Mustafa Kemal ve Ömer Naci yoldaşlığı

Benzer kişilik özellikleri, okumaya, öğrenmeye, edebiyata ilgileri, vatan ve insan sevgileri, özgürlük özlemleri örtüşen bu iki genç arasında, çok güçlü bir beraberlik kurulmuş...

Resneli Niyazi, Ömer Naci ve Eyüp Sabri Akgöl’ün Trabzon heyetiyle bir arada Manastır’da alınan fotoğrafı.

Mustafa Kemal ve Ömer Naci… Bugün çok bilinmeyen bu arkadaşlığı, en iyi anlatan söz yoldaşlık olabilir. Onların okul sıralarında başlayan dostluğu tam bir ülküdaşlığa dönüşmüş. Benzer kişilik özellikleri, okumaya, öğrenmeye, edebiyata ilgileri, vatan ve insan sevgileri, özgürlük özlemleri örtüşen bu iki genç arasında, çok güçlü bir beraberlik kurulmuş. Her ikisi de vererek mutlu olan insanlardan. İyimserler. Arkadaşlıkları boyunca da birbirlerini önemli ölçüde etkilemişler. Desteklemişler.

MUTLULUK ANLAYIŞLARI ÇOK BENZİYOR

Her ikisin de mutluluk ve başarı anlayışları bencilce değil. Ömer Naci'nin mutluluk anlayışını ya da yaşam felsefesini, ölüm haberinin duyulması üzerine Tanin gazetesinde yayımlanan yazıdan öğreniyoruz. “Millet Yolunda” başlıklı bu Başmakalenin, Ömer Naci'nin yakın arkadaşı Hüseyin Cahit Yalçın tarafından kaleme alındığı tahmin ediliyor. Yazının bazı bölümleri şöyle:

“Onu dinlediğiniz zaman görürdünüz ki yaşayan ferde ait her türlü ihtiraslar Naci'nin ruhundan kovulmuştur. Naci bilirdi ki insan, bencil ve kendini beğenmiş ihtiraslarını takip için ne kadar çok uğraşırsa o nispette çok hüsranlara maruz kalır ve her istediğine eriştiği halde bile yine hayatından memnunluk hissedemez. Bunun için Naci, ferde ait ne kadar ihtiras varsa hepsini kalbinden kovmaya karar vermiş ve bunda muvaffak olmuştu.

“Naci söylemezdi: fakat biz bilirdik. Onun nazarında paranın, mevkiin, ikbalin, refah ve saadetin hiçbir manası yoktu; Onun bir gün de kendisi için çalıştığını görenler yoktur demek mübalağasızdır. Ya çocukları ve ailesi yahut milleti için çalışmayı daima birinciye tercih ederdi.

“Naci'nin ruhunu milletin ruhu içinde kaybolmuş saymak yahut bu ruhu bütün milletin ruhunu kuşatmış diye düşünmek hiç yanlış değildir. O bu milli cezbe ve istiğrak içinde (dünyayı unutup kendinden geçmek) yaşayıp giderken kendisi için hasretle beklediği tatlı bir ölümü hayalinde canlandırırdı: Hayata millet yolunda fenalıklarla çarpışırken son vermek... İşte sonunda ona nail oldu ve ölürken şu fani hayatın en temiz mutlulukları ile beraber gitti.

“Mesut insan! Milletine sade hayatı ile değil ölümü ile de hizmet etti; çünkü onun kolay kolay yetişilmek kabil olmayan bu yüksek akıbeti karşısında şimdi hepimiz hürmet ve heyecan ile düşünürken görüyoruz ki Naci millet yolunda nasıl çalışılabileceğini gösteren en büyük örneklerden biri olmuştur. Denebilir ki aşk ve heyecan, cezbe ve istiğrak ile (aşk ile kendinden geçme) dolu olan felsefesi kendisine en mutlu hayat yolunu göstermiş ve ona mesut bir ölüm getirmiştir: Kendi varlığını, ancak milletin varlığı ile kaim sayan insan, milletin hayatı kadar ebedi bir varlıkla yaşayacağından emin olarak ölür.

“Naci, şüphesiz ki bizler için şanlı bir örnek olmuştur. Bütün fedakârlıktan, bütün temizlikten, bütün iyilikten meydana gelmiş yüksek bir örnek! O milletini pek çok sever yahut daha doğrusu yalnız milletini severdi; işte bunun için belge, tanık aramaya lüzum yoktur. Çünkü aşağı-yukarı on beş yıldan beri bütün ömrü yalnız millet yolunda çalışmak ile geçmiştir. Onun millete karşı gösterdiği bu sevgi ve bağlılığa karşılık hepimizin, kendisine karşı yerine getirilecek bir borcumuz vardır: Onun gibi olmaya çalışmak, milleti Onun gibi sevmek, Onun gittiği yoldan gitmeye gayret etmektir.” (1)

Ömer Naci'nin millete hizmetinin anlamını, Türkocağı'nın yayın organı Türk Yurdu dergisinin 15 Eylül 1916 tarihli sayısında yayımlanan, Antalya Mebusu Fuat Hulusi’nin “Naci!” başlıklı şiirinin son dörtlüğü çok güzel anlatıyor:

“Böyle kurbanlarla zafer hak edilir:

Şan asil kanların içinden yükselir.

