Medyanın Halleri | Haşmet Babaoğlu, Çığ’ı hedef aldı: 'Evet, Cumhuriyet kadını budur'

Haşmet Babaoğlu, Muazzez İlmiye Çığ’ı hedef aldı. Sayın Babaoğlu’nun niyeti yazdığı satırlarda gizli. Eğer üreten, bilim yapan, çalışkan bir Türkiye istiyorsak Muazzez İlmiye Çığların enerjisine, birikimine ihtiyacımız var. Evet, Cumhuriyet kadını budur.

Evet, Cumhuriyet kadını budur

Sabah gazetesi yazarı Haşmet Babaoğlu, Muazzez İlmiye Çığ’ı hedef aldı.
Diyor ki, “Müzede kütüphane memurluğu yapmış birini profesör diye ilan edip herkesi aldatmaya soyunurlar, susarsın...”
Sayın Babaoğlu susmuş olabilir. Ama Muazzez İlmiye Çığ susmadı. Kendisi çıkıp gerçekleri anlattı. Profesör olmadığını açıkladı. Yalan haberlere açıklama yaptı. Ama Sayın Babaoğlu’nun “Müzede kütüphane memurluğu yapmış biri” diye küçümsemeye kalktığı Muazzez İlmiye Çığ, 74 bin tablet okudu. 110 yaşına kadar üretti. Kitaplar yazdı. İleri yaşına rağmen konferanslara katıldı. Bazıları Ergenekon-Balyoz kumpaslarında FETÖ’nün kayığına binerken, Çığ, o yaşta gerçeği Silivri önlerinden haykırdı. Nice akademisyenin düştüğü tuzaklara o düşmedi? Neden acaba? Cumhuriyet kültürüyle yetiştiği için olabilir mi?
Sayın Haşmet Babaoğlu, Cumhuriyet Devrimi işte böyle bir memur yetiştirir.
O memur 74 bin tablet okur. O memur arkasında tasnif edilmiş eserlerle, gelecek kuşakların önünü açacak çalışmalar bırakır. O memur kitaplar yazar, konferanslar verir.
Sümerolog Samuel Noah Kramer kitabında 300'e yakın tableti birlikte kopyaladık diyor.
Bunu alkışlamak yerine, ona şunu dendi, bilmem kim ne dedi diye küçümsüyorsunuz.
Bunla övünmek yerine neden gocunuyorsunuz?
İnsanlarımıza üretin, yazın, çalışın demek yerine neden aldananlardan olmayı tercih ediyorsunuz?
Sayın Babaoğlu’nun niyeti sonraki satırlarda gizli.
Şöyle diyor: “Din, çalıntı bir hikâyedir; kutsal kitaplar antik uygarlıkların inanışlarından çarpıtılarak üretildi. Çığ, Youtube'un olmadığı dönemde bu tezin teorisyeni olarak üretildi...”
Demek Muazzez İlmiye Çığ’ın suçu, okuduğu tabletlerden yola çıkarak Kur’ân, İncil, Tevrat’ın Sümerlerdeki kökenine dikkat çekmesiymiş.
Yani 74 bin tablet okumasıymış.
Çığ’ı küçümseyebilirsiniz peki o tabletleri kırıp atacak mısınız?
Çığ, bilim insanı olmasa, İslam’la aldatıp paraları cebine indirse itibarlı olacak.
Çığ, bilim insanı olmasa, İslam’la aldatan bir tarikat rantçısı olsa, itibarlı olacak.
Çığ bilim insanı olmasa, o tabletlerde yazanları halka anlatmasa, din kisvesi altında 15 Temmuz’da olduğu gibi Türkiye’ye bomba atanlara destek olsa itibarlı olacak.
Tartıştığımız konu din değildir. Tartıştığımız konu üreten bir insana yönelik küçümsemedir.
Bu Çığ’a yazılmış bir eleştiri değildir. Başı dik Türk kadınına yazılmış bir eleştiridir.
Eğer üreten, bilim yapan, çalışkan bir Türkiye istiyorsak Muazzez İlmiye Çığların enerjisine, birikimine ihtiyacımız var.
Evet, Cumhuriyet kadını budur.
Üreten, ülkesine katkı sağlayan, kitaplar yazan, konferanslar veren ve kendi vatanına, milletine sahip çıkan, onun başını daha da dikelten…
Bu Çığ’ı küçümseyen, gerçek çığının altında kalır.

