıyorlar.
Belli ki dertleri toplumun derdiyle dertlenmek değil. İnsanların hassasiyetini kullanarak ya aile düşmanlığı ya da LGBT propagandası yapmak.
Bazıları da İstanbul Sözleşmesine sahip olmadığı bir anlam yükleyerek beyhude yere nefes tüketiyor. Kocaman isimleri olan kadınlar, dernekler, akademisyenler sırf iktidara muhalefet olsun diye aynı yanlışa ortak oluyor.
İşin en tuhaf ve acıklı kısmı ise Türkiye'nin kanunlarla değil sözleşmelerle yönetildiğini sanmaları.
İstanbul Sözleşmesi sadece bir çerçeve metin oysa ve sözleşmenin içerdiği bütün hak, hukuk ve tedbirlerle ilgili kısımlar 6284 sayılı kanunda var.
Kanunun tam adı "Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun" zaten.
Nitekim Türkiye sözleşmeden çekildiğinde pratikte bir değişiklik yahut eksilme olmadı. Yasa aynen duruyor yerinde. Savcılar, hakimler, kolluk kuvvetleri bu yasaya göre işlem yapıyor.

Sonraki Haber