NATO tankına yakıt taşıdılar
NATO, 74 yıl önce bugün kuruldu. Türkiye 1952'de NATO'ya katıldı; Atatürk'e, Cumhuriyet değerlerine ve arasız devrimlere elveda etti. NATO, Türkiye'de darbeler, katliamlar yaptı. En son 15 Temmuz'u gördük. Finlandiya'nın ittifaka girmesine evet diyen vekiller, NATO'nun saldırganlığına yakıt oldular.
Bugün 4 Nisan 2023; NATO’nun kuruluşunun 74. yılı. Bizi ölüme götüren bir veba olan NATO’yu ve kesin tedavisini inceleyeceğiz.
BRETTON WOODS VE NATO
NATO’yu incelemeden önce kuşkusuz NATO’yu doğuran atmosfere merceği tutmalıyız. 1944 yılında ABD’de yapılan Bretton Woods Konferansı’yla başlıyoruz. ABD öncülüğünde 44 ülkenin toplandığı bu konferansta dolar saltanı kurmanın kararı alındı. 1 ons altının 35 dolara sabitlendiği ve kanun olarak kabul edildiği konferans sonucunda katılımcı ülkelerin hepsinin para değeri dolara bağlanmış oldu ve dolar saltanatının hukuku oluşturuldu.
Bir yıl sonra İkinci Dünya Savaşı bitmişti. Savaşı hasarsız atlatan ABD mutlak galip edasıyla meydandaydı. Asıl zafer Sovyetler Birliği'ne aitti fakat çoğu işçi ve zanaatkar milyonlarca vatandaşını kaybeden Sovyetler Birliği’nin hemen ayağa kalkması mümkün değildi. 1950 yılında Sovyetler Birliği’nde milli gelir ABD’nin yüzde 30’u, sanayi üretimi ise yüzde 31’i kadardı.(1) Anlaşılan, savaşı zararsız atlatan ABD için hegemonya kurmanın tam zamanıydı.
Turgut Özal’ın mimarı olduğu 24 Ocak kararlarını hatırlayalım. O kararların silah zoruyla uygulanabilmesi için 12 Eylül’de bir Amerikan darbesi yapılmıştı. NATO da buna benzer şekilde 1949’da kuruldu. ABD’nin Bretton Woods’da elde ettiği hegemonyayı uygulamak, dünyaya yaymak ve tüm ülkeleri içeriden yönetmek için NATO yaratılmıştı.
Eğitim hayatımız boyunca bizi “Rus tehdidine” karşı koruduğu söylenen NATO’nun asli amacı tüm ülkelerde ABD yanlısı iktidarları göreve getirmek, ABD karşıtı iktidarları devirmekti. Bunun için NATO üyesi ülkelerde “kontrgerilla” veya “gladyo” denen örgütlenmeler kuruluyordu. Türkiye’de gladyo FETÖ’yle vücutlaşmıştı.
ABD tekellerinden Rockefeller Grubu 1956’da şöyle söylüyordu: “ABD’nin çıkarlarına uygun düşmeyen herhangi bir durumu düzeltmek için, dünyanın neresinde olursa olsun, derhal müdahale edebilecek yeteneklere sahip özel askeri birlikler kurulmalı.” (2)
Yine ABD’nin önemli askeri uzmanlarından Peter Paret ve John W. Shy, “Birleşik Amerika hoşuna gitmeyen solcu veya solcu olmayan hükümetleri devirmek için gerilla taktiğini kullanmalıdır. Bizim amacımız, hoşa gitmeyen ve bizimle dost olmayan hükümetlerin yerine dost hükümetleri geçirmek olmalıdır.” diyerek NATO’nun amacını özetliyorlardı. (3)
NATO’YA MERHABA ATATÜRK’E ELVEDA
Atatürk’ün vefatının üzerinden henüz bir yıl dahi geçmemişken başlayan İkinci Dünya Savaşı Türkiye’yi tek ayak üzerinde yakalamıştı. Oysa Atatürk, ölümünden hemen önce farklı zamanlarda İnönü, Celal Bayar, Tevfik Rüştü Aras ve Kılıç Ali’ye Sovyet dostluğunu vasiyet etmişti: “Sovyetler Birliği’ne karşı asla bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak Sovyetler’e yöneltilmiş herhangi bir antlaşmaya girmeyecek ve böyle bir antlaşmaya imza koymayacaksınız.” (4)
Yine Atatürk Kılıç Ali’ye 25 Temmuz 1938 günü, “Dış politikamızın temeli Sovyet dostluğudur. Sovyet dostluğuna zarar vermemek şartıyla İngiltere ile bir antlaşmanın faydası olur” demiştir. (5)
Atatürk’ün vasiyetinin tümüyle Batı emperyalizmine karşı olduğunu anlıyoruz. Maalesef bu tarihi vasiyet yerine getirilmedi.
