MEDYANIN HALLERİ... Hürriyet’te Esad kapışması

Bir Genel Yayın Yönetmeni, 'palavracı' dediği biriyle çalışmaya nasıl devam edebilir? Hadi bu oldu diyelim. Bir yazar, kendine 'palavracı' diyen, 'gerçekleri gölgelemekle' itham eden bir GYY ile nasıl çalışmaya devam edebilir?

Esma Esad’ın Beşar Esad’dan boşanacağı palavrası, Hürriyet’i bile böldü.

Abdulkadir Selvi, bunun gerçek olduğunu, Esad ailesinin bir oyun oynadığını, Rusya’nın ise izin vermediğini savunuyor. Şöyle yazıyor Selvi:

“Çünkü edindiğim bilgiler ilginç. Esma Esed aynı zamanda İngiliz vatandaşı. Moskova’daki kısıtlı hayattan kurtulup, çocuklarını da alıp Londra’nın özgür ortamında yaşamak istemiş.

Bunun için Rusya’daki İngiliz Büyükelçiliği ile irtibata geçmiş. Ancak İngilizler, ‘Esed’den boşan da gel’ demişler. Esed soyadını Londra’ya taşımak istememişler.

Esed ailesi Rusya’dan sığınma istediği için Esma Esed istediği anda boşanamıyormuş. Bunun için Rus mahkemelerinde boşanma davası açması gerekiyormuş. Esma Esed de boşanmak için hazırlıklarını yapmış. Rus mahkemeleri boşanmalarına izin verirse Londra’ya gidecekmiş.

Tabii Esma Esed’in İngiltere’ye gitmek istemesinde sadece Beşar Esed’e olan aşkının sona ermesi ya da Londra’nın özgür ortamı etkili olmamış.

Esma Esed’in üzerine İngiliz bankalarına yatırılan yüklü miktarda paralar olduğu söyleniyor. Esma Esed, Moskova’da bir sığınmacı olarak kısıtlı imkanlarla yaşamak yerine Londra’da refah içinde yaşamak istiyormuş.

Kremlin Sözcüsü Peskov, Esma Esed’in boşanacağı yönündeki iddiaları reddetti. Rusya’da yaşayacaklarını söyledi. Bu açıklama Rusya’nın boşanmaya izin vermeyeceği ve Rusya’dan ayrılmasını istemediğini gösteriyor.”

Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Hakan ise, bu haberleri “palavra” olarak niteledi. Yani Selvi’ye palavracı dedi. Hakan da şöyle yazdı:

“Üç beş gündür Türkiye’den bir palavra dolaşıma sokuldu. Esma Esad, eşi Beşar’a boşanma davası açmış. Londra’ya taşınmak istiyormuş. “Eşi bile Esad’ı terk ediyor!” falan diye yayıldı bu hiçbir kanıta, belgeye dayanmayan palavra. Kremlin Sözcüsü, bu konuyla ilgili “Bu haberler gerçeği yansıtmıyor.” diye açıklama yaparak palavraya son noktayı koydu. Bu tür palavralar, Beşar Esad’la ilgili mıh gibi hakikatleri gölgelemekten başka bir işe yaramaz.”

Benim kişisel merakım şu:

Bir Genel Yayın Yönetmeni, “palavracı” dediği biriyle çalışmaya nasıl devam edebilir?

Hadi bu oldu diyelim. Bir yazar, kendine “palavracı” diyen, “gerçekleri gölgelemekle” itham eden bir GYY ile nasıl çalışmaya devam edebilir?

Kim hangi lafı yutar bilemeyiz ama işte “amiral gemisi” denilen basının ahvali budur.

Ama şu da buz gibi bir gerçek: Hürriyet, güvenilirlik problemini çözmeli…

TÜRKİYE’Yİ EZEN MİLLET KAMPINA ATAMAZSINIZ!

Yeni Şafak’tan İsmail Kılıçarslan bir türkü tutturdu: “Yapıcı emperyalizm”

Ona göre bir yıkıcı emperyalizm var bir de yapıcı emperyalizm… Nasıl oluyor bir izahı yok. Tarihte kimler yapıcı emperyal güçmüş kimler yıkıcı emperyal güçmüş yazıversin. Yazamaz, çünkü öyle bir güç yok.

Emperyalizm kapitalizmin son aşamasıdır.

Arkamızdaki tarihe bakalım… Emperyalist karakter kazanan gelişmiş kapitalist ülkeler, sermaye ihracı yoluyla Ezilen Dünya’dan elde ettikleri sömürünün bir kesimiyle kendi emekçilerine pay vermiş ve kendi ülkelerindeki sınıfsal çelişmeleri yumuşatmışlardı. Bu nedenle devrimin merkezi, çelişmelerin keskinleştiği Ezilen Dünya ülkelerine kaymıştı. Böylece ezen ülkeler ve ezilen ülkeler ayrımı ortaya çıkmıştı.

Emperyalizm çağında devrimin merkezi de çelişmelerin keskinleştiği Ezilen Dünya ülkelerine kaymıştı. 20. yüzyılda devrim, emperyalist sömürü zincirinin bir ülkede kırılmasıydı. Yani devrim, bir ülkede emperyalizme karşı mücadelenin, başka deyişle vatan savunmasının ürünü olacaktı.

