Nâzım'ın ‘Türkiye Milli Bağımsızlık Cephesi’ Planı
Günümüzün Vatan Savaşı ve Üretim Devrimi koşullarında, TKP'nin Nâzım Hikmet liderliğindeki vurguları, Kıvılcımlı, Avcıoğlu, Belli ve Perinçek'in girişimleriyle birlikte ele alınmalıdır. Çünkü güncel durumda, tarihimizdeki bu program ve siyasetler geçerliliğini korumaktadır
“Bu hürriyete aşık memleketlerdeki vatanseverlik için siyasi ve dini fikirleri bir yana bırakarak, vatandaşların terakkiperver ilerici kuvvetlerinin, bir tek Milli Kurtuluş Cephesi dahilinde birleştirilmesi ve bu kuvvetlerin faşizme karşı tevcih edilmesi işini kolaylaştıracaktır. "
Josef Stalin(1)
Teori dergisi bu ayki sayısında, önemli bir tarihi belgeyi gün ışığına çıkarıyor. Dr. Mehmet Perinçek'in bulduğu "Türkiye Milli Bağımsızlık Cephesi"nin kuruluşuyla ilgili belge, Nâzım Hikmet'in liderliğinde yurt dışında sürdürülen siyasal faaliyete ışık tutuyor. Şaşırtıcı olan, TKP'nin onayıyla ve Sovyetler Birliği'nin desteğiyle örgütlenmeye başlanan bu cephenin daha önce bilinmiyor oluşu. 1950’li yıllarda Sovyetler Birliği'nde yaşayan Nâzım, Türkiye Komünist Partisi (TKP) Dış Büro üyesi olarak siyasi mücadelenin içerisindeydi. Demokrat Parti iktidarı, Amerikan emperyalizmiyle işbirliğine dayanan siyasetler uyguluyordu.(2) Bu işbirliği, Türkiye'nin Amerikan çıkarları için Kore Savaşı'na asker göndermesi ve ardından NATO'ya kabulüyle zirve noktasına ulaşmıştı. Türkiye, ABD mali yardımıyla ayakta duran, topraklarını Amerikan üslerine açmış ve ordusuna Amerikan uzmanlarının eğitim verdiği bir duruma gelmişti. Henüz yarım asrı doldurmamış olan Kurtuluş Savaşı geçmişi unutuluyor, cumhuriyetin bağımsızlıkçı, çağdaşlaşmacı mirasından vazgeçiliyordu. Türkiye, Atatürk döneminde, Altı Ok programıyla berraklaşan, halkçı-devrimci karakterini yitiriyordu. Demokrat Parti ve Bayar-Menderes ikilisi, tek parti yönetimine karşı 'demokrasi' iddiasıyla örgütlenmiş, propaganda yapmış ve iktidar olmuştu. Ancak, iktidar oldukları an itibariyle ülke çapında komünistlere karşı operasyonlar yapmış, ardından ilerici-demokrat basını ve üniversiteleri ve Meclis'teki muhalefeti de susturmaya çalışmıştı. Bu durum, 27 Mayıs 1960 Devrimi'ne kadar sürmüştü. 27 Mayıs’ta halk hareketi ve ordunun müdahalesiyle DP iktidarının yıkılması ülkede ulusal bağımsızlıkçı ve demokratik devrimci bir iklimin oluşmasını sağlamıştı. DP iktidarına karşı, ülkede yasal olarak örgütlü olmayan, ağır baskılar altında çalışma yürüten TKP yurtdışında "Milli Kurtuluş Komiteleri" örgütlemeye bütün milli sınıfları 'tek cephe'de birleştirmeye çalışan bir politika izlemişti. Buradan, TKP'nin Amerikan emperyalizmine karşı bir cephe örgütleyerek başarıya ulaşmaya çalıştığını anlıyoruz. Fakat bundan önce, sosyalizmin Türkiye'deki tarihine ve 'cephe örgütlenmesi' denemelerine göz atmak gerekiyor. Çünkü işçi sınıfının iktidarı için mücadele eden komünist bir partinin 'tek cephe' politikası üretmesi ve fabrikatörlere kadar genişleyen bir milli sınıflar ittifakı için çalışması, kayda değer bir özgünlük taşımaktadır, kanaatimizce özellikle 20’li ve 30’lu yıllardaki çizgisinden farklılık arz etmektedir.
