Neyi veto ettik ki İsveç'i edelim!
Türk yetkililer, NATO'da kalma nedenimizi 'veto' yetkisine sahip olmakla izah ediyor. Ancak bu sözde yetki, kritik hiçbir konuda kullanılamıyor. Ne zaman bir plana itiraz etsek, hızla bizi 'ikna edecek' bir mekanizma devreye giriyor. İsveç konusunda yaşanan da tam olarak budur!
NATO'da oldukça süslü laflar var: Eşit üyelik, eşit oy, eşit söz hakkı gibi... İttifak sözleşmesine göre kararlar, tüm üyelerin ortak mutabakatı ile alınıyor. Türk yetkililer de uzun yıllardır bu sözde “veto” hakkının ülkemizin elinde önemli bir koz olduğunu, hak ve menfaatlerimize aykırı durumlarda NATO'yu sınırlayabildiğimizi, dolayısıyla İttifak içinde kalmanın önemini pazarlıyor. Ancak NATO'daki 71 yıllık üyelik sürecimiz incelendiğinde, hiçbir kritik dönemeçte “veto” hakkımızı kullanamadığımız görülüyor: Yunanistan'ın NATO'ya dönüşü, Limni Mutabakatı, Baltık Planı'na onay, Finlandiya ve İsveç'in İttifak'a katılımı, bölgesel planların kabulü... Uzmanlar ise nedeninin basit olduğunu belirtiyor: Ekonomik ve askeri gücünüz yoksa, “veto” hakkınız da yoktur!
DE GAULLE'ÜN MÜTHİŞ SAPTAMASI
Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle, emekli bir asker ve üst düzey bir siyasetçi olmasının yanında, eşine az rastlanır bir aydın, dünya çapında bir entelektüeldi. Ülkesini NATO'nun askeri kanadından ayırma kararı aldığında, İttifak'ın özünde “ABD’nin 'müttefikleri' denetim örgütü” olduğunu ilan etmişti. De Gaulle'ün bu müthiş saptaması, Türkiye'nin de bir dizi başarısız veto girişimi ile doğrulandı. Aydınlık, “İsveç vakasını” daha iyi anlamımızı sağlayacak somut örnekleri derledi...
1) YUNANİSTAN'IN NATO'YA DÖNÜŞÜ
Veto hakkımızı kullanamadığımız ilk kritik vaka; “Rogers Planı” idi. Kıbrıs Barış Harekatı'nın ardından NATO'nun askeri kanadından ayrılan Yunanistan, 1977 Haziranı'nda İttifak'ın askeri kanadı ile tekrar bağ kurmak istedi. Türkiye ise bu talebi veto ederek Ege'deki komuta kontrol statüsünün 74 öncesinden farklı olarak Türkiye ile Yunanistan arasında bölüşülmesini talep etti. Demirel bu konuda diretince ABD, Kenan Evren'i devreye sokarak engelleri kaldırmayı başardı. 19 Şubat 1980'deki Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Türkiye'nin 1974'te koyduğu ve Ege Denizi'nde hava sahasını sınırlayan “Mor Hat”tın (714 sayılı NOTAM ile ilan edilen coğrafi hat) tek taraflı olarak kaldırıldığını duyurdu. Dışişleri Bakanlığı ile koordine edilmeyen bu ödün, hiçbir karşılık alınmadan Atina'ya verilmiş oldu.
12 Eylül 1980 darbesinin ardından ise, 17 Ekim 1980'de Ankara'ya gelen NATO Başkomutanı Orgeneral Bernard Rogers, bu kez “asker sözü” vererek Kenan Evren'i “ikna etti” ve 20 Ekim'de Yunanistan'ın NATO'ya dönüşü onaylandı. Rogers tarafından sunulan ve Askeri Komite'de onaylanmış olan SHAPE belgesi incelendiğinde, Yunanistan'ın Ege'de iddia ettiği haklarından hiçbir taviz vermediği, aksine o iddiaları teyit ettiği görülecektir.
2) LİMNİ MUTABAKATI AŞILAN VETO
Veto hakkımızın boşa düştüğü bir diğer örnek ise Limni Adası'nın NATO savunma planlarına dahil edilmesi tartışmalarında yaşandı. 1986 yılında ABD, herhangi bir savaş durumunda Atlantik ötesinden gelecek takviye kuvvetleri için Limni Adası'nı harekât merkezlerinden biri olarak belirlemiş, Türkiye ise bu durumu veto etmişti. Aynı dönemde Yunanistan da kimyasal silahlar ile ilgili bir NATO kararına rezerv koyarak, bu rezervi kaldırmak için Türkiye'nin Limni vetosunu kaldırmasını şart koşmuştu. Bu süreçte ABD yönetimi ve NATO yetkilileri, Yunanistan yerine Türkiye'yi ikna etmeyi denediler. Fakat ABD, Türkiye'nin ayak diremesi sonucunda başka bir yol izleyerek, Yunanistan'la bir kriz anında ABD uçaklarının Limni'yi kullanmalarına izin veren ikili bir mutabakat muhtırası imzaladı. Böylece Yunanistan'ın kimyasal silahlar konusundaki rezervini de geri çekmesini sağladı. Sonuç olarak Amerikalılar, Türkiye'nin direndiği ve NATO çerçevesinde veto yetkisi olan bir konuda, kendi menfaatine sorunu çözümlemiş oldu.
3) RASMUSSEN VE BALTIK PLANI
Veto yetkisinin anlamsız kaldığı daha güncel olaylar da yaşandı. Örneğin 2009 yılında ABD, PKK’ya destek verdiği bilinen Danimarka Başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olmasını istemiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise buna karşı çıkmıştı. Fakat kapalı kapılar ardında Türkiye bir kez daha 'ikna edildi', Rasmussen ise Genel Sekreterlik koltuğuna oturdu.
