Mehmet Erenler Aydınlık’a konuştu (5): 'Bizi, türkülerimizi unutmayalım'

'Halk müziği daima bizi anlatır. Bizi unutmayalım. Türkülerle yaşayalım. Türkülerle dertleşelim. Türkülerle eğlenelim. Türkülerle ağlayalım. Türküleri dinleyelim. Her şey gönlünüzce olsun...'

Beş bölüm halinde yayımladığımız Mehmet Erenler söyleşimizin sonuna geldik. Saz ve Türkü ustası Erenler, Türkülerimizdeki zenginliğin, dünyanın başka hiçbir ülkesinde, hiçbir folklorunda olmadığını söyledi. O zenginlik, Anadolu'nun zenginliği aynı zamanda. Bizi biz yapan da o, Türkülerimizi Türkü yapan da. Erenler'in son öğüdü budur diyelim: Türkülerimizi ihmal etmeyelim! Sözü Erenler'e bırakıyoruz:

  • Ezgilerin bilimine değinelim biraz. Türkü nedir?

Halkımız ortak duygu ve düşüncelerini özümleyerek, gelenek ve göreneklerini, yaşam felsefesini, sosyal, ekonomik, kültürel, coğrafi konumlarını öncelikle bir şiirle anlatırlar. Bu şiirler, ezgi eşliğinde anlatılır. Ezgili anlatımlarda, Karadeniz yöresindeki ortak duygu ve düşüncelerin, Doğu Anadolu’da kartal yuvaları içerisinde, dağların içerisinde, karların içerisinde yaşam mücadelesinin, Ege’de denizin kenarında zeytin ağaçlarının, portakalların, mandalinaların, Trakya da Balkan ülkelerinin, sınır ülkelerin etkileri vardır. Orta Asya’dan günümüze kadar o kadar tarihi bir derinlik var ki. Bütün bunların yaşam felsefelerini ezgi ile anlatılma sanatı diyorum ben türküye.

Türkülerin oluşumu ikiye de ayırıyoruz: uzun havalar, kırık havalar.

'O BEŞ YÜZ MAKAMIN HEPSİ HALK MÜZİĞİNDE DE VAR'

  • Nedir kırık hava?

Ölçüsü ve ritmi belli olan, dizisi, içindeki seyri belli kalıplara bağlı bulunan ezgilere kırık hava diyoruz. Muzaffer Sarısözen bize böyle anlatmıştı.

  • Uzun hava nedir?

Uzun havalar da aynı şekilde, makamsal dizisi bellidir. Türk Sanat müziğinde hicaz makamı, nihavent makamı diyoruz. Halk müziğinde ise, garip ayağı, kerem ayağı, bozlak ayağı, müstezat, misket ayağı diyoruz. Türk Sanat Müziğinde beş yüz makam varsa, halk müziğinde isim olarak karşılığı yok. Fakat, Türk sanat müziğindeki bütün o beş yüz makamın hepsi halk müziğinde de var. Urfa’ya gidiyorsun halk Urfa Garibi, garip ayağı, kerem ayağı, derbeder ayağı diyor. Bazıları halk arasında bu şekilde isimlendirilmiş. Halk müziğinin icra tekniği, yöresel ağırlıklı. Kırsal kesimlerde halkın yaşayış felsefesini doğaçlama şekilde uzun havalara, kırık havalara yansıtıyor.

'KARADENİZ, TÜRKÜSÜNÜ URFALIYA SEVDİRİYOR...'

  • İbrahim Can: Mesela Urfa’da basılan hicazla, komayla, Karadeniz’deki, Trakya’daki aynı mı?

Değil. Karadeniz’de Do diyezler daha tiz basılır. Urfa’da, Orta Anadolu’da Kırşehir’de Do diyezler daha pes kullanılır. Bemoller mesela: Baraklarda, Antep yöresinde, Diyarbakır’da, Urfa’da Si Bemoller daha tiz basılır. İki koma, üç koma. Do diyezler pes kullanılır.

  • Okurumuz için diyez, bemol si bemol vb. kısaca açıklar mısınız?

Bunlar müzikte uluslararası literatürde değiştirme işaretleri. Eskiden arızalı sesler derdik. Diyez, bemol arıza. Teknoloji geliştikçe öğrencilere daha kolaylık olsun düşüncesiyle hem onları anlatıyoruz hem de yeni bir takım teorik bilgiler aktarıyoruz.

