Müttefik arayışında 1914 örneği
Bugün Türkiye'nin dış politikadaki kararsız ve tutarsız tavırları eleştirilere neden oluyor. Dış düşman ve müttefik ülke tartışmaları açısından, 1914'te Birinci Dünya Savaşı öncesindeki ittifak görüşmeleri örnek teşkil ediyor
Dünyanın siyasi ekseni değişiyor. Asya siyasi, ekonomik, toplumsal, kültürel, teknolojik ve daha pek çok açıdan Batı’nın önüne geçmeye başladı. Asya’nın yükselişi ve Amerikan saldırganlığının da artmasıyla birlikte Türkiye, Batı’yla ilişkilerini sorgulamaya başladı ve 2014’ten sonra Batı merkezli politikaları yavaş yavaş terk etmeye başladı. 2023’e kadar Rusya, İran, Çin, Türk devletleriyle ilişkilerini daha da geliştiren Türkiye, ekonomi gibi bazı önemli alanlarda hala Batı’yı Asya’ya tercih ediyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik operasyonunda ABD’nin ekonomik yaptırımlarına katılan Türk hükümeti, NATO’nun Rusya’ya karşı genişlemesini de destekleyerek Finlandiya’nın NATO üyeliğini onayladı.
Türkiye bir taraftan Türk Devletleri Teşkilatı, Şanghay İşbirliği Örgütü’yle iyi ilişiler geliştirmeye çalışır, Asya’da konumlanmaya çabalarken diğer taraftan da onun tam karşısındaki Atlantik güçleriyle arasını iyi tutmaya çalışıyor. Bu da “Türkiye nerede olacağına karar vermeli” eleştirisini akıllara getiriyor.
Haklı bir tepki olan bu eleştiriye Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce, Osmanlı’nın 1914’te İttihat ve Terakki hükümeti döneminde girdiği ittifak arayışı özelinde yaklaşacağız.
Sınanmış ve sonuca ulaşmış bir örnek olan 1914’le günümüz koşullarını karşılaştırarak bir değerlendirmede bulunacağız.
DOST SANDIKLARIMIZ
Osmanlı’nın adım adım yıkıma gittiği 19. yüzyıldaki bazı siyasi ve askeri olaylar, müttefik sanılan ama aslında Osmanlı’yı paylaşma yarışına giren devletleri ortaya koydu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki 100 yıllık süreçte, Osmanlı’yı dört bir yandan kuşatan emperyalist devletler, parça parça toprakları koparıp “biz dostuz” dediler. Azınlık hakları, ekonomi, borçlar, çağın teknolojik gelişmeleri vb. konularda yardım ettiklerini öne sürerek Osmanlı Devleti’ni boyunduruk altına alan İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusya’sının en başından beri tek hedefi vardı: Osmanlı’yı parçalayarak topraklarını paylaşmak.
1939 ilan ettiği Tanzimat Fermanıyla, Osmanlı vatandaşı azınlıklara ayrıcalıklı haklar tanındığı iddia edilse de asıl olarak İngiltere’nin Osmanlı üzerindeki etkisi arttırıldı. Bu tarihten sonra hakları “arttırılan” azınlıklara yoğun şekilde para, silah vb. desteklerde bulunan emperyalist devletler, aslında kimin müttefiki olduğunu da gösterdiler.
CEPHEDE RUSYA MASADA İNGİLTERE KAZANDI
Rumları “Siz Yunansınız” diye kışkırtarak Osmanlı’ya isyana teşvik eden İngiltere ve Çarlık Rusya’sı Yunanistan devletinin kurulması için çok çaba harcadı. Daha sonra Yunanistan’ın topraklarını genişletmesi için de uğraşan bu devletler, Osmanlı’yla Avrupa arasına bir kukla devlet kurdu. 1821 Yunan Bağımsızlık Savaşı’ndan günümüze kadarki süreçte İngiltere ve Fransa (daha sonra ABD) Osmanlı’ya (Türkiye) dost gibi görünüp aslında Yunanistan’ın menfaati için çabaladı.