SOSYALİZMİN YEŞERDİĞİ ZAMAN VE ZEMİN
Türkiye'de sosyalizm en erken I. Meşrutiyet öncesinde tanınmış ve tartışılmaya başlanmıştır.(3) Namık Kemal ve Reşat Beyin, Paris Komünü’nü savunan yazıları, henüz o dönemde, Türkiye'nin demokratik devrimcilerinin sosyalizmle kurduğu bağı göstermesi bakımından anlamlıdır. Sözü edilen dönemde çeşitli işçi örgütlerine ve grev hareketlerine rastlamakla birlikte, bunların kısa süre sonra 2. Abdülhamit'in istibdat rejimi altında bastırıldığını görüyoruz. Sosyalizmin daha açık olarak siyaset sahnesine çıktığı dönem, II. Meşrutiyet dönemidir. 1910 yılında, Hüseyin Hilmi (İştirakçi Hilmi) tarafından kurulan Osmanlı Sosyalist Fırkası ve onun yayın organı İştirak, II. Enternasyonal çizgisinde siyaset yapmış ve 1913 yılında kapatılmış ve liderleri sürgüne gönderilmiştir.(4) Mütareke döneminde sürgünden dönen Hilmi ve arkadaşları tarafından Türkiye Sosyalist Fırkası olarak kurulan bu parti artık rakipsiz değildir. Mütareke döneminde çeşitli sol, sosyalist ve sosyal demokrat partiler kurulmuştur. Ancak bunların bir kısmı çeşitli çıkar çevreleri olarak çalışmış, partiden çok sendika niteliği gösteren kuruluşlar olmuştur. Ayrıca bunlar, ülkede Mustafa Kemal Paşa liderliğinde yürütülen Milli Mücadele'ye de ilgisiz kalmış, kendi ülkelerinin en önemli meselesine dair doğru bir bakış açısı geliştirememişti. Dolayısıyla bu hareketler gelişme gösteremeyip yok oldular.
KURTULUŞ SAVAŞINDA SOSYALİZM
Türkiye sosyalist hareketi tarihi açısından belirleyici olan örgütlenmeler esas olarak üç ana kaynaktan geliyordu.(5) Birincisi, Şefik Hüsnü (Değmer) liderliğinde İstanbul'da oluşan, İstanbul Komünist Grubu'dur. Bu grup, Almanya'da öğrenim gören Türk işçi ve öğrencilerinden oluşan, Spartakist akımdan etkilenen isimlerden oluşuyordu. Üçüncü enternasyonal (Komintern) çizgisindeydiler. Mütareke döneminde İstanbul'da bir araya gelerek, Aydınlık ve Orak-Çekiç gazetelerini çıkardılar. Ulusal bağımsızlık savaşını destekliyor ve Anadolu'da yürütülen Milli Mücadele'yle irtibatlı çalışıyorlardı. İkinci kaynak ise, bizzat Milli Mücadele'de yer alan sosyalistlerin örgütü olan Yeşilordu Cemiyeti ve onun devamında kurulan Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası'dır. Bu grubun önemi, Ankara'da mücadelenin merkezinde yer almalarıdır. Ancak Çerkez Ethem'i örgüte dâhil ederek, onun 'çeteci yaklaşımlarına' siyasal meşruiyet kazandırmaya kalkışan Yeşilordu cemiyeti, mücadelenin bütünlüğü açısından tehdit oluşturduğu düşünüldüğünden; Mustafa Kemal Paşa tarafından dağıtıldı. Ardından kurulan THİF de aynı gerekçelerle kapatılmıştı. Üçüncü kaynak ise, Ekim Devrimi sırasında Rusya'da olup, oradaki Türk savaş esirlerinden bir örgüt yaratan Mustafa Suphi'dir. Suphi, Bakü'de teşkilatını tamamlayarak, Anadolu'da Milli Mücadele'ye katılmak üzere 1920'de Azerbaycan'dan Türkiye'ye geçmişti. Türkiye’de faaliyet yürütemeden sınırdışı edildi ve yurtdışına çıkmak üzere Trabzon'dan denize açıldığı sırada yoldaşlarıyla birlikte katledildi.