Urfa yöresinin o ezgilerini dinlediğiniz zaman, siz Ankaralı olduğunuz halde sanki kendiniz yaşıyormuşsunuz gibi Karadenizli olduğunuz halde ezgiyle söze baktığınızda türküyle bütünleşiyorsunuz. İşte halk müziğinin güzelliği bu. Karadeniz, türküsünü Urfalıya sevdiriyor. Diyarbakır, türküsünü Edirneliye sevdiriyor. Edirne, türküsünü Karslıya sevdiriyor.

'DOĞUMUNDAN ÖLÜMÜNE HALKIN YAŞAYIŞI'

  • Türkülerde dilin yalınlığı korunuyor mu? Yabancı dillerden etkilenmiş midir?

Söylediğim gibi biz nereden geldik? Orta Asya’dan. Oğuz boylarının kolları Anadolu’ya yerleşmiş. Türkmenler, Avşarlar, Yörükler, Göçerler, Abdallar vs. Bir kısmı Güneydoğu’ya yerleşmiş, bir kısmı Orta Anadolu’da kalmış, bir kısmı Karadeniz'de, bir kısmı Trakya’da. Hep gelenek ve görenekler açısından, bir de bizim etnik yapımız var. Lazı, Kürdü, Çerkezi, Pomakı var. Halkın doğumundan ölümüne kadar yaşayışı türkülere yansıyor. Bu arada Farsça, Arapça komşu ülkelerimizin dilleri karışmış. Bir de dini yapımız var. Alevilik felsefesi, Bektaşilik felsefesi, Sünniliğin felsefesi, Yunus Emre’ler, Hacı Bektaşi Veli gibi. Tasavvuf ezgilerimiz var. Semahlarımız var. Nefeslerimiz var. İlahilerimiz var. Deyişlerimiz var. Var da var. Bizdeki zenginlik dünyanın hiçbir ülkesinde yok. Dil bilmesen de müzik diliyle anlaşabiliyorsun. Müzik dilli evrensel tek dildir.

'HALK MÜZİĞİ İLE HER ŞEY YAPILABİLİR'

  • Atatürk türküleri çok sesli, çağdaş bir yorumla evrensel düzeye çıkartıp türkü devrimi yapmak istiyordu diyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Modernizasyon halk müziğinin kendi içinde var diyorum. Bakın Al Ekber Çiçek 'Haydar’ı çalıyor, sanki on kişi çalıyormuş gibi geliyor. Bir zeybek çalınıyor, sanki on kişi çalıyormuş gibi geliyor... Halk müziği ile her şey yapılabilir. Başka besteler yapılabilir. Ama türkülerin noktasına, virgülüne dahi oynamaya benim gönlüm razı gelmiyor. Japonlar ne demiş biliyor musunuz? 'Üçüncü dünya savaşı çıkacak olursa ilk korumaya alınacak işlem folklordur!' Biz kendi geleneksel değerlerimize sahip çıkabilirsek, halk müziğinde her şey yapılıyor.

Ankara’ya İran şahı gelmişti. 'Yoz dengi' diye bir şey vardı. Bağlamalarını çoğunu senfoni orkestrasıyla ben çalmıştım. Ve aynı anda bale de yapıldı.

'ATATÜRK BOZUN DEMİYOR'

  • İbrahim Can: Ben hikayesini okudum. O dönem İran Şahı geldiğinde Atatürk o gösteriyi bir ayda hazırlatmış ve opera izlettirmiş. Atatürk’ün döneminde ne düzgün bağlama, ne de çalan vardı. O kadar ilkel ve o kadar garibandı... Anadolu insanının yukarıda olmasını istiyordu. Yanlış da anlaşılmış olabilir. Atatürk bozun demiyor. Atatürk türkülerin özüne hayran zaten. “Bu sazın bağrında bir milletin kültürü yatıyor” diyen Atatürk’tür.

Kesinlikle katılıyorum. Çok doğru söyledin İbrahim. Allah rahmet eylesin, Adnan Saygun zamanında bu denemeleri yapmışlardır. Muammer Sun, o da çok muhterem bir insandı. Nevit Topallı, Cengiz Tançlar, orkestradakileri, hepsini radyodan tanırdım. Hepsi denemeler yaptı.