1853-1856 Kırım Savaşı’nda Ruslara karşı Osmanlı’nın yanında duran İngiltere ve Fransa, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda (93 Harbi) da aynı tavrı gösterdi, “Müttefikiz” dedi. Dış borcunun faizini bile ödeyemediği bir dönemde bu sözde müttefikliğe boyun eğdi. 93 Harbi’nin ardından imzalanan Ayestefanos (Yeşilköy) Anlaşmasıyla Osmanlı, Balkanlar ve Kafkaslardaki topraklarının önemli bölümünü Ruslara bıraktı. Bu durumdan rahatsız olan İngilizler, derhal Berlin’de bir konferans düzenleyerek yeni bir anlaşmaya aracılık etti. Buna göre Osmanlı, topraklarının bir kısmını geri almış gibi görünse de önemli bir üssü kaybetti. İngiltere, Rusların olası Akdeniz’e inme durumuna karşı burada bir üs olması için Kıbrıs adasını Osmanlı’dan aldı. Ada, resmen olmasa da fiilen İngilizlerin eline geçmiş oldu. Lozan Barış Antlaşması’yla birlikte ise tamamen İngiltere sömürgesi ilan edildi.
Ayrıca İngiltere, savaştan önce Osmanlı toprağı olan Teselya ve Arta limanını, Ruslardan geri alınmasına rağmen Osmanlı yerine Yunanlara vererek dostluğunu gösterdi. 2 yıllık savaşta cephede kazanan Rusya olmasına karşın Osmanlı’nın haklarını savunacağı iddiasıyla ikinci konferansı toplayan İngiltere, masadaki kazanan konumuna yerleşti. Sonuç olarak Osmanlı, cephede de masada da kaybetti.
MISIR’IN İŞGALİ
İngiltere’nin “dost kazığı” Kıbrıs’la sınır değil. Berlin Konferası’ndan 4 yıl sonra 1882’de Mısır’ı da işgal eden İngiltere, 1914’e kadar fiilen buranın yönetimini elinde tuttu. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla resmen ilhak edilen Mısır, hem siyasi hem de ekonomik açıdan önemli bir coğrafyaydı. Akdeniz’e yaklaşık 1000 kilometre kıyısı olan Mısır, Süveyş Kanalı’yla birlikte deniz ticareti açısından önemli bir yer haline geldi. Ayrıca Afrika’yla Asya’nın da birleşme noktasında olması, jeopolitik açıdan önemini arttırıyordu.
“Dostumuz” İngiltere, 1882’de resmen olmasa da fiilen işgal ettiği Mısır’ı, 1914’te Osmanlı ordularına karşı can siper savundu ve 1517’den beri Osmanlı’da olan toprakları ele geçirdi. 1922 yılında Kral Fuad, Mısır'ın bağımsızlığını ilan etti ancak Mısır'daki İngiliz askerleri 1946 yılına kadar ülkeden çekilmedi.[1]
EGE’NİN ANAHTARI GİRİT
Mısır ve Kıbrıs’ı alarak Akdeniz’de büyük güç haline gelen İngilizler, Yunanistan’a daha rahat destek olmaya başladı.
Adaların Yunanistan’a katılması için ortaya atılan “Enosis” fikriyle Ege adalarında yaşayan Rumlar kışkırtılmaya başlandı, buradaki Müslüman Türklere karşı terör olaylarının boyutu hat safhaya ulaştı.
1821 Yunan İsyanıyla başlayan ve yaklaşık 100 yıl süren Girit İsyanlarında on binlerce Müslüman Türk katledildi, on binlercesi Anadolu’ya göç etti. Rumların kıyımını durdurmak için Sultan Abdülaziz ve 2. Abdülhamit dönemlerinde çok sayıda tavizler verildi, imtiyazlar tanındı, Rumlara tanınan haklar genişletildi, pek çok Paşa, isyanları durdurmak için adaya gönderildi. Ama neticede Girit’in kopuşuna engel olunamadı. Akdeniz’le Ege Denizi arasında anahtar olan Girit, İngilizlerin kışkırtması ve silah, para yardımlarıyla Osmanlı’yı yıprattı.
Önce 1897’de özerklik verilen Girit, 1913’te tamamen Yunanistan’ın hakimiyetine geçti.
