Millet Meclisi'nin ilk kadın milletvekilleri
26 Ekim 1933‘te ilk defa kadınlara köy ihtiyar heyetlerine seçilme hakkı verildi. 5 Aralık 1934‘te ise kadınlara genel ve yerel bütün seçimlerde 'Seçme ve Seçilme Hakkı' tanındı. Sonuçta Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kadınlar da girdi.
Türk kadını erkeklerle eşittir. Bunu gururla belirtiyoruz. Gururla çünkü, yasalar önünde kadın-erkek eşitliği dünyada en erken gerçekleşmiş olan ülkelerden biri Türkiye’dir. Bunu Cumhuriyet sağlamıştır. Türkiye’deki Cumhuriyet devrimcidir, eşitlikçidir, halkçıdır, laiktir, Cumhuriyet çağına uygun ileri bir yapıdır. Bu özelliklerde olan bir devlet ve toplumda yasalar karşısında kadın-erkek eşitliği yoksa, bu özelliklerin hiç biri ona ait olamaz. Dolayısıyla kadın-erkek eşitliği bunların gereğidir.
Kadın-erkek eşitliğini konu etmemiz tarihimizin 1 Mart gününden dolayıdır.
26 Ekim 1933‘te ilk defa kadınlara köy ihtiyar heyetlerine seçilme hakkı verildi. 5 Aralık 1934‘te ise kadınlara genel ve yerel bütün seçimlerde “Seçme ve Seçilme Hakkı” tanındı. Sonuçta Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kadınlar da girdi. 1 Mart 1935 günü 18 kadın, Meclis sıralarında yerlerini aldı.
Kadın temsilciler bir grup olarak tüm temsilcilerin yüzde 4,5’unu oluşturuyordu. Bu milletvekillerinin listesi ve seçildikleri yerler şöyle:
Mebrure Gönenç-Afyonkarahisar, Sabiha Gökçül Erbay-Balıkesir, Şekibe İnsel-Bursa, Huriye Öniz Baha-Diyarbakır, Dr. Fatma Memik-Edirne, Nakiye Ergün-Erzurum, Fakihe Öymen-İstanbul, Hatı Çırpan (Satı Kadın)-Ankara, Ferruh Güpgüp-Kayseri, Bahire Bediş Morova-Konya, Mihri Pektaş-Malatya, Meliha Ulaş-Samsun, Fatma Esma Nayman-Seyhan, Sabiha Görçel (Erbay)-Sivas, Seniha Hızal-Trabzon, Benal Nevzat Arıman-İzmir, Türkan Örsbaştuğ-Antalya, Hatice Özgener-Çankırı
İngiltere’de kadınlar seçme ve seçilme haklarını, çok büyük mücadeleler sonucu kazanmışlardı, ama bu haklarına ancak Büyük Savaş sonunda kavuşmuşlardı. 1918-35 yılları arasında ise İngiliz parlamentosunda yüzde 0,1 ile 2,4 oranında temsil edilmektelerdi. Görüldüğü gibi bu düşük oran, aslında kadınların siyasal haklarına sahip kılınmadığını göstermekteydi.
30’lu yıllarda Fransız kadınları seçme ve seçilme haklarını henüz kazanmamışlardı.
Bizde 18 kadının Büyük Millet Meclisi’nde var olabilmesinin anlamı, Türkiye demokrasisinin kadınları erkeklere eşit kılmasından ibaret değildi. Aynı zamanda Osmanlı dönemindeki eski geri toplumun eskide, geride kaldığını göstermekteydi. Meclis’teki 18 kadının varlığı, kadını tanıklıkta iki erkeğe karşılık olarak gören şeriat kurallarının geçersizleştirildiğinin kanıtıydı. Cumhuriyet’te kadın arkada kalmayacak, ikinci sınıf vataşdaş sayılmayacak, toplumsal hayatta yerini alacaktı. “Kız çocukları da okuyacak“tı.
Yalnız bunlar da değil, Meclis’teki kadınlar, uluslararası bakımdan bir özel durumu, Türkiye’ye özgü bir ileri uygulamayı gösteriyordu. 30’lu yıllarda bile Batı dünyasının tamamında henüz kadınlar seçme ve seçilme haklarına sahip değillerdi. Yani Türkiye’nin Cumhuriyeti, Batı’dan alınmış Cumhuriyet’inde, Batı’daki cumhuriyetlerden daha ileride olmuştu!