Atatürk Diyarbakır’a gidiyor ve Dicle’nin kenarında, Gazi Köşkü’nde Celal Güzelses’in sesini dinliyor. Celal Güzelses o zamanın İbrahim Tatlıses’i. Dinledikten sonra, Güzelses’e “Şark bülbülü” ismini koyuyor, “Bundan sonra ismin şark bülbülü” diyor. Düşünebiliyor musun, Atatürk’ün ileri görüşlülüğünü. Yıllarca, on bir sene cephede savaşmış, Cumhuriyet’i kurmuş. İleriyi gördüğü için böyle şeyler yapılsın istemiş.

Türkü devrimi demiş. Bütün türküleri gün ışığına çıkartıp, yurt çapında tanınmasını sağlayan yolları açmış. O dönemde ekipler kurulmuş, köy köy dolaşılarak türküler toplanmış ve notaya alınmış.

Tabi. Neden Atatürk “Köylü milletin efendisidir” demiş. Köylüyü tanıdığı için. Toprağını tanıdığı için.

  • İbrahim Can: Köylü milletin efendisi derken, aklıma şöyle bir şey geldi, sizden esinlenerek. Köylü milletin efendisidir artı türkü milletin efendisidir sanki değil mi?

Türkü demek köylü demek. Köylü demek türkü demek.

  • Son olarak Aydınlık okurlarına ne mesaj vermek istersiniz?

Halk müziği daima bizi anlatır. Bizi unutmayalım. Türkülerle yaşayalım. Türkülerle dertleşelim. Türkülerle eğlenelim. Türkülerle ağlayalım. Türküleri dinleyelim. Her şey gönlünüzce olsun. Sevgiler, saygılar.

  • Biz de Aydınlık ailesi olarak çok teşekkür ediyoruz. Sevgiler, saygılar bizden efendim.



'ÇOBAN OLMAK ÖYLE KOLAY DEĞİL'

  • Türkülerimizin geldiği nokta nedir?

Bir anımla anlatayım. Kültür Bakanlığı beni davet etti. Cumhurbaşkanı size ödül verecek, plaket verecek dediler. Özel araçla evimden aldılar Ankara’ya Külliye’ye götürdüler. 'Neşet Ertaş Yaşam Boyu Sanat Onur Ödülü' verdiler. Sağ olsunlar. Lütfetmişler. Jüride altı kişinin ismi geçiyordu. Salonda çok sanatçı vardı. O gün de Cumhurbaşkanı, Devlet Bahçeli rahatsızlanmış, oraya gitmek zorunda kalmış...

Kültür Bakanı ilk plaketi bana verdi. İkici ödül Ümit Tokcan’ındı. Bir de Sabri Yener. Üçümüze plaket verdiler. Yıldız Tilbe, Muazzez Ersoy, Popçu, arebeskçi aklına kim geliyorsa orada. Salonda üç bin beş yüz kişi var. Çok kalabalıktı. Halk müziğinden Gülşen Kutlu vardı. Biz çalıp söylemedik.

Önce Neşet Ertaş ile ilgili bir video gösterdiler. Biz de protokol olarak en önde oturuyoruz. Ümit Tokcan yanımda. Plaket için çıktım sahneye. Kültür Bakanı’yla tokalaştık öpüştük falan. Plaketi verdi. Teşekkür ettim. Yerime geçerken sunucu, hocam bir şeyler söylemek ister misiniz dedi. Mikrofonu uzattı. Kültür Bakanı da yanımda. Mikrofonu aldım ve “Değerli konuklar, bugün burada Neşet Ertaş’ı anmakla birlikte, sizlerle olmaktan çok mutlu oldum. Sağ olsunlar. lütfetmişler. Davet edildik. Davete icabet etmek bizim için bir onurdur... Neşet Ertaş’ı biraz öce izledik. Klipte Neşet Ertaş buğday tarlası içinde kasketi başında, sazı elinde yürüyor. Ne duygularla orada yürüyor? Haa, bazı kesimler halk müziğini çoban müziği olarak görüyorlar. Çoban olmak öyle kolay değil. Çoban kavalını alır, koyuna kuzuya tuzu yalatır, o suyu içirmeden kavalıyla geri getirir. Var mı içinizde öyle çobanlık yapacak olan? Çobanlık çok zordur. Ankara’da Çankaya, sosyetik bir yerdir. Ben Ankara doğumluyum, bilirim. Neşet Ertaş o çoban müziği dedikleri bu türküleri sosyeteye sevdirdi. Neşet Ertaş budur. Hepinize sevgiler, saygılar” dedim ve sahneden indim.

