TRT Saz Sanatçısı Işık Başel anlattı: Müzik emekçilerini böyle örgütledik
“1994 yılında sanatçı borçlanması için Müzik-Sen hak aramaya başladı. Kemal Kılıçdaroğlu'nun SSK Genel Müdürü olduğu dönemdi. Bizlere olağanüstü zorluklar çıkartmıştı.”
Bu hafta, TRT İzmir Radyosu’nun önde gelen Türk halk müziği ses ve saz sanatçılarından, Yurttan Sesler korosunu yönetmiş Işık Başel, alınganlık sonrası hızlanmak için parmaklarına ve bileğine gramlar asıp saz çaldığını anlatıyor. Mimarlığı bırakıp, Gazi Müzik bölümüne girişini, müzisyenlerin sendikalaşma sürecini gelin can kulağıyla birlikte dinleyelim.
- Recep Kaymak’ın, “Doğru dürüst adam olsaydın, doğru dürüst bağlamayı çalsaydın da bizi ele güne mahcup etmeseydin” dediğinde ne yaptınız?
Benim başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Trabzon'dan yeni gelmiştim, bir taşra çocuğuydum. O tür sözler çok alınganlık yaratan sözlerdi benim için. Bir kayboldum ben piyasadan. Kendimi tamamen bağlama çalmayı öğrenmeye verdim. O bağlamayı aldım elime, gramları bileklerime bağladım ve o yükle çalmaya başladım.
GRAMLARI PARMAKLARIMA YARIM KİLOYU BİLEĞİME BAĞLADIM
- Gramları bileğe bağlamak ne işe yarıyor?
Gramla bir müddet çalıyorsun. Gramları attıktan sonra kuş gibi oluyorsun ve hızlı çalıyorsun.
O Japon filmlerinde ayaklarına ağırlık bağlarlar ya, oradan esinlenerek bu yöntemi buldum.
- Sizin buluşunuz muydu?
Tabii benim. Gramlar vardı eskiden, onar gram parmaklarıma, yarım kilo da bileğime bağladım. İbrahim, Emine abla inanın, altı ay hiç evden çıkmadan çalıştım. Güya mimarlıkta okuyorum, okula da gittiğim yoktu. Altı ay sonra gramları attım ki elimi bileğimin hızını tutan yok.
- Sonrasında Recep Kaymak ile buluştunuz mu?
Recep abi beni çok merak etmiş? Öldü mü, kaldı mı bu oğlan diye sorduruyormuş. O zaman cep telefonu da yok tabi, telefon almak için yazılıyorsun evliysen çocuğunun düğününde ancak telefon geliyordu.
Bir gün ben lokale uğradım, “Recep abi yana yana seni arıyor “dediler, buluştuk. O zaman bir arkadaş çalıyordu kendisine. Kimsenin ekmeğiyle oynamayayım, başka bir arkadaşla çalışırım dedim ve bir hanımefendiye çalmaya başladım. Gençlik Parkı o zaman gazinolarla dolu. Kınalı, Çamlık, Çamlık Köşk, Yıldız Saray, Japon Bahçesi… Zeki Müren filan çalışıyor. O kadar kaliteli yerler. Ben de orada çalıyorum. O dönemin çok ünlü isimlerinden Nuray Akın'ın kulağına gitmiş çaldığım. “Bana çalar mısın” diye teklif etti.
“BİR IŞIK BAŞEL EKOLÜ YARATTIN” DENDİ
Allah rahmet eylesin Ersin Eroksal çalıyormuş ona. Ersin'den de yararlanmak da istiyordum.
Sahneleri geliştirmişler, eskiden tek bağlama ve kelleler vardı, şimdi ise iki bağlama, keman, klarnet, çift ritim vardı. İkinci bağlama olarak işe başladım. Bu arada arabesk çalıyoruz, onu da söyleyeyim. Çalmak zorundaydık çünkü oradan ekmek kazanıyorduk.
