Mehmet Ali Güller’in göremediği ufuk

Kuyunun dibindeki kurbağa gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanırmış. Dün (15.04.2021) Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mehmet Ali GÜLLER Atatürk’ün Montrö için yaptığı “makul ama parlak değil” tespiti üzerine bulunduğu kuyunun dibinden ufku göremeyen bir yazı kaleme aldı.

PARLAK MI DEĞİL Mİ?

Yazar, Aydınlık’ın geçtiğimiz günlerde manşete taşıdığı “makul ama parlak değil” sözü ile “parlak değil ama makul” arasında “kalın bir fark” olduğunu söylüyor. Evet, kalın bir fark var. Ancak o fark bu iki cümle arasında değil yazar ile Atatürk’ün bakış açısı arasında.

Bırakalım başarısız kelime hilelerini. Bırakalım geçmişte mevzilenmeyi. Önce kendimize soralım. Bu sözleşme parlak mı değil mi? Boğazların kontrolünün uluslararası bir komisyona verilmesinden Türkiye’nin koşullu hakimiyetine bırakılması elbette bir ilerlemedir. Sözleşmenin makul olan yönü burasıdır. Ancak Türkiye’nin boğazlar üzerindeki hakimiyetinin bazı koşullara bağlanması sözleşmeyi parlak kılmamaktadır.

BOĞAZLAR DA VATAN DEĞİL Mİ?

Çanakkale ve İstanbul boğazları uluslararası geçiş yolları olmalarından önce Türkiye vatanının birer parçalarıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin kendi vatanı üzerinde kayıtsız, şartsız, tam egemen olması gerekir. Boğazların Karadeniz’e kıyı devletlerin suyolu olması, onların ticaret yapma ihtiyacı Türkiye’nin egemenlik haklarıyla ilgili değil diplomasiyle ilgili bir konudur. Ne olursa olsun Türkiye’nin kendi egemenlik alanlarındaki haklarının bir sözleşmeyle kısıtlanması egemenliğin de kısıtlanması anlamına gelmektedir.

Kayıt ve şartın olmaması egemenliğin en temel koşuludur. Ancak Montrö Sözleşmesi bizim kendi vatanımız üzerindeki egemenliğimizi belli şartlara bağlamaktadır.

Montrö’yü boğazlar için bir güvence olarak gören Güller daha kendisi boğazların Türk vatanının bir parçası olduğunu kabul etmiyor. Bu da “Mavi Vatan” diyerek, Soner Polat diyerek aslında takiye yaptığının bir göstergesi. Mavi Vatan “isim babası” tespiti yaparak değil ancak Boğazların Türk vatanı olduğunu söyleyerek savunulur. Soner Polat geçmişte mevzilenerek değil ancak Türk vatanını savunarak savunulur. Aydınlık’tan kaçan Mehmet Ali Güller gibiler için “En büyük övünç kaynağım Vatan Partili olmamdır” diyen Soner Polat’a ithafta bulunmak takiyeden başka bir şey değildir.

Güller yazısında boğazların uluslararası geçiş yolu olması özelliğine öncelik vererek aslında Türkiye’nin egemenliğinin kısıtlanmasının mecburi olduğunun kendince gerekçesini oluşturuyor. Bu mantığa göre Orta ve Batı Asya’yı Avrupa’ya bağlayan Türkiye topraklarının da bir “uluslararası geçiş yolu” olarak değerlendirilmesi gerekir ve Türkiye’nin egemenliğinin sınırlandırılması gerekir.

Güller gibilerin egemenliğimizi pekiştirme ve emperyalizme karşı başımızı dik tutma gibi bir vizyonları olmadığı için Montrö Sözleşmesi’nin parlak olmasının koşulunu Cengiz Özakıncı’nın hiçbir tarihsel dayanak göstermediği iddiasını takip ederek “İtalya’nın Montrö’yü imzalaması” olarak görmesi çok normal. İşte Atatürk’ün bakış açısıyla Mehmet Ali Güller arasındaki kalın çizgi de tam olarak burada. Atatürk Türkiye’nin daha güçlü bir orduyla Boğazlar üzerinde tam egemen olma vizyonuyla Montrö’yü yetersiz bulurken Mehmet Ali Güller “…ama İtalya imzalamadı…” vizyonsuzluğuna sıkışıp kalmış durumdadır.

SALDIRMAZLIK PAKTI SSCB’Yİ KORUYABİLDİ Mİ?