Fedakârlık boşa gitmemiştir asla:

Can ekilen yerde elbet şan biçilir.” (2)

MUSTAFA KEMAL’İN MUTLULUK ANLAYIŞI NEYDİ?

Bu sorunun yanıtını doğrudan kendi sözleriyle öğrenme olanağımız var. Şöyle: Atatürk’le 1929’da, üç saat süren bir görüşme yapan gazeteci Emil Ludwig’in, “Sizi hırslı bir insan olarak görüyorlar”, ne dersiniz sorusuna, Atatürk: “Hırs olmadan olmaz” yanıtını veriyor. Sözlerini şöyle sürdürüyor: “Ama insan çabasını, şahsi olmayan şeylere yöneltmelidir.” Ve ekliyor; “insan hiçbir zaman kendisini yüceltici, zenginleştirici şeylere yönelmemeli; millet için çalışmalı, benim hırsım budur.”

Emil Ludwig, 1930’ların en ünlü tarih gazetecilerinden biri. Tarihi kişilerin yaşamöykülerini yazıyor. Eserleri 1920’li, 1930’lu yıllarda yüz binlerce satmış. Neue Freie Presse’de yayımlanan söyleşide, Atatürk konuşmasına, Napolyon’u eleştirerek başlıyor. Anlaşılan o yıllarda bu iki ünlü devlet adamı arasında bir karşılaştırma yapılıyor. Atatürk, Napolyon’un eski sistemi devam ettirdiğini, yeniden hükümdar olduğunu, demokrasinin gelişini 60 yıl geciktirdiğini, belirtiyor. Ludwig’in Atatürk’e ilişkin gözlemi şöyle: “…öyle biri ki Napolyon onun yanında hayalperest kalıyor. Millici, kendini tek bir ülküye kaptırmış, bu ülkünün kölesi, aynı zamanda efendisi.”

“KENDİ İÇİN SAVAŞTI!”

Milli Mücadele yıllarında Ankara’da yaşamış diğer bir İngiliz gazeteci Grace Ellison, Atatürk’le, yaptığı söyleşide ona, “…kendisinin Napolyon’a hayranlık derecesinde ilgi duyduğunu sandığını, öyle işittiğini söylemesi üzerine Atatürk’ün verdiği yanıt, bence olağanüstüdür: “Ne garip bir söylenti! Doğaldır ki, ben tüm büyük strateji uzmanlarını incelemişimdir; ama Sakarya’yı Austerlitz’le karşılaştırmayı büyük bir kompliman saymam beklenemez.” Napolyon’un yükselme hırsını ön planda tuttuğunu vurgulayan Atatürk, sözünü şöyle tamamlıyor: “Dava için değil, kendi için savaştı ve sonunda kaçınılmaz hezimete uğradı.”(3)

Mustafa Kemal, 1914 yılında sevgilisi Corinne yazdığı mektupta nasıl mutlu olduğunu açıklıyor:

“Benim ihtiraslarım var hem de pek büyükleri, fakat bu ihtiraslar; yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatminine taalluk etmiyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da liyakatle ifa edilmiş bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın prensibi bu olmuştur…”

Biliyoruz büyük fikirler için yaşayanlar, kendi küçük yararlarını düşünmeyi unuturlar. Atatürk milletini, ülkesini düşünen bir önderdi. Mustafa Kemal’in hırsı kişisel bir arzu ya da amaç için değildi. Onun İstediği bir rütbe/mevkii değil, görevdi. Onun tüm çabası milleti, vatanı içindi. Çünkü mutluluk, başarı anlayışı bencil (bireyci) değildi. O, hem kişisel hem de milletler arası bencilliği şiddetle reddetti.

Atatürk, Çanakkale’de olduğu gibi Samsun’a çıktığı zaman da büyük sorumluluklar alarak, yetki kullanarak milletini ve onun silahlı gücü, orduyu örgütledi. Milli Mücadele’nin kazanılmasını sağladı. İki büyük mücadeleye girerken de hayatını ortaya koydu. Ayrıca Kurtuluş Savaşı’nın liderliğini üstlenirken daha önce kazandığı –O’na anasının ak sütü gibi helal olan– tüm rütbe ve olanaklardan da tereddüt etmeden vazgeçti. Kumandanlıktan ve askerlikten istifa etti.

Özetle söylersek: Mustafa Kemal de Ömer Naci de iç huzurunu ya da mutluluğu millet yolunda hizmette buluyorlar.