***

Yusuf Tekin’e iç cephe uyarısı

AHMET HAKAN-HÜRRİYET

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, partisinin Batman İl Kongresi’nde...
Şu başlıkları içeren bir konuşma yaptı:
- 1940’lı yıllardaki uygulamalar.
- Camilerin ahır yapılmasıyla ilgili iddialar.
- Kuran okumanın yasaklandığı tezleri.
- Laiklik anlayışındaki sorunlar.
Bunların her biri alabildiğine ihtilaflı konular.
Bunların her biri bitmeyen tartışmalar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da MHP Lideri Bahçeli’nin de sürekli “iç cepheyi sağlam tutmak” gerektiğini vurguladıkları şu ortamda...
Bu konuları gündeme getirmenin kime ne faydası var?
- Durup dururken yakın tarihin en tartışmalı konularını gündeme taşıyarak.
- Tartışmalı ve iddialı çıkarımlarla ihtilaf konularının üzerine üzerine giderek.
- Ayrışmayı körükleyecek tezleri yüksek sesle haykırarak.
- Bir olmanın, iri olmanın, diri olmanın ruhunu örseleyecek konuşmalar yaparak.
İç cephemizi nasıl sağlam tutacağız?
İç cephenin sağlam tutulmasının çok önemli olduğunun vurgulandığı şu günlerde...
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in biraz daha dikkatli olmasında sayısız fayda var.

***

CHP Genel Başkanı birkaç gün evvel Trump'a bir heyet göndereceklerini açıkladı.

Sizin anlayacağınız, bir nevi podyuma çıkıp ne kadar yarayışlı olacaklarının lansmanını sunacaklar. Başka bir ifadeyle, "istiklal-i tam" veya "bağımsızlık" gibi bir dertlerinin olmadığını, "yeni mandacı" olarak "hizmet" verecekleri gösterecekler.

Zaten Gazze direnişini ilk günden "terörist" ilan ettikleri için Trump'ın kabinesi bunları çok sevecektir.

İşbu heyeti çiçeklendirecekler arasında ekonomiden sorumlu müstakbel bakanları Daron Acemoğlu da yer alacakmış.

Nasıl?

"Akepe'nin Dronları (İnsansız Hava Araçları) varsa, bizim de Daron'umuz var!" dercesine değil mi?

***

Haksız tartışma bu

SALİH TUNA-SABAH

Malumunuz, ABD Yunanistan'ı üslerle doldurdu. Avrupa Komisyonu'nun resmi internet sitesindeki haritalarda Türkiye, Ege ve Doğu Akdeniz'den çıkartıldı. Ege tamamen Yunanistan'a verildi. İsrail, güney sınırlarımızda "PKK devleti" kurulacağını açık seçik ilan etti. Trump'ın yeni kabinesi de gırtlağına kadar Türkiye düşmanlarıyla dolu, ila ahir.
Hülasa, "Lozan Antlaşması'yla 100 yıl mühlet kazandık" diyenleri haklı çıkartacak denli korkunç bir kuşatma altındayız.
Bu "ahval ve şerait içinde" ne yapıyoruz peki?
"Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır" düşüncesiyle birliğimizi tahkim edecek yerde faydasız, hatta boş beleş tartışmalarla "direniş mevzilerini" bozguna uğratıyoruz.
Kimin haklı kimin haksız olmasından maada, tartışmanın bizzat kendisi haksız.
Hayır yani, yıllar yılı tartışılmış "laiklik" konusunda söylenmedik söz mü kaldı? Konu mu yok, iş mi yok, dert mi yok?
Son sözü merhum Attila İlhan'a verelim: "Mustafa Kemal'in baş özelliği Batı'ya karşı olmak, antiemperyalist olmaktı. Yavaş yavaş Atatürkçülük değiştirildi. Batı'ya karşı olmaktan, antiemperyalist olmaktan çıkarıldı, laiklik taraftarı olmak oldu..."