Önce 1947 yılında, ABD Başkanı Harry Truman’ın ismiyle özdeşleşen Truman Doktrini kabul edilmiş, ardından ABD Dışişleri Bakanı George Marshall’ın ismiyle özdeşleşen Marshall Planı devreye sokulmuştur. Bu adımlar güçlendirmek adı altında Türkiye’yi ABD’ye borçlandırarak bağımlı kılmaktan başka bir şey değildi. Dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu, daha önce yapılmış ABD yardımlarının borcunu ödediğimiz süreçte, “Biz bu parayı vermekle borcumuzun yalnızca maddi kısmını ödüyoruz. Bir de manevi borcumuz vardır ki, onu da hürriyet, adalet, istiklal ve insanlık davalarında, ABD’nin bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödemeye çalışacağız” diyerek ABD yardımlarının ne anlama geldiğini kusursuz şekilde özetlemiştir. (6)
O “manevi borcun” Türkiye’nin 1952’de NATO’ya girmesi olarak somutlaştığını görüyoruz. Hürriyet, adalet, istiklal ve insanlık maskeli ABD davasına borcumuzu, hiç alakamız olmayan Kore Savaşı’nda yüzlerce şehit vererek ödemiştik. Üstüne üstlük bir de ABD’nin Kore’ye götürdüğü kan ve zulme dolaylı da olsa ortak olmuştuk. NATO’ya girmenin bedeli ABD’ye hizmetti ve biz ne yazık ki “NATO’ya merhaba, Atatürk’e elveda” demiştik.
NATO yalnızca bir askeri örgüt değildi. Serbest piyasacılığı dayatan bir ekonomik, bireyciliği ve bencilliği dayatan bir kültür emperyalizmi örgütüydü. Türkiye yalnızca askeri ve siyasi olarak değil, ekonomik ve sosyal olarak da ABD’ye bağlanıyordu.
NATO’NUN TÜRKİYE SİCİLİ
Türk milleti olarak NATO’nun sicilini çok yakından biliyoruz.
6-7 Eylül 1955 olaylarıyla başlayan NATO gladyosunun sicili 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle devam ediyor. Kuşkusuz bu darbelere zemin hazırlayan suikastlar, mezhep çatışmaları, bombalamalar, 1 Mayıs 1977 katliamı gibi olaylar da gladyonun eseriydi. Sol içinde 1970’lerde estirilen kitleden kopuk bireyci tavır ve eylemlerin de rüzgarı buradan geliyordu. 60’lı yıllarda halkı arkasına alan devrimci mücadele 70’lerde kurşun delikli ısmarlama gerilla kitaplarının peşinde koştu. Hepsi değil tabii...
NATO gladyosu 12 Eylül’den sonra da durmadı. 90’lara gelindiğine Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı gibi Türkiye’nin vatansever aydın birikimi hedef alındı. Faili meçhul denen cinayetlerin faili NATO’ydu kuşkusuz. Türkiye’nin vatansever birikimi hedef alınmış, sistemin dışına çıkanlar veya çıkmaya çalışanlar cezalandırılmış, üstüne üstlük suç İran gibi ABD ve NATO karşıtı ülkelerin üzerine atılmıştı. Özellikle azılı NATO karşıtı Uğur Mumcu’nun cenazesinde attırılan “Türkiye İran olmayacak” sloganı çok çarpıcıdır. Yazılarında 1979 İran İslam Devrimini selamlayan, Humeyni’nin emperyalizme karşı mücadelesini Atatürk’e benzeten Mumcu’yu İran neden öldürsün? (7) Bu sinsi sloganın faili gizlemek için attırıldığını anlıyoruz.
Günümüze gelelim. NATO karşıtı askeri ve siyasi mücadelenin bitirilmesi için Türkiye’nin NATO’ya direnen iki büyük kuvvetinin; Vatan Partisi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hedef alındığı Ergenekon ve Balyoz kumpasları FETÖ gladyosunun eseriydi. Amaç TSK’da doğan boşluklara FETÖ subaylarının yerleştirilmesi ve Türkiye’de işletilecek Büyük Ortadoğu Projesi başta olmak üzere ABD planlarına karşı olan Vatan Partisi’ni zayıflatmaktı. Türkiye her taraftan teslim alınmak isteniyordu. Fakat NATO’nun hesabı Türkiye’ye uymamıştı. 2014’te vatanseverlerin kumpasları çökertmesiyle ve yeniden ayağa kalkan TSK’nın 24 Temmuz 2015’te PKK’yı silahla ezmesiyle NATO, saldırılarını başka boyuta taşıdı.