KAZANDIĞIMIZ SAVAŞTA BORÇLU ÇIKTIK
Müttefiklerimizin yaşattığı en trajik olaylardan biri de 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’ndan sonraki anlaşmadır.
Artan Yunan saldırganlığı ve katliamlara karşı alınan önlemler, verilen imtiyazlar yeterli olmayınca Osmanlı, Nisan 1897’de Yunanistan’a savaş ilan etti. Osmanlı ordusu, bir aydan kısa bir sürede Berlin Anlaşmasında haksızca kaybettiği Teselya’yı geri alarak savaşı kesin zaferle sonuçlandırdı. Hatta Teselya’nın güneyindeki Lamya da Osmanlı’ya katıldı.
Savaştan sonra anlaşma masasına oturulduğunda şartları düzenleyen yine İngiltere oldu. 4 Aralık 1897’de imzalanan İstanbul Anlaşmasında Osmanlı, İngiltere’nin müdahalesiyle talep ettiğinin çok altında, 4 milyon lira tazminat almaya itildi. Ayrıca savaşta egemenliğine kattığı Teselya’nın tamamını Yunanistan’a bırakmak zorunda kaldı.
İngiltere öyle bir müttefikti ki, bin bir güçlükle kurduğu “devletçiğine” zarar gelsin istemiyordu. Osmanlı, kazandığı savaştan zararla çıktı. Bu ne ilkti ne de son. Nitekim 1913’te emperyalizmin Osmanlı’ya karşı kışkırttığı Makedon, Bulgar çetelerle Yunan ordusu Trakya içlerine kadar ilerledi. Balkanlarda da bozguna uğrayan Osmanlı ordusu, zor da olsa Edirne’yi kurtardı ancak Balkan topraklarının tamamını kaybetti.
İÇ CEPHEDE ERMENİ TERÖRÜ
19. yüzyılda dış cephede düşmanlarıyla mücadele eden Osmanlı, iç cephede de yüzyıllardır millet-i sadıka (sadık millet) olarak bilinen Ermenilerin terör eylemlerine maruz kaldı.
Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen emperyalist İngiltere, Fransa ve Rusya, içeride bir kuvvet oluşturabilmek adına “ezilen azınlık” iddiasını ortaya attı. 1850’lerden itibaren adım adım kışkırtılan Ermenilerin bu tarihe kadar gerçek anlamda yaşadığı bir sorun yoktu. Öyle ki 1835-1839 arasında Türkiye’de kalan Alman generali Helmuth von Moltke, “Ermenilere gerçekte Hristiyan Türkler denilebilir” nitelemesini yaptı.[2] Ermeniler toplumun her kademesinde yer alıyor, devlet yönetiminde vezirlik (paşalık) rütbesine kadar yükselebiliyorlardı.
Tanzimat dönemiyle birlikte azınlıklara tanınan çok sayıda ayrıcalıkla Osmanlı’nın iç düzenine müdahale edilmeye başlandı. Emperyalizmin bölme ve parçalama planları doğrultusunda Ermeniler harekete geçirildi. 1878’te emperyalistlerin Ayestefanos’a alternatif olarak topladığı Berlin Konferansında ilk kez gündeme getirilen Ermenilerden “Mesele” olarak bahsedildi. Konferansın sonunda imzalanan Berlin Anlaşmasının 61. maddesinde Ermenilere şu ayrıcalıklar tanındı:
“Bab-ı Ali, Ermenilerin oturdukları vilayetten mahalli şartları dolayısıyla muhtaç oldukları ıslahat ve düzenlemeleri gecikmeden yapmayı ve Kürtler ile Çerkeslere karşı emniyet ve huzurlarını korumayı taahhüt eder ve bu konuda alacağı tedbirleri sırası geldikçe devletlere tebliğ edeceğinden adı geçen devletler de bu tedbirlerin tatbikine nezaret edeceklerdir.”
Konferansın hemen ardından 1878’te Van’da Kara Haç Cemiyeti (Çarlık Rusya’nın desteğiyle), 1881’de Erzurum’da Anavatan Müdafileri (Çarlık Rusya’nın desteğiyle), 1885’te Van’da İhtilalci Armenakan Partisi (Çarlık Rusya’nın desteğiyle), 1887’de İsviçre Cenevre’de Hınçaksutyun Cemiyeti (İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle) ve Hınçakların içerisinden ayrılan bir grup tarafından da 1890’da Tiflis’te Taşnaksutyun Cemiyeti kuruldu.