***

Acemoğlu ve Atatürk

MELİH AŞIK-MİLLİYET

Nobel kazandı diye yere göğe sığdıramadığımız iktisat profesörü Daron Acemoğlu, giderayak Atatürk hakkında öyle yorumlar yaptı ki... İzlerken şaştık kaldık.
Osmanlı’da çoğulcu sistem varmış ama Atatürk yetkiyi tek elde toplamış, bu yanlış olmuş vs. vs...
Profesör Acemoğlu, sözü nasıl olup da Atatürk’e getirmiş ve bu kadar cahilane sözler sarfetmiş. Anlamakta zorlandık.
Ya da pek zorlanmadık...
Çünkü Cumhuriyet’le problemi olan kesimleri temsil edenler sözü her defasında 1930’lara indiriyor, bugünkü aksaklıkları Atatürk’e ve Cumhuriyet dönemine bağlıyor, mazereti 30’larda arıyor.
Merak ettik… Almanya’daki dostlara telefon açıp şunu sorduk:
- Alman medyasında sık sık güncel sorunlar tartışılır. Siz hiç sorunların kökenini Adolf Hitler’e ve o döneme indiren bir konuşmacıya rastladınız mı?
Konu iyi anlaşılsın diye Büyük Atatürk ile Almanya ve dünyaya en büyük kötülüğü yapan adamı kıyaslıyoruz...
Aldığımız yanıt:
- Almanya’nın bugünkü sorunlarını Hitler’e bağlayan bir konuşma veya yorumu hiç duymadık. Olamaz da... Eğer olursa diğer konuşmacılar “Eğer bundan Hitler sorumluysa neden aradan geçen 85 yılda çözüm bulamadınız, diye sorar ve bunun da cevabı yoktur...”
Bu oyun sadece bizde oynanır. Atatürk döneminden bu yana geçen 86 yıl yok sayılır. Sorunlar Atatürk’e mal edilir. Ve üzerinde tepinilir.
Nedeni mi? Çünkü Türkiye’nin hâlâ en sağlam direği Atatürk ve temsil ettiği Cumhuriyet ruhudur da ondan.

***

Anlatısız toplum

FERİDUN ANDAÇ-CUMHURİYET

Hikâyeleri olan bir toplum olsak da yazılıp edilen anlatılara baktığımızda bir eksiklik, kısırlık, yavanlık gözleriz.
Kitabın bir meta olarak dolaşımda olması, yazarın da bunun bir parçasına dönüşmesi; anlatıyı anlamsızlaştırdığı gibi tüketimdeki nesnenin bir zaman sonra silinip yok olabileceği gerçeğini de beraberinde getiriyor. Bu da kolaycı üretimi, sıradan anlatımı tetikliyor.
Şu günlerde yeni romanıyla boy gösteren bir yazarın, bir nevi “kitap pazarlamacısı” gibi gülücükler dağıtarak ürününü satma arenasında gezinmesi artık şaşırtıcı gelmiyor hiç kimseye!
Görünen o ki iyi bir “performans”la “meta-kitap” satmada, yazılan “hikâye” bir araç. Yani “anlatı” bir tür pazarlama metası.
Eleştirisiz bir edebiyat ortamında kimse yazılanın/anlatılanın ne olduğuna ve nasıl yazıldığına bakmadığı için; “Ben yazdım oldu, çok da satıyorum!” mantığıyla düz ve sıradan okura pazarlamacılık yapılıyor. Ama ortaya konulanın asla “iyi edebiyat” olmadığı gerçeğini ne yazık ki kimse söylemeye cesaret edemiyor! Hatta söylemeye gerek duymuyor da diyebiliriz.

Sonraki Haber