15 Temmuz darbe girişimi NATO’nun Türkiye’yi işgal girişimiydi. ABD’nin kontrolündeki İncirlik Üssü’nden kalkan NATO uçakları üzerimize bomba yağdırdı. NATO tankları insanlarımızı ezdi. Ordumuzun büyük mücadelesi, o gece ilk açıklamayı yapan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in kararlı tavrı ve milletimizin fedai karakteriyle darbe ezildi. Ordu millet el ele vererek NATO generallerine diz çöktürdü. NATO generalleri ya o gece öldü ya da hala hapishanelerde sürünüyor.
15 Temmuz’da ezilen NATO gladyosu şehirlerimizde bombalar patlatarak, ekonomik dayatma ve ambargolarla, siyasi sıkıştırmalarla Türkiye’yi tehdit etmeye devam etti ve hala ediyor.
BİR VEKİL BİLE KARŞI ÇIKMADI
NATO bugün bölgemize topyekûn bir saldırı içinde. Yeni bir Haçlı Seferi tezgahlanıyor. Bu saldırıya gözünü kapayan veya saldırıdan yana olan TBMM vekillerimiz Finlandiya’nın NATO’ya girişini oy birliğiyle kabul etti. Bir vekil dahi NATO’nun genişlemesine karşı çıkmadı.
Oturumu yöneten TBMM Başkanvekili CHP’li Haydar Akar oylamanın ardından Finlandiya devletine ve halkına hayırlı olsun dileklerini iletti.
AK Parti vekili Yılmaz Tunç da kabul oyunun görüntüsünü paylaşarak sevince ortak oldu. Kime hayırlı olacak? Zaten Atlantik sistemine bağımlı nefes alan ve NATO’ya girmesiyle ABD’ye anahtarı teslim edecek olan Finlandiya’ya mı yoksa kendisini bölmek isteyen bir kuvveti kendi elleriyle genişleten Türkiye’ye mi? Buradan tek “hayır” ABD’ye çıkar. Bir taşla kuş sürüsü; ABD’nin ülkeleri kontrol aracı olan NATO genişliyor. Finlandiya ABD’ye anahtarı teslim ediyor ve ABD’nin nüfuz alanı büyüyor. ABD, bölmek istediği Türkiye’nin önündeki zorlukları artırıyor.
Her konuda yumruklaşan vekiller, vekil maaşlarına zam ve NATO’culukta yumrukları birleştiriyor. Millet ise ekonomik zorluklar ve ABD/NATO karşıtlığında birleşiyor. Milletin meclisi milletten bu kadar uzak olabilir.
Vekiller bu kararıyla, milletin canı pahasına önüne yattığı NATO tanklarına yakıt taşıyor. Mehmetçiği şehit eden NATO silahlarına şarjör dolduruyor. İstiklal Caddesi’ne bir bomba da vekiller tarafından konuyor.
Türk milletinin ABD/NATO karşıtlığının yüzde 90’lara çıktığı günümüzde Gazi Meclis’imizi işgal edenler milletvekili değil NATOvekili olduklarını ispatlıyorlar.
NATO’DAN ÇIKARSAK BİZE SALDIRIRLAR ÖCÜSÜ
Ülkemizin 1945’lerden itibaren 70 yıl içinde bulunduğu Atlantik sistemi, milletimize ABD üfürmelerini dayattı. İlkokullarımızdan başlayarak üniversitelerimize kadar eğitim sistemi ABD’nin yenilmez güç olduğunu söyleyen Atlantik müfredatına göre tasarlandı. O nedenle “NATO’dan çıkarsak bize saldırırlar” gibi bazı kaygılarla karşılaşıyoruz. Oysa yukarıda anlattığımız saldırıların hepsi Türkiye NATO üyesiyken oldu. Yine bugün Doğu Akdeniz’de yapılan Türkiye’yi işgal tatbikatları, Yunanistan’a askeri yığınak, PKK’ya verilen binlerce tır silah Türkiye NATO içindeyken gerçekleşiyor.