Ayrılıkçı Ermeniler isyanı 1890’da Erzurum’da başlattı. İngiltere özellikle, tarihte Kilikya bölgesi olarak bilinen Adana, Hatay ve Torosların çevresindeki Ermenileri silahlandırarak isyana teşvik eder. Bölgede Ermeniler yoğun olarak yaşadığından yaratılacak terörün boyutu büyük olabilirdi. Hem de İskenderun Körfezi, emperyalizmin gözünü diktiği stratejik bir nokta olduğu için bölgede yaratılacak karışıklık işgali kolaylaştırabilirdi.
Kilikya bölgesinde silahlandırılan Ermeni çetelerin isyanları büyüdü ve Adana Olayları, Yozgat Olayları gibi büyük çapta isyanlar meydana geldi. Bu isyanlar Sultan 2. Abdülhamit tarafından 1890’da kurulan Hamidiye Alaylarıyla durduruldu. Çoğu Kürt aşiretlerden oluşan alaylar, Erzincan, Tunceli, Erzurum, Diyarbakır, Van, Urfa, Bitlis gibi merkezlerde Ermeni terörüne karşı faaliyet yürüttü. Kısa sürede 65 alay kuruldu ve toplam büyüklüğü ise yaklaşık 40 bindi.
Birinci Dünya Savaşı’nda emperyalistlerin de desteğiyle Anadolu’da saldırganlığı artıran ayrılıkçı Ermeni çeteleri, İzmit, Van, Muş, Bitlis, Erzincan, Kars ve çevresi, Bayburt, Trabzon ve çevresi, Iğdır, Sivas ve çevresindeki isyanlarda köyleri yağmaladı, çocuk yaşlı demeden çok sayıda katliam yaptı, haneleri yaktı, yıktı. 8 ciltlik Genelkurmay Arşiv Belgelerinde Ermeni Faaliyeti kitaplarında yer alan bilgilere göre bu katliamlarda öldürülen Türk sayısı 523.000’di.
EMPERYALİZMİN HEDEFİ NET
1914’e kadarki 100 yıllık süreçte Karadeniz, Balkanlar, Ege, Akdeniz, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da savaş haline giren Osmanlı Devleti, bu tarihte büyük bir kararın eşiğine geldi. Bugün nasıl Amerikan üsleri Türkiye’yi dört bir yandan kuşattıysa, namlular nasıl Türkiye’ye bakıyorsa 1914’te de durum benzerdi. Osmanlı dört cephede savaş halindeydi ancak hiçbirini kazanamıyordu.
Osmanlı’yla birlikte Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya da İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusya’ya karşı savaşıyordu. Son 100 yılda Avrupa’da bitmeyen savaşlar arka arkaya yapılırken ve kendi de büyük bir cephede savaşan Osmanlı, ittifak arayışına girdi. Ya düşmana karşı güç toplayacaktı ya da parçalanmayı göze alacaktı. İktidardaki İttihat ve Terakki Partisi, 1914’te başladığı ittifak çalışmalarında birtakım ziyaretler yaptı, bunların bazılarında acı gerçekle yüzleşmek zorunda kaldı. Kapılar yüzlere kapanınca zorunlu müttefik ortaya çıktı.
SAVAŞ DIŞI KALINABİLİR MİYDİ?
İttihat ve Terakki karşıtı fikirlerden biri de İttihatçıların Osmanlı’yı savaşa sürükleyip devletin yıkımını hızlandırdığı iddiasıydı. Tartışmaya yaklaşırken yukarıda bahsettiğimiz hususları doğru kavramakta fayda var.
Osmanlı’nın Enver Paşa’nın “Alman hayranlığı”, “maceracılığı”, “savaşma arzusu” nedeniyle Birinci Dünya Savaşı’na girdiği tezi, bilimsellikten uzak, romantik bir eleştiridir. Çünkü geçen 100 yılda Osmanlı’nın lime lime edildiği, her yerden kuşatıldığı, parçalanmaya sürüklendiğini görmemek bilimsel bir değerlendirme olarak kabul edilemez.