SONRAKİ YILLAR
Mustafa Kemal Atatürk 10 Kasım 1938’de öldü. 26 Mart 1939: Milletvekili seçimlerinde, 1935 seçimlerinde 18 kadın giren Meclis‘e 14 kadın girdi. Atatürk’ün olmayışı hemen kendini göstermişti. Sayıca bir azalma vardı, ama fazla dikkati çekmedi. Kadın milletvekili sayısındaki azalma bir başlangıç olduğu için bunun oranı sadece yüzde 22,2 kadardı. Ancak kadın sayısı eksilmesi giderek artacak, Meclis’teki kadın sayısı genel olarak hep azalacak, azaltılacak, eksilme oranı yüzde 77,7’ye varacaktı.
1935’ten 1980’e kadar kadınların Meclis’teki sayıları hep inişteydi. 12 seçim sonunda, ilk seçimdeki 18 kadın sayısı 4 olmuştu. Meclisteki kadın sayısının seyri için şu rakamlar belirgin olarak bir şeyi göstermektedir: 18, 14, 16, 9, 3, 4, 7, 3, 8, 5, 6, 4.
Bu, 1935 Meclis’indeki yüzde 4,5 olan kadın oranının 0,9’a inmesi demekti. Kadınların kazanılmış haklarını kullanamamaları demek olan bu durum, elbette Cumhuriyet’in aşınmakta olduğundan, devrimcilikten vazgeçildiğinden, hatta kadın-erkek “eşitliği”nin terkedildiğinden başka bir şeyi göstermiyordu! Kadının siyasetteki yeri daralmakta, kadınlar siyasal haklarını kullanamamakta, Meclis’teki sandalyeler onlardan esirgenmektedir!
Şaşırtıcıydı ama Cumhuriyet’in temel felsefesini ifade eden Altı Ok’un sadece bir parti amblemi haline gelmesinden, getirilmesinden sonra buna şaşırmamak da gerekiyordu. Altı Ok, Cumhuriyet Devriminin öncüsü ve önderi CHP’nin programıydı, bu program 1937’de Anayasa’nın 2. Maddesi olmuştu. Buna göre, Altı Ok’u benimsemeyen partiler kurulamaz, Altı Ok’a karşı olan kişi ve kurumlar suç işlemiş olurlardı.
CHP’nin programı olan Altı Ok, Atatürk’ün ölümünden sonra önce pek sözü edilmez, sonra da savunulmaz olmuştu. CHP, Altı Ok’u programı olmaktan çıkarmış, bir anı olarak amblem şeklinde “muhafaza“ etmişti! Atatürk olmayınca Altı Ok’un kendisi muhafaza edilemiyordu. Altı Ok’u ve ilkelerini muhafaza edebilmek devrimcilik gerektiriyordu.
Anayasa’da yer alan Altı Ok, 1961 yılında Anayasa’dan da çıkarıldı. CHP buna itiraz etmemişti. Ama, dahası, Anayasa’da yer almasını CHP’liler de istememişlerdi.
Kadın-erkek eşitliği bir yerde Altı Ok’a dayanıyordu. Altı Ok olmayınca kadın-erkek eşitliği, ne yasalarda oluyor, ne Cumhuriyet‘te kalıyor ve ne de toplum içinde yaşayabiliyordu.
PEKİ ALTI OK NEYDİ?
Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik.
Altı Ok’un neler olduğu görüldüğü zaman kadın haklarının Altı Ok’la bağı da ortaya çıkar. “Cumhuriyet”, 17 Şubat 1926’da kabul edilen ve 4 Ekim 1926’da yürürlüğe giren Medeni Kanun’la kadın erkek eşitliğini sağlamış, sonraki yıllardaki seçme ve seçilme hakkının temelini atmıştı. “Milliyetçilik”, milleti meydana getiren çağdaş toplumda kadının erkekle aynı haklara sahip olmasının dayanağıydı. Milli toplum kurulurken kadınlar hem görev başındaydı, hem de milli devleti sahiplenmişlerdi. “Halkçılık”, halk içinde ayrım yapılamayacağını, “imtiyazsızlığı” öngörmüştü, erkekler kadınlardan üstün olamazlardı. Cumhuriyet'in nazarında kadın-erkek ayrımı dinle de bağıntılı olduğundan dini toplum ve devlet hayatının dışına çıkarmış, bu “Laiklik” ilkesiyle gerçekleştirilmişti. Ve “Devrimcilik”, hiç bir şekilde kadın ve erkek ayrımına razı olamaz, kabul edemezdi. Kadını erkeklerden aşağı gören ve ayrımı yapan-sürdüren karşıdevrimdi.
Kadınların erkeklerle eşitliği Cumhuriyet’te Altı Ok ilkeleriyle gerçekleştirilmişti. Altı Ok temel bir dayanak olduğu için kadınlar erkeklere eşitti. Medeni Kanun, Altı Ok sayesinde uygulanmaktaydı.
Eğer kadınların bugün de erkeklere eşitliği isteniyorsa, Altı Ok’un benimsenmesi, savunulması ve ona tekrar can verilmesi gerekmektedir.