2019 yılına geldiğimizde ise bu kez masada “Polonya ve Baltık Planı” vardı. Türkiye, NATO'nun hayati gördüğü bu planı onaylamak için PYD/YPG'nin terör örgütü olarak tanınmasını şart koştu. 7 aylık bir direnişin ardından plan, sessiz sedasız devreye alındı. Kimse nedenini sormadı. Ne ABD ne de NATO, PYD/YPG konusunda hiçbir açıklama yapmadı. Aksine silah yardımı artarak devam etti. Bu arada Rusya'nın kuşatılması planı da Türkiye'nn onayıyla devreye girdi.
4) FİNLANDİYA VE İSVEÇ'İN ÜYELİĞİ
Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya katılımı konusu da, hiçbir kazanım elde edilmeden verilen büyük tavizlerdi. Bu iki ülkenin NATO'ya üyelik için başvurmasının ardından Türkiye itiraz etmiş, üç ülke masaya oturarak 10 maddelik bir mutabakat imzalamıştı. Anlaşma gereğince Finlandiya ve İsveç “PKK/PYD/YPG ve FETÖ'ye desteği kesecek, terörle mücadele yasasını değiştirecek, Türkiye'nin talep ettiği teröristleri teslim edecek, ambargoları kaldıracak...” ve bir dizi adım atacaktı. Türkiye Finlandiya’dan 6’sı PKK, 4’ü FETÖ olmak üzere toplam 12 kişinin iadesini istedi. Hiçbirini alamadı ancak Finlandiya'nın NATO'ya katılımını kabul etti.
İsveç'te ise başta direneceği yönünde bir görünüm veren Cumhurbaşkanı Erdoğan, Vilnius Zirvesi öncesi teslim bayrağını çekti. Başta İsveç’ten 26’sı PKK, FETÖ, DHKP-C ve TİKKO üyesi 33 kişinin iadesini isteyen Ankara, bu isimlerin hiçbirini alamadı. Üstüne İsveç, Kur'an-ı Kerim yakılmasına izin vererek tüm İslam alemine kafa tuttu. Türk basını her gün İsveç karşıtı manşetler atarken, Vilnius Zirvesi öncesi kritik bir gelişme oldu. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in Türkiye ve ABD arasında yürüttüğü diplomasi trafiğinin ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Biden doğrudan görüştü. Görüşmenin ardından Biden, “İsveç'in NATO'ya kabulü konusunda iyimserim.” açıklaması yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Vilnius'a giderken “Avrupa Birliği'ne üyelik yolunun açılması” gibi hayali bir talebi masaya koydu. Günün sonunda 0 kazanımlı 6 maddelik bir anlaşma ile İsveç'e üyelik sözü verildi.
5) BÖLGESEL PLANLARIN ONAYLANMASI
Bu arada herkes İsveç'in NATO'ya üyelik yolunun açılmasını konuşurken, NATO'daki kritik bir konuda daha vetodan vazgeçildi. NATO'nun Soğuk Savaş yıllarından bugüne kadarki en kapsamlı dönüşümü ifade eden bölgesel planlar, bir süredir NATO Karargahı'nda müzakere ediliyordu. Ancak Türk yetkililer, bazı coğrafi isimlendirmeleri beğenmedikleri gerekçesiyle bu planlara onay vermiyordu. Söz konusu direnişimiz de birkaç hafta sürdü. Dün itibarıyla NATO, bölgesel planlarını kabul etti. Rusya'ya karşı hazırlanan bu yeni askeri planlar, üye devletlere kuvvetlerini ve lojistiklerini nasıl geliştirecekleri konusunda yol haritası sunuyor. NATO yetkilileri ise yeni plan çerçevesinde İttifak'ın gerektiğinde (Rusya ile) hemen savaşa girebileceğini vurguluyor. Reuters'a konuşan bir diplomatik kaynak ise arka plan hakkında önemli bir fikir veriyor: “Türkiye uzlaşmak ve engeli kaldırmak zorunda kaldı.”
ALTERNATİF MEKANİZMALAR DEVREYE GİRİYOR
NATO'da görev yapmış olan asker ve diplomatlar ile görüşüldüğünde; ABD ve İngiltere'nin NATO kararlarında önemli bir ağırlığa sahip olduğu, NATO karargâhlarında Amerika ve İngiltere gibi ülkelerin subaylarının daha fazla sayıda görev yaptığı, NATO'nun bölgesel komutanlıkları haricinde bütün büyük karargâhların ABD'li subaylar tarafından yönetildiği anlaşılıyor.
Yunan Albay Papadimitriou bile, görevden ayrılış yazısında, Amerikalı ve İngiliz subayların diğer ülkelerin subayları ile koordine etmeden yapmış oldukları faaliyetlerden duyduğu rahatsızlığı açıkça ifade ediyor.
Uzmanlar, ABD ve NATO'nun daima Türkiye'nin veto hakkını bertaraf edecek alternatif yollar bulabildiğini, ya da darbe ve suikastlar dahil olmak üzere askeri, ekonomik ve siyasi tüm baskı araçlarını devreye soktuğunu vurguluyor. Nitekim Türkiye'nin ikna edilemeyeceğini düşündüğü noktalarda ABD, Uluslararası Koalisyon gibi alternatif mekanizmalar kurarak terörü desteklemenin yeni yollarını yaratıyor. Peki Türkiye'nin “veto” hakkı? O büyük bir aldatmacadan ibaret.