Egemenlik ve bağımsızlık antlaşmalarla değil ancak ve ancak silahla korunur ve pekiştirilir. Bunun en önemli örneklerinden biri de Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı olmuştur.

Almanya ile Sovyetler Birliği arasında 2. Dünya Savaşı patladığı sırada 1939 yazında bir saldırmazlık antlaşması imzalanmıştır. Ne güzel… Sovyetler Birliği artık güvende… Almanya Sovyetler Birliği’ne saldırmama sözü verdi! Eğer Mehmet Ali Güller gibiler Sovyetler Birliği’nin başında olsalardı bunları söyleyeceklerdi. Alman tankları 1941 yazında Sovyetler Birliği’ne doğru ilerlerken “Ne oluyor kardeşim bizim antlaşmamız vardı?!” diyeceklerdi. Ancak aklı başında Sovyetler Birliği yöneticileri kağıt parçalarına güvenmedi. Tehdidi gördü ve orduyu Batı cephesine yığdı. Bu sayede yurdunun bağımsızlığını kurtarmış oldu.

Egemenlik ve bağımsızlık Mahmut Esat Bozkurt’un da “Ordu, yine ordu, hep ordu!” diyerek vurguladığı gibi ancak silahla sağlanır. Egemenliği uluslararası antlaşmalara ya da sözleşmelere emanet etmek demek de bir nevi mandacılıktır. Egemenlik vizyonları “uluslararası hukuka güvenelim” sığlığında olanlar ile kayıtsız şartsız egemenlik arasındaki kalın çizgiyi çeken şey de işte budur.

HANGİSİ TUTUCULUK?

Montrö Sözleşmesi tartışmalarıyla birlikte bağnazlık ve tutuculuğun hortlamasına şahit olduk. Ancak tutuculuk kimilerinin ezberlediği gibi “muhafazakar” çevrelerde değil kendine “cumhuriyetçiyim, ilericiyim” diyen çevrelerde hortladı.

Egemenliğin tam olmadığı bir koşulda her zaman daha ilerisi vardır. Egemenlik tam değilse zaten o egemenlik de değildir. Saltanat kurumunun egemenliği sınırladığı 1920 koşullarında daha ilerisi saltanatın kaldırılmasıydı. Kendi vatan parçamız üzerinde istediğimiz kararı alamadığımız koşullarda da daha ilerisi koşulsuz egemenliktir. İşte “Montrö’den ilerisi” burasıdır. Kendi vatan topraklarımız-sularımız üzerinde egemenlik yetkimizin kullanılması, istediğimiz gemiyi geçirip istediğini geçirmememiz Montrö’deki kazanımlardan vazgeçmek değil aksine Montrö’nün kazanımlarının da üstüne çıkmaktır.

Atatürk’ün işaret ettiği vizyon da burasıdır. “Montrö’yü daha yüksek neticelere ulaştırmak” Montrö’deki kazanımlarımızdan vazgeçmek değil egemenliğimizi pekiştirmektedir.

Bugün Türkiye’de Montrö kazanımlarından vazgeçme gibi bir gündem yoktur. Tartışma, “Montrö’deki kazanımlardan vazgeçecekler” korkusuyla Montrö’deki koşullu hakimiyeti koruma ile koşuları oluştuğu zaman Montrö’nün üzerine çıkıp tam egemen olma arasındadır. Yani tutuculuk ile daha ilerisini hedefleme arasındadır ve tutucu olanlar da kendisine “cumhuriyetçiyim” diyenlerdir.

KUYUNUN DİBİNDEN UFUK GÖRÜNMEZ

Güller gibiler kuyunun dibinden baktıkları için Atatürk’ün vizyonunu ve egemenlik ufkunu göremiyorlar. “Atatürk İtalya’dan bahsediyordu” gibi gülünç argümanlara sarılmak zorunda kalıyorlar.

Peki hangi kuyunun dibindeler? Kör Tayyip Erdoğan düşmanlığı kuyusunun dibindeler. Onların gökyüzünde Türkiye’yi Avrasya çizgisine sokan programın sahibi Vatan Partisi yok, ABD’yle sıcak çatışma halinde olan Türk Ordusu yok, namlularını ABD piyonlarına çevirmiş Türk Donanması yok, ABD’nin hedef aldığı Erdoğan yok. Onların gökyüzünde yalnızca bir takım ezberler var.

Türkiye’nin ufkunda ise tam bağımsızlık var, kayıtsız şartsız egemenlik var. O ufku görmek için düştüğünüz kuyudan kafanızı çıkarmanız gerekir.

Sonraki Haber