1914’e gelindiğinde İngiltere'nin başlıca amacı yükselen Alman emperyalizmini bertaraf etmek, Mısır'daki üstünlüğünü sağlamlaştırmak ve Ortadoğu'nun petrol bölgeleri ile Filistin'i Osmanlı Devletinden almaktı.
Fransa da İngiltere'ye benzer konumdaydı; Almanya'nın önünü kesmek yanında petrol bölgelerine hâkim olmak için savaşıyordu.
Çarlık Rusya’sının başlıca amacı, Boğazları ve İstanbul'u ele geçirerek Akdeniz'e inmek; Osmanlı devletinin paylaşılmasından arslan payını kaparak aynı zamanda Doğu Anadolu'yu topraklarına katmak ve Avusturya Macaristan'ın elindeki Galiçya'yı almaktı.[3]
Bu gelişmelerle birlikte İtilaf Devletleri, Osmanlı’nın savaşa girmesinden de yana değildi. Osmanlı Devleti’nin Almanya’nın yanında savaşa girmesi İttifak Devletlerinin sayısını yani cepheyi arttıracaktı hem de Osmanlı ilerideki emperyalist saldırıya karşı direnecek kuvveti seferber etmiş olacaktı. Bu doğrultuda Fransa, Rusya ve İngiltere büyükelçileri, 17 ve 29 Ağustos 1914’te Sadrazam Said Halim Paşa’yı ziyaret ederek Türkiye’nin tarafsızlığını kesin olarak taahhüt etmesi durumunda bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü garanti edeceklerini, Alman demiryolu imtiyazlarının Türkiye’ye tamamen geri verilmesini onaylayabileceklerini, kapitülasyonların kaldırılması konusunda da anlayış gösterebileceklerini hükümetleri adına sözlü olarak vaat etti. Sadrazam Said Halim Paşa, görüşmeler için Maliye Nazırı (Bakanı) Cavid Bey’i görevlendirdi.
Cavid Bey, yabancı devlet elçileriyle ayrı ayrı görüştü. İngiliz elçisi Mallet ile yaptığı görüşmede; yaptıkları teklifin yetersiz olduğunu, yazılı olmadığını, asıl korkularının Rusya olduğunu belirterek olası bir saldırı karşısında İngiltere’nin silahlı olarak kendilerini savunma taahhüdünde bulunmaları gerektiğini belirtecektir. Aynı gün Rus elçinin müsteşarı Gulkieviç ile görüşen Cavid Bey, sadrazama yapılan teklifin yetersiz olduğunu belirterek Osmanlı toprak bütünlüğünün korunmasına dair yazılı güvence verilmesini, kapitülasyonların kaldırılmasını, Almanların da parlak tekliflerle geldiklerini, bu müzakereler için geç bile kalındığını ancak halen bir umut olduğunu belirterek tekliflerin kabulü hakkında süratle cevap vermeleri gerektiğini belirtti. Ancak bu istekler ne Londra’da ne de Paris’te kabul görmedi. [4]
Osmanlı’nın talepleri elbette İtilaf Devletleri tarafından kabul edilemezdi. Çünkü İngiltere, Fransa ve Rusya’nın nihai hedefi zaten Osmanlı topraklarını ele geçirmekti. Kabul etmediler. Kabul edilmeyeceğini İttihatçılar da biliyordu. Bu tarihte, İttihat ve Terakki hükümetinin savaşa yönelik tavrı zaten belli olmuştu. Tarafsızlık görüşmelerinin bu şekilde sonuçlanması doğaldı.
İTİLAF DEVLETLERİYLE GÖRÜŞMELER
1914 yılında, savaşın eşiğindeki Osmanlı’da ne askeri ne ekonomik ne de psikolojik anlamda savaşacak güç yoktu. 1914 yazında Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi tarafından hazırlanan rapora göre Osmanlı ordusunun 13 kolordusundan yalnızca 1’i savaşa hazırdı. Ordu her açıdan yetersizdi. 1913’te, Balkan Savaşlarının ardından gidilen ordu reformu tamamlanmamıştı. Subaylar hazır değildi, silah ve cephanede eksik çoktu.
