Mikrofonu denetleyen halk

Depremden sonra 10 gün Hatay'da kaldık. Ulusal Kanal'la birlikte halkın sorunlarını dinledik, çalışmaları haberleştirdik. Dikkatimizi Hatay halkının “Birliğimizi zedeleyecek haberler yapmayın” uyarıları çekti.

Depremin boyutu anlaşılır anlaşılmaz ilk olarak Genel Yayın Yönetmenimiz Mustafa İlker Yücel bölgeye gitti. Belirli aralıklarla tüm muhabirlerin sahada olması yönünde karar aldık. Özellikle de Hatay'a. Bana ikinci sıra düştü. Benden sonra Kaan Arslan Hatay'a geçti. Şimdi bölgedeki gelişmeleri Kaan arkadaşımızın haberlerinden okuyorsunuz.

Gidişimizle başlayalım... Görevi alır almaz hemen o akşam Adana Havalimanına indik ve buradan yıkımın en çok olduğu ilimiz olan Hatay’a doğru hızla yola çıktık. Hatay’da Ulusal Kanal’dan arkadaşlarımız Alperen İlhanoğulları ve Yalçın Semir Akarsu’yla buluştuk. İlk işimiz uzunca bir süre şehri dolaşmak oldu. Düşündüğümüzden büyük bir yıkım yaşandığını gördük. Özellikle Hatay’ın merkezi olan Antakya ilçesinde ayakta kalan binalar ki bunlara ağır hasarlılar da dahil, çok seyrekti.

Hatay’da toplam dokuz gün kaldık. Bulduğumuz yazlık çadırda yattık. Yağmuru, soğuk havayı geçirse de bir çadırımızın olması bizim açımızdan büyük şans... Çiftçisinden hal esnafına, sanayicisinden lastikçisine, köylüsünden hayvancısına birçok kesimin sesini duyurmaya çalıştık. Herkes mağduriyetini anlattı ve yetkililerden yardım istedi.

TÜRK MİLLETİNİN BİRLİĞİ SOSYAL MEDYADAN BÜYÜK

Yıkımın boyutunu gördükten sonra ilk merak ettiğimiz şey insanların psikolojisi... Açık söylemek gerekirse büyük bir öfke içinde olduklarını düşünüyordum. İstanbul'da haber merkezinde görevliyken sosyal medyada gördüğüm de Hatay'da büyük bir öfke ve kargaşa olduğuydu. Ancak insanlarla konuştukça, afetzedelerin ne kadar sağduyulu olduğunu anlıyoruz. Afetzedeler, gittiğimiz her yerde “Lütfen birliğimizi zedeleyecek yayınlar yapmayın” diye bizi uyardı. Türkiye sosyal medyadan ve oradaki çürümüşlükten büyüktü, erdemliydi ve Türk halkının engin yüreği dimdik ayaktaydı.

Tüm Türkiye, gencinden yaşlısına elinden ne geliyorsa yapıyordu. Türkiye Gençlik Birliği depolarda giyecekleri ayıklıyor ve çadır kentlerde insanların ihtiyaçlarını gideriyor, Türkiye’nin birçok ilinden gelen aşçılar yemek yapıyor, sağlıkçılar koronavirüste olduğu gibi yine en ön cephede çalışıyor, asker ve polis çadır kuruyor, çocuklarla oyunlar oynuyor, gece tüm sokaklarda devriye atıyor. Kimse kimseye “Senin siyasi görüşün ne?” diye sormuyor. Gönüllü yüzlerce öğretmen daha çadır kentlere sıralar kurulmadan çocukları toparlamış bile. Herkes birlik ve beraberlik içinde. Ruhunda bozgunculuk olanlar afet bölgesinde turnusol kağıdı gibi meydana çıkıyor. Vatandaşlar bozguncu yayınlara müdahale etmeye çalışıyor. Ulusal Kanal ve Aydınlık Gazetesi olarak canlı yayın yaparken, vatandaşlar hemen çevremize toplanıyor. Ne söylediğimizi dikkatle takip ediyorlar. Hatta işi şansa bırakmayıp, cep telefonlarından Ulusal Kanal canlı yayınını açtıklarına ve stüdyoda söylenenleri de denetlediklerine şahit oluyoruz. Bu sırada biz bölgedeki birliği ve beraberliği anlattıktan sonra, eksikleri ve hataları bir bir kimseden çekinmeden sıralıyoruz. Bağlantı bittikten sonra yayınlarımız vatandaşlar tarafından alkış aldı.

MADENCİLERİN VERDİĞİ SÖZ

Depremin 17. gününde Antakya’da bir habere giderken bir enkaz başında çalışan 30 kadar madenci gördük. Arama kurtarma çalışmaları bitmiş, ekipler evine dönmüşken, madenciler burada ne arıyorlar diye meraklanarak arabadan indik. Madenciler her ne kadar yorgun ve hüzünlü de olsalar bizi sıcak bir şekilde karşıladılar. Merak ettiğimiz soruyu şöyle yanıtladılar: “Burada yan yana 3 tane bina varmış. İlk depremde ortadaki bina yıkılınca yanındaki iki bina ortadaki binanın üzerine yıkılmış. Biz üzerine devrilen iki binadaki çalışmayı tamamladık tam ortadaki binaya ulaşacağımız sırada 6.4 büyüklüğündeki deprem oldu ve ortadaki binanın arkasındaki hasarlı bina da ortadaki binanın üzerine devrildi. Ortadaki binada 3 kişinin olduğunu düşünüyoruz. Cenazelerini bulup vereceğimize dair ailelerine söz verdik. Bulmadan gitmeyeceğiz.”