TKP: KOMİNTERN TÜRKİYE SEKSİYONU
1922'de Büyük Zafer kazanıldığında, henüz ortada bir bütün halinde olan bir sosyalist parti yoktu. Komintern'in girişimleriyle yukarıda sayılan üç kaynaktan da gelen devrimcilerle 1925'te Akaretler'de Şefik Hüsnü liderliğinde kurulan TKP (illegal) kısa süre sonra Takrir-i Sükun kanunuyla takibata uğratıldı ve kademeli olarak 30’lu yıllara kadar ciddi devlet operasyonlarıyla karşı karşıya kaldı. Bu dönemde, TKP ulusal bağımsızlığı ve cumhuriyet reformlarını desteklerken, iktidarın niteliğini, ülkedeki üretim ve paylaşım ilişkilerini tartışmaya açıyordu. TKP ve Kemalist Devrim'in lider partisi CHF (CHP) arasında inişli çıkışlı ilişkiler çoğu zaman gergin seyretti. Buralarda komünistlerin esas olarak Kemalist Devrim'i desteklemekle birlikte çeşitli 'sol' hatalar yaptığını da hesaba katmak gerekir. Burada Komintern'in bir seksiyonu olarak hareket etmelerinin de önemli bir payı vardı. Bu durum, özellikle bağımsızlık konusunda hassas olan Kemalist kadroların TKP'ye yönelik şüphelerinin kaynağını oluşturuyordu. Kemalist Devrim'in I. ve II. Meşrutiyetlerle başlanan işi bitirmeyi, ulusal bağımsızlığı bir kalkınma ve çağdaşlaşma programıyla başarıya ulaştırmaya çalıştığı yıllarda, Şefik Hüsnü, Kemalistlerin devrimci barutunu tükettiğini iddia ediyordu. Üstelik, Kemalistlerin halkçı-devletçi yönelimleri de yalnızca 'milli bir kapitalizm yaratma hedefi' olarak görülüyor, ticaret burjuvazisinin nasıl bastırıldığı, sanayi alanına özel girişimcilerin neden sokulmadığını sorgulanmıyordu. Her iki devrimci hareket arasında oluşan mesafe, ileriki yıllarda karşı devrimin başarısında pay sahibi olacaktır. Çünkü TKP, Kemalist Devrim'in sınıfsal ve ideolojik temeline müdahalede bulunacak dostane ilişkileri geliştirmiyor, Kemalistler de devrimin dayanacağı sınıfsal temeli yaratmak yerine sonsuza kadar ilerici bürokratlarla bu hareketi sürdürebileceğini düşünüyordu.
