‘Ben Orhan Kemal’ ve devletin sanatçı yaklaşımı

Rampa Tiyatro’nın sahnelediği ‘Ben Orhan Kemal’ oyunu izleyiciyle buluştu. Orhan Kemal’in zorluklar içinde verdiği mücadelesini konu edinen oyun, toplumsal mücadelede sanatçıların konumunu gündeme getiriyor

Metin Boran’ın kurucusu olduğu Rampa Tiyatro tarafından sahnelenen “Ben Orhan Kemaloyununun ilk gösterimi, 20 Şubat Salı akşamı Cihangir Atölye Sahnesi (CAS)’nde sanatseverlerle buluştu. Oyun, Rampa Tiyatro’nun “Sisler Bulvarında Attila İlhan” oyununda olduğu gibi eklektik ama daha kronolojik bir yapıda ilerliyor. Metin Boran’ın bu tarzda oyun yazmayı ve oynamayı sevdiğini anlıyoruz. Daha önceki oyunda olduğu gibi masa, sandalyeler ve bir koltuk, ayrıca sembolik olarak cezaevini çağrıştırma amacı ile portatif demir parmaklıktan ibaret bir dekor kullanılmış. Özel tiyatroların maddi olanakları düşünüldüğünde böyle tasarrufa yönelmeleri çok normal. Metin Boran, yine ana karakteri daha çok anlatıcı/meddahvari şekilde oynuyor. Orhan Kemal’in karısı Nuriye’yi Arzu Özmen, Nazım Hikmet’i Kaan Yabaş, Güzide’yi Çiğdem Yavuz, Muzaffer Buyrukçu ve farklı karakterleri Nedim Aykutalp oynuyor. Oyunu aslında informatik yani bilgi sunumu şeklinde düşünmek gerekiyor. Epik tiyatrodan etkilenme açık şekilde görülüyor.

ORHAN KEMAL VE ‘AYDINLIK GERÇEKÇİLİK’

Orhan Kemal, eserlerini toplumcu bakış açısı ile kaleme almıştır. Marksizmin edebi akımlarından etkilenmiştir. Bunu, edebiyat anlayışının estetik dokusu ve kendisinin “Aydınlık gerçekçilik” (active realism) terimi ile açıklar. Ona göre edebiyat, dünyayı değiştirmenin araçlarından biridir. Aydınlık gerçekçilik, gerçekte olanı yalnızca olduğu gibi yansıtmak değildir. Gerçeği bulmada araştırma yapmaya yönlendirme ve “birlikte nasıl yapılır” gibi öğeleri içinde barındırmaktadır. “Başka türlü olabilir mi?” diye bir düşünce boyutu açmak bu edebiyat türünün özelliklerindendir. Siyasette aydınlık gerçekçilik, aydınlıkçı geleneğinden gelenler için doğal bir temeldir. Orhan Kemal’in kendi yaşam pratiğinden çıkardığı emekçi karakterlerde olduğu gibi, toplumun yaşamından elde edilen pratikten gelen deneyim, zamanın ruhu içinde siyasi olguları saptama, bilimin ışığında kuramsallaştırma ve buna göre doğru siyaset olarak uygulama, Bilimsel Sosyalizmin temelinde vardır. Bu olgu, sanat ve siyasetin dünyayı değiştirme çabasındaki paralellik olarak değerlendirilebilir.

OYUNUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Türkiye tarihine baktığımızda; aydınlarımıza, sanatçılarımıza karşı “Devlet Baba” yaklaşımının geçerli olduğunu görmekteyiz. Halbuki bir devlet “toprak ana” üzerinde kuruludur. Toprak berekettir, bizim ihtiyaçlarımızı karşılar. Ataerkil aile içinde babaların evlatlara karşı daha katı davranması genel bir kabuldür. Anaların ise daha ilk başlangıçtan fiziki olarak evlat ile daha yoğun bağ içinde olmalarından kaynaklanan duygusal düşünce ile daha şefkatli davrandığını hayatın pratiğinde yaşamaktayız. Devlet anlayışımızda şefkat etkeninden uzak yaklaşım; aydınların, sanatçıların hep acılar çekmesine sebep oldu. Aydın ve sanatçıların toplum için ürettiği sanat eseri ve bilimsel keşifler, o toplumun gelişmişliğinde ana unsurlardır. Üzerinde yaşadığımız toprak ana, yüzyıllardır verimli olmuştur. Emperyalizmin etkisinden kurtularak aydınlarımıza ve sanatçılarımıza ana şefkati ile sarılırsak, hayalini kurduğumuz dünya belki daha kolay gerçekleşir.

ZORLUKLAR İÇİNDEKİ MÜCADELE

Orhan Kemal, asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü, 15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Babası Abdülkadir Kemali, İstanbul’da hukuk okuyan, 1. Dünya Savaşında ülkenin bulunduğu durumdan etkilenerek gönüllü olarak Çanakkale cephesine gitmiş ve teğmen olarak savaşmış bir askerdir. 1920-1923 yılları arasında 1. Büyük Millet Meclisi’nde Kastamonu Milletvekilliği görevinde bulundu, sonrasında da Adana’ya dönerek avukatlık ve gazetelerde yazarlık yapmaya başladı. 1930'da Adana'da Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı(parti) kuran Abdülkadir Bey, “Ahali “adlı gazeteyi çıkardı. Muhalif yazılarından ötürü gazetesi yasaklandı, kendisi de tutuklanmak üzereyken Suriye’ye kaçtı. Orhan Kemal’in annesi Azimehanım ise doğma büyüme Adanalı olan bir ilkokul öğretmenidir. Azime hanımın en önemli özelliklerinden birisi çevresine sürekli kısa hikâyeler anlatması; sohbeti ve muhabbetinin hoş olmasıydı. Orhan Kemal’in yazarlığında annesinin hikâyelerle olan bu yakın ilişkisinin önemli bir yer tuttuğu tahmin edilmektedir. 1931'de bütün aile Beyrut'a yerleşti. Orhan Kemal, Suriye'deki babasının yanına gidince orta öğrenimini kendi isteğiyle yarıda bıraktı ve Beyrut'ta bulaşıkçılık ve matbaa işçiliği yaptı. Bir yıl sonra tek başına Türkiye'ye dönerek babaannesinin yanına yerleşti. Adana'da çırçır fabrikalarında işçilik ve kâtiplik yaptı.

NAZIM HİKMET İLE CEZAEVİ YILLARI

Orhan Kemal’in hayatı daha küçük yaşlardan itibaren zorluklar içinde geçmeye başladı. 1937'de çırçır fabrikasında (Millî Mensucat) bir işçi olan Nuriye ile evlendi. Bir yıl sonra kızı Yıldız doğdu. İronik olarak 1 Mayıs 1938’de askere gitti! Bu görevini yaparken “komünizm faaliyeti, yabancı rejimler lehinde propaganda ve isyana teşvik” gibi suçlardan beş yıl hapis cezasına mahkûm edildi. Babası Abdülkadir Kemali Bey, sekiz yıllık sürgünün ardından 1939 yılında Adana'ya döndü. Babasının girişimi ile önce Adana Cezaevi'ne ve onun Bergama Ağır Ceza Reisliğine atanmasından sonra da Bursa Cezaevi'ne nakledildi. Burada Nazım Hikmet ile aynı koğuşta yatması hayatında bir dönüşüm oldu. Onun teşvik ve yönlendirmeleriyle öykü ve roman yazarlığına başladı. Nazım Hikmet ustası oldu. 1943 yılının Eylül ayında serbest bırakıldı ve Adana’ya döndü. Adana’da yazarlıktan beklediğini bulamadığı için aile İstanbul’a göç etti. Doğal olarak İstanbul’da ki yaşamı da hiç kolay olmadı.

Sonraki Haber