Ersin'in yanında iyice piştim. Ersin bir nedenden ötürü işi bıraktı. Yıllarca Nuray’a, bağlama çaldım. Ondan sonra sevgili Huri Sapan ablama, İzzet Altınmeşe'ye, rahmetli Atakan
Çelik'e, Seyit Al’a, Tuğrul Şan’a, Ali Rıza Gündoğdu’ya, çaldım. Eskiden sazını iyi çalanlara firma derlerdi. Firma bağlama, gözde bağlama…
Bu söz benim değil, Ankara müzisyenlerinin sözü. “Bir Işık Başel ekolü yarattın” dediler bana.
Ankara'nın efsane bağlaması oldum.
MİMARLIĞI BOYKOTLA BIRAKTIM GAZİ MÜZİĞİ BİTİRDİM
- Bu arada okul devam ediyor muydu?
1974 yılında, mimarlığın son sınıfında boykot yaptık ve beni okuldan attılar. 1976 yılında tekrar sınavlara girdim. Altı yüz on iki fen puanı tutturdum. Mimarlıkta okuduğum için çok basit gelmişti sorular. O dönemde, o puanla ilk ona giriyorsun. Tamam mimarlık muhteşem bir alandı ama müzikte piyasanın içerisindeydim. Ankara, İstanbul, İzmir dolaşıyorduk.
“Mimarlık işini boş ver, git Gazi Müziği bitir, nota da biliyorsun sıkıntı da çekmezsin” dedim kendime.
Gazi Müzik Bölümüne gittim ve bitirdim. Hiç olmazsa bir üniversite diplomamız oldu. Bu arada müzik çalışmalarımız sürdü. Ardından sendikacılık dönemim başladı. Allah rahmet eylesin Mehmet Çırıka, ilk önce Hafif Batı müziği sendikası kurdu. Sonrasında rahmetli Nedim Işık, ben ve Sadık Dinçer, Mehmet Çırıka ile konuştuk. Tek dalga olmaz hem sanat müziği hem halk müziğini de içeren bir sendika kuralım dedik, kabul edildi.
MÜZİSYENLERİ SOSYAL GÜVENCEYE KAVUŞTURDUK
TÜMİS’i (Türkiye Müzik işçileri sendikası) kurma çalışmaları başladı. Bir arkadaş, “Halk müziği çalışanlarını örgütleriz de Roman müzisyen arkadaşları nasıl örgütleyeceğiz” dedi. Siz onu bana bırakın dedim. Çünkü Roman arkadaşlarım vardı ve çok samimiydim. Çok seviyordum onları, onlar da beni çok seviyordu. Işık abi deyip yere göğe koyamıyorlar. Ben bu samimiyetten, yakınlıklarından yararlanıp durumu anlattım ve silme hepsini üye yaptım. TÜMİS’in faaliyeti 1983 yılında, yeni sendikalar kanunu çıkıncaya kadar sürdü.
1989’da bu sendikayı miras alarak MÜZİK-SEN (Müzik ve Sahne Sanatçıları Sendikası) kuruldu. Halen faaliyette.
1994 yılında sanatçı borçlanması için Müzik-Sen hak aramaya başladı. Kemal Kılıçdaroğlu'nun SSK Genel Müdürü olduğu dönemdi. Bizlere olağanüstü zorluklar çıkartmıştı. Ama direndik ve yasayı meclis genel kurulunda kabul ettirdik. Sonraki süreçte tüm müzisyenleri sosyal güvencelerine kavuşturduk ama kendi borçlanmamı unuttum ve süresi doldu. Helali hoş olsun, hiç önemli değil. Ama sosyal güvenceye alınmayan kimseyi de bırakmadık. Benim için en büyük önem taşıyan konu budur. SSK'dan sosyal güvence sağladığında herkesten teşekkür aldık, bu da boynumuza madalya oldu.