DESANTRALİZASYON KARARI
1936 yılına gelindiğinde ufukta yükselen İkinci Dünya Savaşı bulutları, Komintern'i Sovyetler Birliği merkezli düşünmeye sevk etmişti. Komintern, Sovyetler Birliği'ne komşu ülkelerin, muhtemel savaşta Sovyetler’in karşısında konumlanmasını istemedi.(6) Üstelik, Komintern, TKP'yi Kemalist Cumhuriyete yönelik 'sol' hatalar yapılmaması noktasında bu karara kadar defalarca uyarmıştı. Gerilen TKP-CHP ilişkileri, Sovyet-Türkiye ilişkileri açısından bir sorun yaratabilirdi. Sovyetler Birliği merkezli bakan Komintern, yaklaşan savaşta Türkiye'yi karşısında bulmak istemiyordu. Desantralizasyon Kararı doğrultusunda Türkiye Komünist Partisi de merkezini dağıtmaya ve örgütsel faaliyetlerini durdurmaya yönlendirildi. TKP’liler, TKP faaliyeti yerine, başta CHP olmak üzere, ilerici kitle örgütlerine, kurum ve kuruluşlara yerleşerek söz konusu yapıları sola çekmeye çalışacaktı. Şefik Hüsnü'ye göre, bu karar uygulandı ancak verilen görev çok küçük ölçülerde yapılabilmişti. Aslında bu karar, TKP'den ayrılarak, Kemalist Devrimi solda konumlandırmak üzere harekete geçen Şevket Süreyya ve Vedat Nedim'in 'Kadro' perspektifine de uygun düşmekteydi.(7) Ne yazık ki yeterince başarılı olamadı. Çünkü 'Kadro'cular da devrimci gelişmede işçi sınıfının rolünü atlıyor, ideolojik sağlamlığı esas alan dar bir kadro hareketinin Kemalist Devrim'i sürdürebileceğini düşünüyordu. Sınıfsal temelden kopuk bu yaklaşım da başarısız oldu.
'VURGUNCULUĞA VE FAŞİZME KARŞI MÜCADELE'
2. Dünya Savaşı'nın başında, Alman-Sovyet Anlaşması nedeniyle, sınırlarımıza dayanan Almanlara karşıt tavır al(a)mayan TKP, 1943'te Sovyetlerin de saldırıya uğramasıyla tutumunu daha berrak hale getirir. Alman saldırganlığının, iç cephedeki tezahürü olarak görülen ırkçı-Turancı cenaha karşı mücadele başlatılır. Refik Saydam hükümetini destekleyen ancak Şükrü Saraçoğlu hükümetinin söz konusu ırkçı-faşist cenaha yakın politikalar uyguladığı iddiasıyla ona karşı tutum alan TKP bu dönemde "Vurgunculuğa ve Faşizme karşı mücadele"yi başlatır.(8) Bu mücadelede TKP, kendisi dışında kalan özellikle CHP içerisindeki ilerici kesimlerle işbirliği olanakları aranır. 'En Büyük Tehlike' adıyla basılan ve dağıtılan TKP broşürü, meclisin dahi gündemine girer. Bu bildiride TKP, savaş sırasında vurgunculukla palazlanan sınıfa dikkat çeker ve ırkçı-Turancı çevrelerin faşist tehdidini ifşa eder. Faşist çevrelerin 'Kızıllar ve Sollar', 'Kızıl Faaliyet' adlı yanıtlarıyla büyüyen tartışma, 1944 tutuklamalarıyla son bulur. TKP istediği cepheyi örememiş, üzerine de kendisine operasyon yapılmıştır. Ancak yine bu dönemde 'cephe örgütlenmesi' mantığıyla girişilen 'İleri Gençlik Birliği Teşkilatı' da anılmaya değer.(9) Vurgunculuğa ve faşizme karşı mücadele kararı kapsamında TKP tarafından ilerici-demokrat gençliği örgütlemekle görevlendirilen Mihri Belli'nin liderlik ettiği bu yapılanma fazla büyüme olanağı bulamasa dahi hem ses getiren bir eyleme imza atmış (19 Mayıs 1944'te İstanbul'da Saraçoğlu hükümetine karşı pankart asma girişimi) hem de TKP'nin 20'li yıllardaki yaklaşımının değiştiği, siyasal ihtiyaçlara uygun geniş örgütlenme olanakları aradığını göstermiştir.