Tarih ve pratik bunu doğruladı. 20. yüzyıl devrimleri, kapitalizmin en geliştiği ülkelerde değil; Rusya, Türkiye, İran, Çin, Cezayir, Küba, Hindiçini, Arap ülkeleri, Afrika ülkeleri, Nikaragua, Venezuela gibi kapitalizmin az geliştiği alanlarda oldu.

Lenin, 1916 yılında emperyalizm teorisine önemli bir katkıda bulundu. Marksizmin Bir Karikatürü: Emperyalist Ekonomizm başlıklı kitabında, emperyalizmin sonul amacının Mazlumlar Dünyası’nı sömürgeleştirmek, yani devletsiz kılmak olduğunu tahlil etti. Emperyalizmin devletsiz kılma programının devrimci yanıtı, devletli olmaktı.

20. yüzyıl devrimlerinin tunç kanunu, vatan savunmasıdır. Çağımızda devrimin içeriği öncelikle bağımsızlıktır.

Türkiye’nin 200 yıla yakın tarihsel tecrübesi, emperyalizmle mücadeledir. Emperyalizmle mücadele ettikçe bağımsızlaştık, emperyalizmle işbirliği yapan hükûmetlerle bağımsızlığımızı yitirdik.

Kılıçarslan gibiler, “yapıcı emperyal güç” safsatasıyla Türkiye’yi aslında emperyalist ülkeler safına çekmeye çalışıyor. “Sünni Dolunayı” gibi uzatılan havuçlara kanıyor. Emperyalizmin devletsiz kılma programını, başka bir renge büründürerek Türkiye’ye dayatmaya çalışıyor.

“Türkiyecilik” adı altında, emperyalizmin yapamadığı, Türkiye’nin millî devletini dağıtmak, Türk milletini Anayasa’dan çıkarmak, “Türkiye himayesinde Kürdistan” planlarını uygulamak gibi ABD-İsrail planlarını soslayarak sunuyorlar.

Üçüncü bir cephe yok. Yapıcı emperyalizm yok. Emperyalizmin bütün türevleri yıkıcıdır!

Türkiye’yi emperyal güç yapma heveslileri, aslında Türkiye’yi ABD-İsrail’in yanına konumlandırma heveslileridir. Kılıçarslan gibiler, en büyük zararı hem Türkiye’ye hem de AK Parti Hükûmeti’ne vermektedirler.

Hatırlayalım, Al Jazeera’ya konuşan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan “Suriye’yi yönetecek gücün Türkiye'yle olduğunu söylemek doğru olmaz mı?” sorusuna ne yanıt vermişti:

“Biz asla böyle bir şey istemeyiz. Bölgemizde yaşananlardan hepimizin büyük dersler çıkardığına inanıyorum. Tahakküm kültürü bölgeyi mahvetti. Dolayısıyla ne Türk tahakkümü, ne Fars tahakkümü, ne de Arap tahakkümü olmalı. Hep birlikte işbirliğini esas almalıyız.”

Bakan Fidan’ın tavrı doğrudur. Kılıçarslan gibiler ise, bakanlarımıza çelme takıp Türkiye’yi maceralara sürüklemektedir.

Aydınlık’ın birinci sayfasına dikkatle bakmanızı rica ederim. Orada bir tablomuz var: Bir tarafta ABD-İsrail Cephesi: ABD, İsrail, HTŞ, PKK/PYD, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Ukrayna, AB. Bunlar emperyalist güçler ve onların piyonları.

Bir tarafta Batı Asya Cephesi: Suriye Halkı, Rusya, İran, Filistin, Irak, Lübnan, Yemen, Çin. Bunlar ABD-İsrail güçlerine karşı savaşan, ABD’nin tek kutupluluk dayatmasına karşı çok kutupluluğu savunan, hegemonyacılığa karşı çıkan güçler.

Türkiye tarafsız kalamaz, cephesini belirlemek zorundadır. Oradaki yeri de emperyalist cephe değildir.
Atatürk’ün son sözüyle bitirelim:

“Emperyalizm, mahv ve nabud olacaktır!”

ANKARA’NIN ŞAM FOTOĞRAFI VE RAHATSIZ OLAN AKTÖRLER!

OKAN MÜDERRİSOĞLU - SABAH

Suriye'yi her yönüyle bilen, riskleri öngören Türkiye, "temkinli bir iyimserlik" içinde. Risk demişken...

Bilhassa Batılı ülkelerin altyapı ve maddi destek karşılığında siyasi şartlar ileri sürmesi, yüksek demokrasi standartları talep etmesi, kendisine müzahir gruplara imtiyazlı statü istemesi muhtemel. Veya yenilmişlik psikozuyla İran'ın içeriyi karıştırması göz ardı edilemeyecek bir tecrübe! YPG/PYD'nin, ABD eliyle yeni çatışmalar çıkarması da bir olasılık.

İsrail'in işgal ettiği Golan Tepeleri ve eteklerindeki Suriye topraklarında kalıcı olmaya çalışması da ihtimal dâhilinde. Nihayet eş Şara'nın siyasi ve ekonomik baskıları göğüsleyemeyip olağanüstü yönetim modeline yönelmesi riski de tahminler arasında.

Bu yüzden Suriye'deki organik milli iradenin tecellisine yardımcı olunurken, Şam'ı ve aklını karıştıracak her türden dış unsura karşı uyanık olmak gerek!

Sonraki Haber