- Radyo sınavlarına nasıl girdiniz?
Radyo sınavına gelinceye kadarki durumu da anlatayım. Dilber Ay canım benim, Allah rahmet eylesin, “Işık abi, Maraş'a gidiyorum, bana çalar mısın” dedi. Ne demek tabii ki çalarım dedim. Ama abi senin paranı veremem dedi. Ben çok büyük paralara çalışıyordum.
Siz onun şovmenliğine bakmayın, o muhteşem bir yöre sanatçısıdır. Düzce doğma büyüme ama kökleri oradan geldiği için Maraş'ı, o bölgeleri, olağanüstü yorumlayan bir kardeşimizdi.
Hadi gidelim dedim ve Maraş'a gittik, Dilber'e çaldım. Geldik İzmir'e Basmane'de bir gazinoda da çaldım. Musa Eroğlu, Huri Sapan ablaya çalıyordu. Musa abi işi bırakınca Huri abla araştırmış, kim çalar diye. “Sana Işık Başel çalar” demişler. Huri Abla'ya da o dönemlerde çalmaya başladım. Hem Huri hem de Nuray ablaya on iki sene çaldım.
1980 yılında, 23 Mart 1981 tarihinde Ankara, İstanbul ve İzmir radyolarına sanatçı alınacaktır anonsu yapıldı. Ankara'ya baktık, bağlama sınavı yok. Rahmetli Bircan Pullukçuoğlu ve
Coşkun Güla’ın ortak ders verdikleri bir dershane vardı, oraya takılıp, sıkıştıklarında gelen öğrencilere karşılıksız yardımcı oluyordum. Sınava Bircan başvurdu.
BAĞLAMA SINAVI YOKTU SESTEN RADYO’YA GİRDİM
İ. Can: Bircan Pullukçuoğlu Allah rahmet eylesin, çok büyük bir ses. Coşkun Güla’da benim kurs hocamdı.
Coşkun abi, “Oğlum senin çivi gibi sesin var. Sesten gir o zaman” dedi. Bağlamayı kendime o kadar vakfetmişim ki, sesten girmek aklıma gelmedi. Sesten başvurumu yaptım.
O arada Neşe Dilekçioğlu, Gülşen Kutlu, Süreyya Davulcuoğlu birkaç isim daha dershaneye ders almaya geliyorlardı. Onlara da ders verip, yardımcı oluyordum, ders verirken bir yandan da kendimi sınava hazırlıyordum. Türkü okumamıştım doğru dürüst. Dört türkü çalıştım. Sınav günü sabah dokuzda sınav yerindeydim. Bir baktım hiç kimse yok. Biz gelene kadar yetiştirilmek üzere alınanlar sınava girmiş. Ben ise yetişmişler sınavına girecektim.
Sıra bana geldi, girdim sınava. Karşımda Ali Can, Ahmet Yamacı, Niyazi Yılmaz, üçü de rahmetli oldu. Asıl sürpriz ise Emin Aldemir. Niye olduğunu da söyleyeceğim. Emin Aldemir bir önceki akşam Kınalı Gazinosunda benim yanımda kabak kemane çalıyordu. Emin Aldemir, Türkiye'nin en büyük hocalarından.
Açtılar oyun havasını, ezginin de adını kapatmışlar. Çatır çatır notayı okuyunca Ali Can şöyle bir durdu. Arka arkaya beş türkünün notasını okutturdular bana. Emin Hoca aldı bağlamayı tahtanın arkasına geçti. Ali Can haliyle, Emin Aldemir’in benim yanımda çalıştığını bilmiyordu, “Emin Hocam niye oraya gittiniz?” diye sordu. Emin “Sen bilmezsin” diye yanıtladı. Güleceğim gülemiyorum. Neyse çaldılar, deşifreyi de yazdık. Sıra geldi okumaya. Beni içeride tam bir saat, kırk beş dakika tutmuşlar.