Nazım 120 yaşında
Türkçe büyük şairinin doğumunu kutlayacak. 15 Ocak 1902 - 2022 geçen yüz yirmi yıl içinde özellikle de sömürüye başkaldıran toplum ve topluluklarda onun şiirinden, dünyaya bakışından, yaşamından, romantizminden etkilenmeyen yoktur…
“1902 de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem…”
Yalın Türkçe ile şiir yazmanın gerisindeki estetik seçimi, imgesel anlatımı kavramak için onun sanatına, düşüncelerine, yaşamına yakından bakmak gerekir. Selanik doğumlu olan şair, Münevver Andaç’a yazdığı bir mektupta “Yahu ben hangi tarihte, hangi yılda, hangi ayda, ayın kaçında doğmuşum şunu birisinden öğrenip bana yazarsan iyi olacak…”der. Münevver Hanım, 16 Mart 1959 tarihli mektubunda “Senin doğum gününü Vala’ya sordum. 15 Ocak dedi. Çok iyi biliyor. Demek ki benim 2 Ocak olarak bilmem yanlış değil, eski takvime göre… Yeni takvim kabul edilince 15 Ocak olmuş…”diye cevaplar. Şairin doğum tarihi konusunda 20 Kasım 1901, 17-14-20 Ocak 1902 gibi tarihler verilse de, Erhan Saçlı’nın araştırmaları sonucu “Le Journal de Salonique” gazetesindeki haberler şairin 15 Ocak 1902 doğumlu olduğunu kesinleştiriyor. (Melih Güneş – Erhan Saçlı / Tarih Dergi – 2018, sayı: 49) Ailenin 1899 da başlayan Selanik günleri babası Hikmet Beyin Diyarbakır’a gitmesiyle 6 Ekim 1903 ‘te sona erer… Şair Otobiyografi adlı şiirinde dönemi, şehre dönmeyişini “geriye dönmeyi sevmem” dizesi eşliğinde anlatır… Bu dize bile ortaçağ devletinden modern Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne geçişin zihni önemini, beyin damarlarımızda samimiyetle hissetmemiz gerektiğini bana düşündürüyor. Nazım’ın doğum gününe parantez açarak bu ayrıntıyı satırlara yaymamdaki amacım şeytanın ayrıntıda gizli olduğuna vurgu yaparak, sanat alanında uyanık ve dikkatli olmamız gerektiğini hatırlamak, Nazım’ın estetiğini, sanat yaklaşımını derinliği ile kavramamız adınadır. Bu gibi ayrıntıları önemseyen, öne çıkaran, araştıran kalemler, gözler giderek azalmakta... Yazının satırlarında adı geçen kıymetleri huzurunuzda saygıyla selamlıyorum.
“üç yaşında Halep’te paşa torunluğu ettim
ondokuzumda Moskova Komünist Üniversitesi öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
Hapislerde de yattım büyük otellerde de
Açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yokgibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de………………….. yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye’mde Türkçemle yasak
Kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kimbilir.”
(Bu otobiyografi 1961 yılı 11 Eylül’ünde Doğu Berlin’de yazıldı. / YKY)
Nazım’ın dünyası insanlığın mutluluğu üzerine kuruludur…
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
bu hasret bizim...”
O dünyaya sevgiyle, insana kardeşçe, sömürüye mücadele duygusuyla şiirinin filozofik penceresinden bakar… Şairi çevresinden bağımsız görmez. Pasifliği kabullenmez… Onun dünyasında “şair sadece tespit etmekle kalmaz, onun tespit ettiği şey sosyal çevresine tesir eder, onun değişmesinde derece derece amil de olur. (Memet Fuat'a Mektuplar, ss. 61-62) Şair, şiir yazarken başka şahsiyet, konuşurken veya kavga ederken başka şahsiyet değildir! Şair, bulutlarda uçtuğunu vehmeden dejenere değil, hayatın içinde, hayatı teşkilâtlandıran bir vatandaştır! (Babayef, Nâzım Hikmet, s. 141) Dönemlerinin karanlık güçleriyle savaşan ilerici sanatçılara her ülkede ve her çağda rastlanır. İnsanların mutluluğu ve dünyada güzel bir yaşam için savaşa giren bu ilerici sanatçılar her zaman karanlık güçlerce kuşatılmış, kovuşturulmuş, baskıya uğratılmış, hapsedilmiş ve öldürülmüşlerdir. Fakat onlar hiçbir baskı ve tehdidin, hiçbir ölümün, hiçbir yalanın; tarihin akışını, iyiye, güzele, haklıya ve mutluluğa yönelişini durduramayacağını bilirler. Ve bu yazarların yapıtları ve bütün yaşamları gelecek kuşaklara örnek olur. (Babayef, Nâzım Hikmet, s. 140)
“geriye dönmeyi sevmem…” dizesi günümüzde ironi mi oldu?
Günümüz popüler sanat - sanatçı “duruş” algısının, antik bilgeliğin “taklit” / “mimesis” öğretisinden bile uzak, hatta geride, yüzeysel, abartılı, tek tip ve taklitçi olduğu ortada… Küresel ideolojinin beynimizi ele geçirme salvolarından biri olarak pazarlanan “Metaverse” sanal ortamında, reel piyasa değeri üzerinden birilerinin yat, kat alıp - satmasını, üretim kodlamasını, sanat iddiasını Nazım’ın dünyasını kavramadan nasıl sorgulayıp, açıklarız? O felsefesi, yaşamı, estetiği, seçimleri ile “sanat nedir?” – “sanatçı kimdir?” sorgusuna zamanı silen parlaklığıyla hala ışık tutuyor... “Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”