"İLERİ-DEMOKRAT CEPHESİ"
İkinci Dünya Savaşı'nın müttefiklerin zaferiyle sona ermesinin ardından, hem içeride yükselen demokratik talepler, hem de yeni palazlanan hâkim sınıfların yeni politika arayışları çok partili yaşamı zorunlu hale getirmişti. 'Dörtlü Takrir' olayı ve ardından Demokrat Parti'nin kurulması sürecinde TKP, Demokratlar başta olmak üzere CHP içerisindeki ilerici kesimleri de dâhil ederek bütün siyasi kesimlerle temas etmeye çalışmış ve işbirliği olanakları aramıştır. Bu işbirliğinin zemini Şefik Hüsnü'ye göre 'Atatürk inkılabına ve demokrasi prensibine bağlı' olmaktı. Stalin'in Komintern'i dağıtması da kuruluşundan beri bir Komintern partisi olan TKP'yi ülke şartları içerisinde işbirliği yapılacak kuvvetlerle yan yana gelmeye zorluyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında yapılan cephe kurma denemeleri bu dönemde de sürdü. Ancak Şefik Hüsnü'nün 'İleri-Demokrat Cephesi' adını verdiği bu yapılanma kurulamadı. Özellikle Tan Gazetesi (Zekeriya-Sabiha Serteller) çevresi üzerinden denenen girişimler (İnsan Hakları Derneği vb) başarısız olmuştu. Ancak cephe arayışları başarısız olan Şefik Hüsnü liderliğindeki illegal TKP, çok partili siyasal yaşama geçilen koşullarda legal parti olanaklarını denemiştir. 1946'da kurulan Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi kısa süre içerisinde kapatılmıştı. Bu durum, Türkiye'de çok partili yaşamın sosyalistlere kadar 'genişleyemeyeceğine' örnek teşkil eden bir ibret vesikasıdır.(10)
Türkiye sosyalistlerinin emekçileri örgütlemesine izin vermeyen İnönü, hâkim sınıfların örgütlenerek iktidarı ele almalarına izin vermişti. CHP, sözde Sovyet tehdidi karşısında ABD'yle işbirliği ilişkileri kurduğu, toprak devriminden ve köy enstitülerinden vazgeçtiği ve laiklikten taviz verdiği halde iktidar kalamamıştı. Türkiye'yi bağımsız yapan mücadelenin önderi, halkçı ve devletçi atılımların mimarı ve laikliğin koruyucusu olma kimliğinden vazgeçerek iktidar kalabileceğini düşünen CHP, gerçekten liberal, Amerikancı ve muhafazakâr partiyi iktidar yapmanın siyasal zeminini oluşturmuştu. DP'nin 1951 yılında yaptığı ilk iş, TKP'ye tarihinde görülmemiş ölçüde büyük bir operasyon yapmak olmuştu. Tutuklama dalgası yurt içerisindeki örgütün belini kırmıştı.
MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM
Yukarıda açıklanan koşullarda esas olarak yurtdışında faaliyet yürütmek durumunda olan TKP, 30’lu yılların desantralizasyon politikalarının ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında örülmeye çalışılan cephe politikalarının bir örneğini bu defa, Amerikan emperyalizmine ve onun yerli işbirlikçilerine karşı oluşturmaya çalıştı. Bu faaliyetin lideri TKP Dış Büro üyesi, ünlü şair Nâzım Hikmet Ran idi. Bu faaliyetin amaçlarını 'Bizim Radyo'daki konuşmalarında açıklayan Nâzım, Türkiye'de işçi sınıfı liderliğinde, köylülerin milli sanayici ve esnafın hatta din adamlarının dahi ittifak etmesini, aynı cephede Amerikan emperyalizmiyle ve onun Türkiye'deki kurum ve ilişkileriyle mücadele etmesini vazetti. TKP'nin "Milli Kurtuluş Komiteleri" daha sonra "Milli Bağımsızlık Cephesi", 50’li yıllarda Vatan Partisi'ni kurarak