Mehmet Akif ruhu Gazze’de

Akif’in şiirleri canlılığını koruyor ve Çanakkale ile Gazze’yi birleştiriyor. Dizelerinde aktardığı emperyalizme karşı duranlar, o inançlı insanlar vatanları için bugün de direniyor. Direniş ve düşman aynı olunca şiir de evrenselleşiyor

27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da kaybettiğimiz milli şair Mehmet Akif’in bu yıl 87. ölüm yıl dönümü… Akif’i Gazze ateşler içindeyken anıyoruz. Yaşasaydı neler yazardı bilemeyiz ancak onun izinden giden şair Hüseyin Haydar, 27. Filistin Ağıtı’nda şöyle diyor: “Sizden korkmuyoruz, hiç korkar mı aslan çakaldan.” Devam ediyor:
Vurulan doğumevinde kesildi göbeği devrimin,
Diyorum ki, bebek öldüren çeteyi kimse kurtaramaz.
Gazze namlusunda sıkıştırılan vicdan patlayacak bilin.
Diyorum ki, hastane bombalayanı kimse kurtaramaz,
Diyorum ki bin yıllık camileri, kiliseleri vuran onmaz.
Fakat siz susuyorsunuz, fonlu toplum şeytanları.

TEK DİŞİ KALMIŞ MEDENİYET

Bu dizeler, Akif’in İstiklâl Marşı’ndaki “Korkma!” sözünü hatırlatıyor. Her satırı cesaret, iman ve aydınlık dolu İstiklal Marşı’nda Akif, son demde direnerek namusunu ve bağımsızlığını kazanmaya çalışan bir milletin sözcüsü oluyor… Tıpkı Gazzeliler gibi.
Gazze’de Avrupa medeniyetinin, -yine onun deyimiyle- “Tek dişi kalmış canavar” olduğunu apaçık görüyoruz. Yaklaşık 3 ay oldu ve şu an itibariyle hayâsızca saldırılar sonucu şehit sayısı 20 bini aştı. 20 değil, 20 bin! Tek tek 20 bin insan; kadın, çocuk gözlerimizin önünde toprağa gömüldü. Toprağın altında ise direnen bir millet ve onun kahraman evlatları var.
Avrupa medeniyeti ise zalim İsrail’in etrafında dizi dizi sıralanmış ve katliamdan -kendi riyakârlıklarıyla- haklılık payı çıkarmaya çalışıyor. Bu duruşu Akif, Cihan Harbi içinde de görmüştü. Hele ki Çanakkale Savaşında… Orada olmadığı halde top sesleri ruhunda derin izler bırakmış ve onu da sarmıştı. O ölümsüz dizelerinde, Avrupa medeniyetini daha o günlerde ne olduğunu bize anlatmıştı:
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu: Bir Avrupalı!”
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

GAZZE’DE YAŞANANLAR

Akif, aynı şiirinde sanki bugünkü Gazze’de yaşananları da anlatıyor:
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam;
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Filistin’in evlatları, Çanakkale’de siperlerden bir ok gibi çıkarak hücuma geçen Mehmetçik gibi, yerin altında çıkarak direniyor ve Akif dizelerinde onları da ölümsüzleştiriyor:
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.

ÇANAKKALE GAZZE HATTI

Bu şiir aslında canlılığını koruyor ve Çanakkale ile Gazze’yi birleştiriyor. Akif o gün de emperyalizme karşı duruyordu, onun dizelere aktardığı o inançlı insanlar vatan için bugün de direniyor. Direniş ve düşman aynı olunca şiir de evrenselleşiyor. Canlılığını bugünlere taşıyor.
Ve Akif Kurtuluş Savaşı içinde yazdığı İstiklal Marşında Batı’nın ve sahte medeniyetinin gerçek yüzünü dizelerinde ölümsüzleştiriyor. Bugün Gazzelilere armağan ediyor:
Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.

AKİF’İN DİDİNİŞLERİ

Mehmet Akif, emperyalizmin üstümüze geldiği günlerde Arap diyarlarına uzun bir yolculuk yaparak olan biteni anlatmış ve birlik beraberliğe çaba harcamıştı. O yolculukta gördüğü yoksulluk ve gerilik onu da etkilemişti. Vahdetten ayrılırsak başımıza neler geleceğini iyi biliyordu. Balkan bozgununda yaşanan acılara yakından şahit olmuştu. Aynı acıların Arap diyarlarında yaşanmamasına çaba harcadı. O yarım kalan çabalar sonucudur ki bugün Gazze kan ağlıyor ve Filistin halkı son kalede vatan savaşı veriyor!