'KENDİ YÖREMLE DAHA ÇOK ÖZDEŞLEŞİYORUM'

  • Konuşmanız bir ders niteliğinde olmuş hocam.

Halk ozanlığı, bölge sanatçılığı çok ayrı. Profesyonel sanatçı da ayrı. Bizim yaşam felsefemizde kendi yöremizin ezgilerinde amatör ruhu taşıyoruz, aynı zamanda da profesyonel ruhu taşıyoruz. Yani ben Ege’yi de, Karadeniz’i de, Orta Anadolu’yu da, Doğu Anadolu’yu da, deyişi de, semahı da, zeybeği de hepsini yöresiyle bütünleşerek sazın tezenesini (çalgıç, mızrap) parmaklarıma, bileklerime, sesime aktarmaya çalışıyorum. Bizimki profesyonellik ama kendi yöremle daha çok özdeşleşiyorum.

  • Geçmişi geleceğe aktarmak için eğitim konusunda neler yapabiliriz? Örneğin ilk okullardan başlayarak türkü dersleri verilebilir mi?

Kesinlikle verilmelidir.

Mehmet Erenler meşhur etti:

El Çek Tabip Sinem Üstünden

El çek tabip sinem üstünden

Sen benim derdimi bile bilmezsin (dertliyim vay)

Yarem yürektendir yoktur ilacın

Sen benim yaremi sarabilmezsin (dertliyim vay)

***

Yüzün güleçtir içerin hayın

Çeken bilir bu sevdanın yayın (dertliyim vay)

Yıktın viran ettin ömrüm sarayın

Sen onun bir taşın örebilmezsin (dertliyim vay)

Yöresi: Tokat

Kaynak: Abbas Öz

Derleyen ve notaya alan: Mehmet Erenler

DERLEME VE 'HALK SÜZGECİ'

  • El çek tabip sinem üstünden derleme sürecini anlatır mısınız?

‘El Çek Tabip Sinem Üstünden’ türküsünün kaynak kişi annemin amcasıdır. Çok güzel bir sevda türküsü. Bunun sözleri de aslında Erzurumlu Emrah’ınmış... Anne tarafım Erzurumlu.

Hikayeleri hakkında bilgi alamadım.

Burada ben yürekten yaralıyım, sevdalıyım, doktor olsan, gelsen de yaramı saramazsın diyor. Yüzün gülse bile için haindir.

  • Türküler zaman içinde değişime uğruyor mu?

Evet. Bu türküler ta Orta Asya’dan günümüze kadar aktarımda ağız değiştiriyor, el değiştiriyor. Ezgi yapısında kurtulmalar oluyor. Bazen zenginleşmeler oluyor. Bakıyorsun bir türkü çıkıyor. Otuz sene sonra o türkü başka şekilde karşımıza çıkıyor. Neden? Halk, süzgecinden geçirdikten sonra kendine uygun olanı alıyor.

Eskiden “Gökte ucan tayyare, selam söyle o yâre” diyordu. Şimdi “gökyüzünde uçan posta uçağı, dedim götürmüyor bu gam yükünü” diyor. Elli sene sonra mekiklere dolmuş gibi insanlar binecekler, belki de dünya turuna çıkacak, tur atacaklar. O zaman da ona göre türkü yapılacak. Bu halkın felsefesi. Halk yaşam biçimini içinde bulunduğu çağa, teknolojik konumuna göre değerlendiriyor. Şimdi cep telefonları çıktı. Eskiden telgrafın tellerine kuşlar mı konar diyorduk. PTT ile telgraf çekiyorduk, postayla mektup gidiyordu. Şimdi mektup falan kalmadı. Cep telefonlarıyla haberleşme yapılıyor. Yarın daha farklı.

Sonraki Haber