Demokrat Parti'ye karşı mücadele yürüten sosyalist lider Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın "İkinci Kuvayi milliyeciliğimiz"(11) ve "İşçi Sınıfı'nın Minima Programı" ve 60'lı yıllarda Doğan Avcıoğlu , Mihri Belli ve Doğu Perinçek tarafından teorileştirilen "Milli Demokratik Devrim"(12) benzer siyasal içerikler taşır ve hedefleri ortaktır. Bu plan, program ve siyasetler, esas olarak Türkiye'nin 'az gelişmiş', emperyalizm karşısında bağımlı ve ezilen konumundan hareketle, ülkenin emperyalizme karşı çıkarları ortak olan milli sınıflarının ittifakıyla tam bağımsızlığının sağlanmasına dayanır. Devamında, ülkenin halkçı-devletçi bir modelle kalkınmasını sağlama ve sosyalizmi inşa süreçlerine ilişkin tartışmalar bulunmakla birlikte ana hedef yukarıda da ifade ettiğimiz gibi benzerdir. Bu hedef benzerliği aynı zamanda tarihsel bir benzerlik de içerir. Sayılan plan, program ve siyasetler, sosyalist düşünürler ve liderler tarafından benzer bir tarihsel süreçte ortaya konulmuştur. Bu süreç esas olarak 50'li ve 60'lı yıllardır. Kanaatimizce, Türkiye sosyalist hareketi, karşı devrim sürecinde, Türkiye'nin ulusal kurtuluş savaşının kazanımlarını ve demokratik devrimci değerlerini yeniden keşfetmiş ve bunları yeniden yorumlamış ve sahiplenmiştir. Bu, günümüze kadar süren bir çizginin o dönemde oluştuğunu gösterir. Günümüzün Vatan Savaşı ve Üretim Devrimi koşullarında, TKP'nin Nâzım Hikmet liderliğindeki bu girişimi, Kıvılcımlı, Avcıoğlu ve Belli ve Perinçek'in girişimleriyle birlikte ele alınmalıdır. Çünkü güncel durumda, tarihimizdeki bu program ve siyasetler geçerliliğini korumaktadır. Kaynağını Atatürk'ün Altı Ok programında ve sosyalizmin sınıfsız sömürüsüz bir dünya yaratma mücadelesinde bulan milli kurtuluşçu ve demokratik devrimci bu program, içerisinde bulunduğumuz dünyanın çelişkilerini çözecek anahtarları taşımaktadır. Teori dergisinde yayınlanan belge, bugün işçi sınıfı liderliğinde milli sınıfların ittifakıyla, bağımsızlık, üretim, kalkınma ve çağdaşlaşma sorunlarımızın çözüleceği günlerin şafağında okunmalıdır. O şafağın ışığı bu belgeyi daha da aydınlık kılıyor. Aydınlık okurlarına, Aydın Okurlarımıza yeni yılın ilk Teori Dergisini edinerek belgeyi mutlaka incelemelerini öneriyoruz.
DİPNOTLAR:
(1) Mithat Kadri Vural, "İkinci Dünya Savaşı Türkiyesi'nde Sosyalistlerin Taktiği ve Faaliyetleri", Çağdaş Türkiye Araştırmaları Tarihi Dergisi, 19/39 (2019) 707
(2) Bu sürecin geniş bir anlatımı için bknz: Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, 2. bs (Ankara: Bilgi Yayınevi 1969) 247-413
(3) Vural, a.g.e, 694.
(4) Vural, a.g.e, 695.
(5) Ayrıntılı bilgi için bknz: Erden Akbulut, "TKP'nin Kuruluş Dinamikleri" İştiraki Dergisi, 5/13 (2019) 59-64.
(6) Vural, a.g.e, 698.
(7) Vural, a.g.e, 699.
(8) Vural, a.g.e, 702.
(9) Vural, a.g.e, 704.
(10) Çok partili yaşama geçiş süreci için bknz: Faroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980 4.bs (İstanbul: Hil Yayınları 2010)
(11) Şenol Çarık, Doktor Hikmet Kıvılcımlı-Adanmış Bir Hayat 1.bs (İstanbul: Asi Kitap 2017) 94-99
(12) Doğu Perinçek, "FKF'den Dev-Gence Uzanan Pratiğin Teorik Mirası", Teori, Mart 2002