Zorunluluklar Osmanlı’yı ittifaka itiyordu. İttifak için ilk olarak İtilaf Devletlerinin kapısı çalınmıştı. Eğer savaşta onların yanında yer alınırsa, İtilaf Devletleri tarafından işgal de önlenmiş olurdu. Bu doğrultuda İttihatçı önderler ittifak görüşmeleri için İngiltere, Rusya ve Fransa’ya ziyaretler gerçekleştirdi.
İngiltere’yle ilk görüşme Balkan Savaşları sırasında yapılmıştı. Hakkı Paşa Mayıs ve Haziran 1913 tarihlerinde Londra’ya giderek İngiltere’ye ittifak teklifi götürmüştü. 1 yıl sonra benzer görüşme bu sefer Maliye Nazırı Cavid Bey aracılığıyla yapılmıştı. Ancak görüşmelerden ittifak çıkmamıştı. İngiltere Osmanlı’nın büyük savaşta tarafsız kalmasını istiyordu. Çünkü tarafsız kalan “hasta adamı” paylaşmak kolay olacaktı. Üstelik İngilizler, el koydukları iki gemiyi tarafsız kalması durumunda Osmanlı’ya teslim etme sözü vermişti. Sonunda anlaşma olmadı ve İngiltere defteri kapandı.[5]
Mayıs 1914 tarihinde Talat Bey ve İzzet Paşa Kırım’a giderek Rusya Dışişleri Bakanı Sazonov ile görüştüler. Görüşmede Ruslara ittifak çağrısı yapan Türk heyetinin teklifi pek hoş karşılanmadı. Ayrıca Ruslar, Osmanlı’nın orduda yeniliğe gitmesinin ardından Alman general Liman von Sanders’in Türk ordusuna gelmesinden rahatsız olmuşlardı. Bu olayın kendilerini ileride tehdit edeceklerini düşündükleri için bu görüşmeden de bir sonuç çıkmamıştı.[6]
Cemal Paşa, İstanbul Muhafızı olduğu dönemde Osmanlı-Fransız ilişkilerini geliştirmek için 3 Temmuz 1914’te Paris’e gitti. 15 gün sürecek olan ziyarette Fransa Cumhurbaşkanı dâhil pek çok devlet yöneticisiyle görüştü. Fakat Adalar meselesinde (12 adanın geçici olarak Yunanlara verilmesi) Yunanistan’ın yanında olması ve Rusya’yla olan ittifakından ötürü Fransa, Osmanlı’nın teklifine olumsuz cevap verdi.[7]
Toplam olarak Osmanlı’nın İtilaf Devletleri’yle ittifak girişimi başarısız olmuştu. İtilaf Devletlerinin sunduğu sebeplerin geçerliliği olmakla birlikte gerçek sebeplerin öyle olmadığı ilerleyen yıllarda ortaya çıktı. Sovyet Devriminin ilanının ardından birlikte büyük devrimci önder V.İ. Lenin, Rusya’nın İngiltere, Fransa ve İtalya’yla yaptığı gizli anlaşmaları açıkladı. Bu anlaşmalara göre Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya, savaşın ardından Osmanlı topraklarını adeta pasta dilimlerini paylaşır gibi paylaşacaklardı.[8] Bu da Birinci Dünya Savaşı’nın aslında Osmanlı’nın paylaşımı savaşı olduğunu göstermekteydi.
