Mohsen Namjoo Aydınlık’a konuştu: New York’tan vazgeçtim İstanbul birinci evim

Dünyaca ünlü İranlı müzisyen Mohsen Namjoo, “New York birinci evim, İstanbul ikinci evim demiştim. Şu an haykırarak söyleyebilirim, İstanbul benim birinci evim. burada köklerime daha yakın hissediyorum.” dedi.

Geleneksel İran müziği ve şiiriyle modern müziği harmanlayan dünyaca ünlü sanatçı Mohsen Namjoo, müzik yolculuğunu ve Kur’an’daki tınılardan esinlenerek yarattığı Mojir’in hikâyesini gazetemize anlattı.

  • Müzik ve sanat yolculuğunuz nasıl başladı? Ailenizde müzikle ilgilenen var mı?

Ailemde şarkı söyleyen yok ama en büyük abim kaligrafist. Ablam grafik tasarım yapıyor. Benim ruhsal liderim olan abim Hamit yazarlık yapıyor. Ailem beni müzik eğitimine yönlendirdi. 12 yaşlarında geleneksel müzik eğitimi aldım. Orada geleneksel müzik makamlarını öğreniyoruz. Bir de solfej ve Batı müziğinin öğretildiği derslere gittim.

Çok şanslıydım. Bana geleneksel İran makamlarını Nasseh Pour öğretti. Her seferinde Tahran’dan Meşhed’e uçardı. Yaklaşık on öğrencisi vardı ama ben büyük öğrencileriyle birlikte eğitim gördüm bu yüzden çok şanslıydım. 18 yaşıma kadar bütün geleneksel makamları öğrendim. 18’den sonra da müzik akademisine gittim. Akademiye başlayabilmek için bir müzik aleti çalmayı bilmek zorundasınız. Ben de setar çalmayı öğrendim.

  • Müziğinizde İran şiirinin derinliği yansıyor. Şiir ve müzik arasında nasıl bir bağ kurdunuz?

Bunun 2-3 nedeni vardı. Ben daha çok küçükken Hafız’ın, Rumi’nin, Mevlana’nın şiirlerini ezberlediğim zaman ailem ödül verirdi. O zamandan beri İran şiirine çok yakınım.

20 yaşlarında şunu fark ettim şiir aslında müziği sürüklüyor. Müziğin hiçbir anlamı yok. Şiirin anlamı var. Şarkıcı müzikle hiçbir şey yapmıyor. Şiirin söylediğini iletiyor müzisyen. Mesajların ve anlamın tamamı şiirin sözlerinde ve derinliğinde var.

Bir şey denemek istedim. Ben müzikle sözlerin eşit olduğu ve şiirdeki sözlerin ve harflerin müzikle ortaya çıkarılmasını istedim. Geleneksel müzikte şiir önde ama ben bunu değiştirmek istedim.

Dr. Reza Barahani, İstanbul’da İngilizce eğitimi alırken Batı edebiyatını Farsça’ya kazandırdı. Kendisi de şiirler yazıyordu. Yazdığı şiirlerde sözcüklerin seslerini de kullanıyordu. Ping-pong, def gibi yankılı sesleri kullandı. Ben bunun da etkisinde kaldım. Onun şiirini okurken verdiği mesajın sesini de okuyordunuz.

Bu üç neden müzikle şiiri birleştirme fikrini geliştirmeme neden oldu. Benim yazdığım sözler anlam üzerine değil ritim üzerine. Sözlerim ritme bağlı.

Bunu anlamak için Mevlana’yı okuyabilirsiniz. Onun şiirindeki tekrarı görebilirsiniz. Sözcüklerin tekrarındaki ritmi görebilirsiniz.

Geleneksel müzikteki gibi mesaj sunmuyorum, şarkıcının sesini enstrüman olarak kullanıyorum.

  • Kültürünüzdeki ezgileri farklı tarzlarla buluşturuyorsunuz? Bu müziğin evrenselliğinden mi geliyor? Yoksa bu bir büyücülük mü?

Benim müziğimin yüzde 30-40’ı size söylediğim müzik tarzında. Diğerlerinin hepsi geleneksel belki pub ya da rock diye de isimlendirebilirsiniz benim müziğimi.

Ama bunu değişik bir şey, insanlar beğenir diye yapmadım. Ben kendimi mükemmel bir söz yazarı olarak, virtüöz olarak görmüyorum. Bunu şöyle söyleyebiliriz: Müziğin, edebiyatın İran’daki kökleriyle ve evrensel müzik tınılarıyla harmanlanması diye isimlendirebilirim.

  • Bir röportajınızda “Banksy gibi bir sanatçı olmak isterdim, görünmez olup yalnızca müziğimi yapabilmek.” diyorsunuz. Görünür olmak müzik yapmaya engel mi?

Ben İngiltere’den bir dergiye bu demeci verdim. Görünenin sanatımın olmasını isterim. Banksy şu an kapitalizmin bir öğesi, Banksy gibi olmak istemem. O kapitalizmin sembolü, kötü bir örnek benim için. Müziğimin öne geçmesini isterdim.

Türkiye benim ikinci evim diyorsunuz. Ülkemizin hangi özellikleri sizde burada yaşama isteği uyandırdı?

Bunu söylediğimde New York birinci evim, İstanbul ikinci evim demiştim. Şu an haykırarak söyleyebilirim, İstanbul benim birinci evim. Çünkü ben burada kendimi köklerime çok daha yakın hissediyorum.

  • Doğu kültürünü Batı’ya, dünyaya tanıtmış oluyorsunuz. Onlar sizin sanatınızı nasıl buluyor?

Ben Hollanda’ya ve İsviçre’ye davet edildim. Toranj, Nobahari gibi şarkılarımı söyledim. Tabii ki onlar Farsça bilmediğinden sözlerin onlara bir etkisi olmadı. Ama müziğin dinamizmi onların hoşuna gitti. Bu olumlu bir etki oluşturdu.

  • Son olarak Mojir’i sormak isterim…

Bunun hem kişisel hem de müzikal hikâyesi var. Kişisel hikâyesi babamın sağlığı bozulmuştu ve birkaç aylık ömrü kalmıştı. Babam kendi kendine Kur’an okuyordu. Kur’an’ı müziksel olarak okuduğunu fark ettim. Bu müzikten bir ses tınısı çıktığını fark ettim. Kişisel hikâyesi bu.

Kur’an, inananların kutsal kitabı ve anlamı var. Ancak Kur’an’da ritim olduğunu görüyorsunuz. Bunun farkına varınca babama adayarak böyle bir çalışma çıkardım. Sözlerin ritmik olarak kullanılması beni çok etkiledi. Sözlerde “Tanrı’m beni cehennem ateşinden koru” diyor ama ben ritmini vermek istedim sadece.

Bir şeyin güzel bir sanat eseri olduğunu görmek için illa ona inanmak gerekmiyor. Ayasofya’nın muhteşemliğini fark etmek için Müslüman olmanız gerekmiyor. Katedrallerin güzelliğini fark etmeniz için Hristiyan olmanız gerekmiyor. Güzellik ordadır, inansanız da inanmasanız da görürsünüz. Ben de bunu gösterdim.

Sonraki Haber