TEK BAŞINA BİR GENÇ KUŞAĞA İDEAL AŞILAMIŞTI…

Bu iki büyük adama bu konuda çok benzeyen ve büyük olasılıkla onları etkilemiş olan Ziya Gökalp’ten (1876-1924) kısaca da olsa söz etmeliyim. Mustafa Kemal’in, “Fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir” dediğini biliyoruz.

Ömer Naci ve Ziya Gökalp ise, yakın dostlar. Ziya Gökalp ile Ahmet Ağaoğlu, Haseki'de oturan Ömer Naci'nin komşuları… Yazar Tarık Mümtaz Göztepe’nin anlatımıyla: “Ruhları temasa gelir gelmez birbirine kaynaşmışlar"; birlikte “Türkçülük mefkûresini” ilmek ilmek örüyorlar.(4)

Ziya Gökalp’in Ömer Naci için yazdığı güzel şiirin bir kıtası şöyle:

“O coşkun bir kalpti, şen bir fikirdi;

Sevdiği vatandı sevgisi birdi,

Şairden ziyade O, bir şiirdi,

Yaşayan bir gaza destanıydı O! ...”(5)

YUSUF ZİYA ORTAÇ, PORTRELER KİTABINDA ZİYA GÖKALP İÇİN YAZIYOR

“On Parasız Güçlü Adam

“İstanbul’da Cerrahpaşa’da arka pencereleri geniş maviliklere bakan küçük, ahşap bir evde oturuyordu. Yer çıplak tahta, pencereler patiska perde, eşya bir eski sedir, çarpık bacaklı sandalyeler!... O, üzerinde ince çizgili bir entari, çıplak ayaklarında mercan terlikler, gelir saatlerce ‘Türk Mitolojisi’ni anlatır, yarınki ‘Türk Operası’nı hayal eder, bize yepyeni, bambaşka ufuklar açardı…

“Bu şatafatsız adam, Osmanlı İmparatorluğu’nu avucunda tutan adamdı. Bu fakir ev de onun eviydi… Hem de kira evi!...

Ziya Gökalp, parayı tanımadan yaşadı, tanımadan öldü. Evinin kışlık odununu bile arkadaşları aldılar… O yalnız hayallerinin içinde bahtiyardı. Minarelerinde Türkçe ezan okunan camiler, dükkânlarında Türk malları satılan çarşılar, erkekle eşit Türk kadını ve çağdaş Müslüman Türk milleti!... Tek başına bir genç kuşağa ideal aşılamıştı…

“Onu Mütareke’de tevkif edeceklerdi. Dostları ‘kaç’ dediler. Güldü ve sustu. Ertesi gün ‘Bakirağa Bölüğü’ne’ kapattılar. Haftada iki gün ziyaretine giderdim. Demir karyolasının bir ucuna o otururdu, bir ucuna ben. Bu ‘ölüm hücresi’nde, yatak odasındaymış kadar rahat, yine eski sohbetlerine devam ederdi.

“Asılmaktan kurtulup da Malta’ya sürüldüğü gün, ne cebinde on parası vardı, ne evinde… Dostu Cafer Bey (Dikmen), birkaç yüz lira yetiştirebilmişti, kalkmak üzere çarkları işleyen gemiye…”(6)

Önemli son bir bilgi: Bu üç büyük insanın üçü de keyifsiz, içe kapanık bir yaşamdan yana değiller. Dostlarla birlikte olmayı, gezip eğlenmeyi, şiir-türkü söyleyip coşmayı, halay çekmeyi, doğayı, insanları, hayvanları seviyorlar. Üçü de neşeli ve iyimser.

Ziya Gökalp’ten önemli bir alıntıyla bu bölümü tamamlıyorum: “Toplumdaki gerilemenin en önemli göstergesi ferdiyetçiliğin egemen anlayış olması ve liberal kapitalizmin bencil bireyciliğidir…”(7)

Notlar:

1. Tanin, 20 Ağustos 1916, nu.2761, sayı 1, s. 169.

2. Fethi Tevetoğlu, Ömer Naci, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1987, s. 167-169.

3. Feyziye Özberk, Resneli Niyazi, Vatan Fedaisi ve Rumeli Dağlarından Cumhuriyete, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul 2019, s. 120, 122.

4. Tarık Mümtaz Göztepe, Milli Hatibimiz Ömer Naci İçin, Ankara Bayram Gazetesi (Zafer), 31 Ağustos 1952 ve 1-2 Eylül 1952.

5. Fethi Tevetoğlu, a.g.e., s.171.

6. Yusuf Ziya Ortaç, Portreler, Akbaba Yayınevi, İstanbul, 1963.

7. Sacit Kutlu, İkinci Meşrutiyet’in İlanının 100’üncü Yılı, Vehbi Koç Vakfı, İstanbul 2008, s. 47.

Sonraki Haber