SAVAŞA RESMEN GİRİŞ: ALMANYA İLE İTTİFAK
İtilaf Devletleriyle ittifak çabasının boşa düşmesinin ardından İttihat ve Terakki Hükümeti, Almanlara ittifak teklifi götürür. Sadrazam Sait Halim Paşa, Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi Wangenheim’e 23 Temmuz 1914’te ittifak için görüşür. Osmanlı’nın teklifini değerlendiren Almanya, 27 Temmuz’da müzakereleri başlatır. Anlaşma için iki tarafın da talepleri vardır. Osmanlı, askeri ve mali destek beklerken Almanya da Osmanlı’nın savaşa derhal girmesini istiyordu. Ancak Osmanlı için bu mümkün görünmüyordu. 1 Ağustos günü Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun İstanbul Büyükelçisi, Rusya’nın Karadeniz filosunun yakın zamanda İstanbul’u bombalayacağı istihbaratını iletir. Bunun üzerine Almanya ve Osmanlı harekete geçer. İttifak anlaşması 2 Ağustos tarihinde Sait Halim Paşa’nın yalısında imzalanır, ardından 6 Ağustos’ta Alman Goben ve Breslau gemileri Boğazlardan geçerek İstanbul’a demirler.[9]
Osmanlı artık resmen savaşa dâhil olmuştu. Aslında bu sonuç, Osmanlı’nın kaçınılmaz durumuydu. Rus tehdidinin büyümesi Osmanlı için hayra alamet değildi. Henüz savaşın başında İstanbul’un Rus donanması tarafından olası bombardımanı, Osmanlı’yı çok erken saf dışı bırakabilirdi. Ama erken davranan Osmanlı olmuş, 10 Ağustos tarihinde Yavuz (Goben) zırhlısının başında bulunduğu donanmamız, Rusya’nın Karadeniz donanmasının yer aldığı Sivastopol limanını bombalar. Bu beklenmedik saldırı, Rusya’yı olası bir saldırı konusunda geriletmiş ve Rus donanmasına zarar vermişti.
YEDİ DÜVELE KARŞI SAVAŞ
Almanlarla ittifakın Osmanlı ordusuna birtakım kazanımları oldu. Bunlardan en önemlisi silah ve cephaneydi. Nitekim Almanlar, savunma sanayinin o dönemde öncülerindendi.
Osmanlı ordusunu meşhur mavzer tüfekleriyle donatan Almanlar, general düzeyindeki komutanlarını göndererek Osmanlı askerlerini eğitti, savaş tecrübelerini aktardı. Bazıları bizzat birliklerin başına bile geçti.
Almanların maddi desteğiyle de ayağa kalkan Osmanlı ordusu, seferberliğin etkisiyle moral buldu, Mehmetçik vatan savunması için cepheye koştu. Neticede, 1914’ yazında savaşa hazır olmayan Osmanlı ordusu, 3-4 aylık kısa bir sürenin ardından Kafkaslar, Filistin, Irak, Çanakkale gibi dört bir yanda savaşmaya başladı.
HATA NEREDEYDİ?
İttihat ve Terakki, 100 yılı aşkın bir süredir aralıksız savaş halinde olunan ve hedefleri Osmanlı’yı parçalamak olan Rusya, İngiltere ve Fransa’yla neden görüştü?
1914’ün ilk aylarında Almanlarla askeri eğitim konusunda anlaşması yapılmasına rağmen İtilaf Devletlerinden beklenti neydi?
Aslında Almanya da Osmanlı’dan toprak istiyordu. Almanya’nın Berlin-Bağdat Demiryolu Projesi ile İngilizlerin Bağdat Demiryolu Projesi aynıydı. İki ülke de Osmanlı topraklarına demiryolu hattı kurmak, bu hattın geçtiği bölgelerde ayrıcalıklara sahip olmak istiyordu. Bu adım adım parçalama yöntemiydi. Çünkü demiryolu işletmesine sahip olacak olan devlet, hattın geçtiği bölgede çeşitli faaliyetler de yapabilecekti. Hatta İngiltere bunu bir ölçüde yaptı. İngiliz istihbaratçı Gertrude Bell, arkeolog sıfatıyla geldiği Osmanlı topraklarında, İngiliz yatırımlarının olduğu bölgede hem ajan faaliyeti yürüttü hem de bölgedeki arkeolojik eserlerin yurt dışına kaçırılmasına öncülük etti. Bell, Osmanlı’ya karşı Arapların ayaklandırılmasında da etkili oldu.
İngiltere erken davranarak Osmanlı topraklarına yerleşti. O olmasa belki de Almanlar aynısını yapacaktı. Bilemeyiz. Ancak şu gerçeği unutmamak gerek: Osmanlı’nın sonu parçalanmaya doğru gidiyordu. Bu kaçınılmazdı. Bundan en az zararla çıkılıp yeniden ayağa kalkabilmek için doğu adım atılmalıydı.