AKİF’İN DOĞU’YA ÇAĞRISI

Mehmet Akif, Cihat ilan edildikten sonra Müslüman dünyaya yönelik birlik ve beraberlik havası veren, daha çok da savaşa hazırlayan şiirler yazdı. 18 Şubat 1915 tarihli Şebilürreşad dergisinde “Uyan” başlıklı şiiri bu manada anlamlıdır:
Baksana kim boynu bükük ağlayan?
Hakk-ı hayatın senin ey Müslüman!
Kurtar o biçareyi Allah için,
Artık ölüm uykularından uyan!
Bunca zamandır uyudun kanmadın;
Çekmediğin kalmadı uslanmadın,
Çiğnediler yurdunu baştan başa.
Sen yine bir kerre kımıldanmadın!
Ey koca Şark, ey ebedi meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyyet et.
Korkuyorum Garb'ın elinden yarın,
Kalmayacak çekmediğin melanet.
Hakk-ı hayatın daha çiğnenmeden,
Kan dökerek almalısın mert isen,
Çünkü bugün ortada hak sahibi,
Bir kişidir "hakkımı vermem" diyen.

NECİT ÇÖLLERİNDE

Akif, önce Almanya’ya gitti. Buradaki Müslüman esirlere yönelik yapılan ikna çalışmalarına katıldı. Almanya’dan İstanbul’a döndüğünde burada fazla kalmadı. Teşkilat-ı Mahsusa Başkanı Kuşçubaşı Eşref ile birlikte Arap çöllerinin yolunu tutar. Dört kişidirler…
Burada İngilizlerin faaliyetlerine karşı halkı uyarır ve birlik çağrıları yapar. İsyancıları teskin etmeye çalışır. 1916 yılı başında başlayan gezi yaklaşık 5 ay sürer. Yolculuk Şam, Beyrut, Medine, Riyad hattında sürer. Çanakkale Zaferinin telgrafını burada alır… Dünyalar onların olur. Akif yolculuğun öyküsünü “Necid Çöllerinden Medine’ye” isimli manzumesinde dizelere aktarır.
Şu ben ki her birinin ayrı ayrı kardeşiyim.
Ezelde kaynaşan ervaha ayrılık var mı?
Cihan yıkılsa bu vahdet yerinden oynar mı?
Olunca, mimberimiz, Arşımız, Hüdamız bir;
Benim de beklediğim nur, onun da gayesidir.
O nuru gönder İlahi, asırlar oldu yeter!
Bunaldı milletin afakı, bir sabah ister…
İnayetinle halas et ki dalga dalga zalam
İçinde kaynamasın çırpınıp duran İslam!..

Mehmet Akif Ersoy, 1929'da büyük oğlu Emin ve küçük oğlu Tahir ile... (M. Ruyan Soydan koleksiyonu)

ACIYA ORTAK OLDU

Başka bir şiirinde ise Arap diyarlarının içler acısı halini şöyle anlatır:
“Ne gördün, Şark'ı çok gezdin?" diyorlar. Gördüğüm: yer yer
Harap iller, serilmiş hanumanlar, başsız ümmetler,
Yıkılmış köprüler, çökmüş kanallar, yolcusuz yollar.
Buruşmuş çehreler, tersiz alınlar; işlemez kollar;
Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar,
Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar;
Tegallüpler, esaretler, tahakkümler, mezelletler;
Riyalar, türlü iğrenç iptilalar, türlü illetler;
Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar, yanmış ormanlar,
Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar;
Cemaatsiz imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar;
"Gaza" namıyla dindaş öldüren biçare dindaşlar;
Ipıssız aşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar;

‘VATAN BİZİM FİKİR BİZİM’

Akif, Arap diyarlarının işgalini gördü. Bununla kalmadı Anavatanın da işgalini yaşadı. Umudunu yitirmedi. Ankara’da bir ışık gördü ve o ışığın peşine düştü. Zafere kadar Ankara’da kaldı. Hem yaşadı hem yazdı. Daha Sakarya Zaferini görmeden İstiklal Marşını yazdı ve millete umut verdi. İlk dizede “Korkma!” dedi. Büyük Zaferi duyduğunda elinde kova, yanan ocakları söndürmek için yollara düştü… O coşkuyu Mehmetçikle yaşadı.
Yıllar sonra Mısır’dan vatanına döndüğünde hasta yatağında o günler için şunları söyler: “Doğacaktır, sana vaat ettiği günler Hakk’ın!.. Bu, ümitle, imanla yazılır. İmanım olmasaydı yazabilir miydim? Bu zamana kadar yazmış olduğum eserler, hep istiklâle kavuşmak için; fakat bugün başarılan inkılâpları gördükten sonra yazacağım eser de bir inkılâp eseri olacaktır. Vatan bizim, fikir bizim... Artık başımızda fikrimize balta vuracak, ayağımıza demir bağlayıp bizi denize atacak korkunç saltanat kuvvetleri yok!” (Ercan Dolapçı, Vatan Bizim Fikir Bizim Mehmet Akif, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2021.)
Bağımsızlık ruhu bugün Gazze tünellerinde. Tüneldeki kahraman orduda! Mehmet Akif’in bağımsızlık ruhuyla o büyük mücadeleyi selamlıyoruz.

Sonraki Haber