DÜZEN OTURUYOR

İlk gün vatandaşların tüm halkın yardım etme refleksiyle gönderdiği birçok malzeme, amacına ulaşmadan çöp olup gitti. Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden gönderilen ve nerede kime teslim edileceği belli olmayan yardım tırları, şehir merkezlerinde şaşkın ördek gibi gezdi durdu. Üstelik şehir giriş çıkışlarında ve şehrin merkezinde trafik yoğunluğuna neden oldular. Adana-Hatay arası 2 saat olan yol yoğunluk nedeniyle 6-7 saate çıktı. Şehir merkezindeki yardım tırları malzemelerini sokak ortasına boşaltarak gitti ve yardımlar ihtiyaç sahiplerine ulaşamadan çöp oldu. Şehrin birçok noktasına gönüllüler tarafından kurulan yardım çadırları ve aşevlerinde de ürünleri tasnif edecek eleman eksiği olduğu yardımlar ilk günler ihtiyaç sahiplerine düzenli bir şekilde dağıtılamadı. Ama şimdi bir düzen oturuyor. Polis ekiplerimiz ve askerlerimiz yardım çadırlarındaki malzemeleri gönüllülerle birlikte ihtiyaç sahiplerine dağıtıyor. AFAD ve Kızılay’a ulaştırılan yardımlarda ise herhangi bir sorun yaşanmadığı görülüyor. AFAD ve Kızılay’ın devasa depolarında yardımlar ayrıştırılıp hane bazlı dağıtılıyor.

'BİR TORUNUM BİR BEN KALDIK'

Bizi en etkileyen olaylardan birini Abdurrahman amcayla yaşadık. Abdurrahman amca ile Sağlık Bakanlığının Hatay Devlet Hastanesinin bahçesine kurulan sahra çadırında karşılaştık. Acil serviste oturmuş, bastonuna sıkı sarılmış ve başını bastonunu üzerine koymuş derin derin düşünüyordu. Yanında da 19 yaşlarında bir genç vardı. Amcaya 'nasılsın amca, neyin var' diye soruyoruz. 'Tansiyonum yüksek de, ondan geldim.' diyor. Kaybı olup olmadığını soruyoruz. '3 oğlum depremde öldü. Torunlarım, gelinlerim herkes vefat etti. Ben köyde olduğum için sağ kaldım. Yanımdaki de torunum. O da Eskişehir’de okuyordu. Doktor olacak. Bir o bir ben kaldık.' yanıtını verdi. 'Bir ihtiyacın var mı' dediğimde ise yere bakarak, sessizce 'Yok' diyor. Hatay’da kime dokunsak hazin hikayelerle karşılaştık. Yanlarında üzüntümüzü belli etmemeye, güç vermeye çalıştık ve içimize ağlamayı Hatay’da öğrendik.

DEPREMZEDELERLE GÖNÜL BAĞI

Haber yapmak için gittiğimiz her çadırda vatandaşlar bir şeyler ikram etmek ve en iyi şekilde ağırlamak için ellerinden gelen her türlü çabayı gösterdi. Bunu görmek hem duygulandırdı hem de gururlandırdı. Türk milletinin en ağır koşullarda bile gönül köprüsünü misafirine sonun kadar açması gurur verici bir şey. Yaptığımız sohbetlerdeki samimiyet ve sıcaklık depremzede vatandaşlarımıza olan bağımızı beş misli artırdı. Hatay’dan ayrılırken içimizi derin bir sıkıntı ve hüzün kaplıyor. Bu duygu hiç unutulmayacak gibi görünüyor…

EN BÜYÜK SORUN HİJYEN

Hatay’da gördüğümüz sorunları şöyle aktarabiliriz:

Hatay’da birçok çadır kent gezdik. Eski Hayvan Pazarı’nda bulunan çadır kent de onlardan biri. Enkazların tam ortasında bulunuyor ve araç trafiği yoğun. Bu nedenle çevresinde yükselen tozlar çadır kentte nefes almayı zorlaştırıyor. Hatta bu toz yüzünden çadırların üzerindeki AFAD yazısı bile okunamaz durumda.

Çadır kentlerin ortak sorunu hijyen. Kurulan konteyner tuvaletler ve banyoların çoğunda sabun ve peçete yok. Banyo ve tuvaletlerin kapı kilitleri bozuk, mahremiyet maalesef yok. (Özellikle Eski Hayvan Pazarı’ndaki çadır kentte.) Tuvaletler kadın-erkek karışık. Tuvalet ve banyolardan sızan su yerlerde birikintiler oluşturuyor. Tüm bunlar afet bölgesindeki hastalık riskini artırıyor. Bu olumsuzlukların bir an önce giderilmesi gerekiyor. Hijyen açısından en önemli ihtiyaçlar; iç çamaşırı, sabun, dezenfektan, kolonya, ıslak mendil, peçete, çocuk bezi, kadın pedi...

ÇADIR İHTİYACI DEVAM EDİYOR

Şu anda Hatay’daki en büyük ihtiyaçlardan birisi de çadır. Bölgede hâlâ artçı depremler olduğu için halk, evleri sağlam olsa bile girmekten korkuyor. Özellikle köylerde çadır talebi çok fazla. Yetkililer ise yardımların daha hızlı ve kontrollü yapılabilmesi için insanları çadır kentlere yönlendirmek istiyor. Köylüler ise seracılık ve hayvancılıkla uğraştığı için köyünü bırakmaya yanaşmıyor. Bu konuda bir çözüm bulmak gerekiyor.

Sonraki Haber