Almanlarla dört yıllık ittifak belki mağlubiyetle sonuçlandı. Ancak Osmanlı’nın İtilaf Devletlerinde yer alamayacağı gerçekti. 16 Mayıs 1916’de Britanya İmparatorluğu ve Fransa arasında gizlice yapılan, daha sonra Rusya'nın da katıldığı Skyes-Picot Anlaşmasında Osmanlı Devleti'nin Ortadoğu'daki toprakları bu üç devlet arasında paylaşılıyordu. Anlaşmayı ortaya çıkaran ise Sovyet Devriminin ardından devlet arşivlerini açan Lenin oldu.
Osmanlı belki Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetti ama bu süreçte elde ettiği kazanımlarla Kurtuluş Savaşı’ndaki başarının zeminini hazırladı. Osmanlı için en makul ittifak Almanlarla olandı. İtilaf Devletlerinin Osmanlı’yla müttefik olamayacağı 100 yıllık sınanmış tecrübelerle ortaya çıkmıştı.
SONUÇ
1914’te manzara şuydu: Osmanlı, Karadeniz ve Kafkaslarda Rusya, Akdeniz ve Mısır’da İngiltere, Ege ve Balkanlarda Yunanistan ve Bulgaristan tarafından kuşatılmıştı. İçeride de ayrılıkçı Ermeni terörüyle karşı karşıyaydı.
2023’te de manzara şöyle: Yunanistan’da Dedeğaç, Selanik, Kavala, Larissa, Stefanoviç, Girit, Kıbrıs’ın güneyi, Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki ABD üsleri silahlarla, tanklarla dolu. Namlular Türkiye’ye bakıyor. İçeride Türkiye’yi bölmek isteyen terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı HDP, Altılı Masa’nın da desteğiyle Meclis’e sokulmak isteniyor.
İki manzarada da Türk milletine karşı bir kuşatma planı var. Cephe, Kafkaslardan Doğu Akdeniz’e kadar tektir. Türkiye’yi dün bölmek isteyen de emperyalizmdi, bugün de onlar. Türkiye bugün de büyük bir kararın eşiğinde.
Türkiye bu şartlarda NATO’da kalabilir mi? ABD namluları Türkiye’ye bakarken ABD’yle müttefik olunabilir mi? Türkiye’yi bölmek isteyen NATO’yla ittifak söz konusu olabilir mi? O halde yapılacak tek bir şey var: 1914’te, Birinci Dünya Savaşı’na ön almak için Sivastopol limanını nasıl bombaladıysak, bugün Türkiye’yi hedef alan NATO’nun araçlarını bitireceğiz. HDP kapatılmalı, PKK’yı püskürtme değil tamamen bitirme hedefi konulmalı, NATO’dan çıkılmalı, Suriye’yle işbirliği yapmalı, Şanghay İşbirliği Örgütüne girmeli.
Türkiye’nin emperyalist Atlantik cephesine alacağı bu tavır, 1922’de olduğu gibi bağımsızlık mücadelemizde önemli bir mevzi kazandıracaktır.
DİPNOT:
[1] https://www.mfa.gov.tr/misir-siyasi-gorunumu.tr.mfa
[2] Şule Perinçek, Bizim Ermeniler ve Talat Paşa, Teori Dergisi, Sayı 303, Nisan 2015, s. 12.
[3] Doğu Perinçek, Cihan Savaşı ve Türk Devrimi, Teori Dergisi, Sayı 143, Aralık 2001.
[4] Ali Kaşıyuğun, Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı Devleti’nin İttifak Arayışları ev 1. Dünya Savaşına Girişi (1911-1914), Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı Doktora Tezi, Şubat 2014, İstanbul, s. 104.
[5] Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-8/Birinci Dünya Savaşı ve Türk Devrimi, Kaynak Yayınları, Kasım 2015, s. 71.
[6] Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi, 7. Baskı, Ankara, Eylül 2014, s. 412.
[7] Nevzat Artuç, Cemal Paşa, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2008, s. 176.
[8] Doğu Perinçek, a.g.e., s. 34.
[9] Stanford J. Shaw, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu Savaşa Giriş, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2014,