NATO’daki veto hakkımız ve Türkiye NATO’dan çıkarsa Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) ve İsrail’in NATO’ya alınacağı öcüsü dolaştırılıyor. Nasıl bir veto hakkımız varsa, NATO ülkemizde darbe yapıyor veto edemiyoruz. Mehmetçik NATO silahıyla şehit ediliyor, şehirlerimizde NATO bombaları patlatılıyor veto edemiyoruz. NATO’daki veto hakkı Türkiye’nin birliğine ve bütünlüğüne vetodur.
GKRY ve İsrail’in NATO’ya alınması için kaygı duymak ise yersiz zira bu ülkeler kağıt üstünde olmasa da pratikte zaten NATO üyesi. “Devlet Ortaklığı Programı” kapsamında GKRY askerlerini ABD eğitiyor, yetmiyor silahlarını da ABD veriyor. İsrail ise zaten NATO’nun her planına ortak.
KADER BİRLİĞİ
İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınmasının Türkiye için değil Rusya için bir tehdit olabileceği tezlerini okuyoruz. Türkiye ve Rusya başta olmak üzere Asya ülkeleri bir kader birliği içindedir. Yunanistan’a yapılan askeri yığınakla, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınması arasındaki bağı görmeliyiz. Ermenistan üzerinden Azerbaycan’a yapılan kışkırtmayla, Ukrayna üzerinden Rusya’ya yapılan kışkırtmanın; Doğu Akdeniz’in karıştırılmasıyla Karadeniz’in karıştırılmasının; Kıbrıs’a dayatılan planlarla, Donbas’a dayatılan planların; Türkiye’ye uygulanan ambargolarla, İran’a uygulanan ambargoların; PKK’ya verilen silahlarla, Beyaz Saray’da ağırlanan Zelenskiy’in arasındaki bağı görmeliyiz. O nedenle Türkiye’ye veya Rusya’ya yönelen tehdit tüm bölgemize yönelmektedir.
Bu tehditlere NATO silahlarıyla karşı koyma imkanı var mıdır? NATO uçağıyla NATO’ya karşı savaşabilir misiniz? NATO karargahları olan bir ülke NATO’ya karşı kesin zafer elde edebilir mi? NATO uçaklarına bağımlı olan bir ülke milli silahlarını nereye kadar geliştirebilir? O nedenle NATO’da kalmak veya çıkmak arasındaki tercih, çürümüş F-16 gibi paslanmakla Akıncı’yı geliştirmek arasındaki tercihtir.
ABD’NİN ŞANSI VE ŞANSSIZLIĞI
NATO tehdidinin muhatabı olan ülkeleri NATO’ya karşı olan hükümetlerin yönetmesi bir zorunluluktur. Lenin’in, “Ya devrim savaşı önler ya da savaş devrime yol açar” sözü burada geçerlidir. Ya bu ülkeleri NATO karşıtı hükümetler yönetir ve NATO’ya karşı dik durulduğu, devamında NATO’dan çıkıldığı için savaş çıkmaz ya da NATO her gün ilmek ilmek hazırladığı işgal savaşını başlatır ve milletler başlarına bu savaşı kazanabilecek NATO karşıtı hükümeti getirir. Bu, 21. yüzyılın altın yasasıdır.
Bugün için ABD’nin en büyük şansı karşısında kendisinden korkan bir hükümetin ve kendisinden icazet alan bir muhalefetin olmasıdır. Fakat en büyük ve ebedi şanssızlığı ise ABD emperyalizmini yıkmak üzere kenetlenmiş, tam bağımsızlığa susamış bir milletin olmasıdır. Biraz tarih bilinci olan, günümüzü analiz edebilen biri ABD’nin şansının mı yoksa şanssızlığının mı daha büyük olduğunu hemen anlar.
KAYNAKLAR
1. ABD Yol Ayrımında, Doğu Perinçek, 1. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2021, s.20 vd.
2. Kontrgerilla 1, Ferit İlsever, 1. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008, s.48
3. Aynı adlı eser, s.49
4. Milli Kurtuluş Tarihi, Doğan Avcıoğlu, 2. Basım, Tekin Yayınevi, İstanbul, 1976, s.1490
5. Atatürk ve Komünizm, Rasih Nuri İleri, 2. Basım, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1994, s.299 vd.
6. İsmet İnönü’nün Dış Politikası, Hüner Tuncer, 2. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2012, s.181
7. Tüfek İcad Oldu, Uğur Mumcu, 4. Basım, Tekin Yayınevi, Ankara, 1983, s. 46 vd.