Nurcu Tahşiyecilerin lideri Mustafa Kaplan: ‘Nurcuların casusluk yaptığını gördüm’
Nurcuların 'Tahşiye' kolunun kurucusu Mustafa Kaplan, Aydınlık’a konuştu. 90’lı yıllarda 'casusluk faaliyetleri' nedeniyle Yeni Asya gazetesinden ayrıldığını belirten Kaplan, FETÖ’nün 'Tahşiye' grubuna dahi sızdığını söyledi
Nurcular içinde Fetullahçı Terör Örgütü’yle (FETÖ) mücadele eden ilk isimlerden biri Mustafa Kaplan…
Kaplan, “Tahşiciyeler” diye bilinen Nurcu grubun lideri. Aynı zamanda Tahşiye Yayınevi'nin de kurucusu... FETÖ’nün 2010’da Tahşiyecilere yönelik kumpasında Kaplan da cezaevine konuldu.
1960’lı yıllardan beri Nurcular içinde faaliyet yürüten Kaplan’la Said Nursi, Nurculuk, Risale-i Nurlar ve FETÖ üzerine sohbet ettik.
Mustafa Kaplan, İstanbul Güngören’deki Semendel Yayınevi’nde -meşhur Tahşiye Yayınevi- bizi ağırladı, sorularımızı uzun uzun yanıtladı.
Kaplan’la söyleşimizin ilk bölümünü okurlarımıza sunuyoruz.
CEMAATLE TANIŞMA
- Said Nursi, Risale-i Nur’lar ve Nurculuk’la nasıl tanıştınız? Nurcu olmaya nasıl karar verdiniz?
Ben Türkmen Alevisiyim. Dolayısıyla “tarikat kültürü” bizde hâkimdir. Çocukluğumuz hep manevî unsurlarla, evliya kerametleri ile şekillenmiştir. 1966-67 öğretim yılında beni Tokat Öğretmen Okulu’na yatılı öğrenci olarak gönderdiler. İşte, Said Nursi ismini ilk olarak Tokat’ta duydum.
O yıllarda Nurcular “Yeni Asya” gazetesini çıkarmaya başlamışlardı. Ben Nurcu olmadığım halde, o sempatimden dolayı gazeteye abone oldum. Gittiğim yerlerde artık Yeni Asya okuyanları buluyor, zaman buldukça derslerine katılıyordum.
Nurcuları çok seviyordum, ama Alevilik gereği ben tarikat arıyordum. Yahyalı’da merhum Hasan Efendi’yi ziyaret ettim, “Kendi çevrende bir şeyh ara.” dedi. Suluova’da Ali Efendi’ye gittim, hiç bakmadı bile.
Mardin’de çalıştığım köyün hocası, aynı zamanda Nakşî Halifesi idi; son olarak 2. Kıbrıs Harekâtı günlerinde Mardin’e gittim, Hüseyin Hoca’yı Midyat’ın bir köyünde buldum ve ona intisap ettim. Beni kabul etti. Artık, Risale-i Nur okuyan bir Nakşî olmuştum.
O sene Tavşanlı’nın Artıranlar Köyü’ne tayin olmuştum. Okullar açılınca bir rüya gördüm. Peygamber Efendimizle karşılaştık, bana, “Said Nursi’ye intisap et!” dedi. O heyecanla uyandım, dünyam alabora oldu.
Şeyhimin verdiği evradı bıraktım, doğru Tavşanlı’ya gittim, Yeni Asya okuyan arkadaşların ders halkasına iştirak ederek “Nurcu” oldum. 4 sene sonra İstanbul’a gelince de Yeni Asya’da gazeteciliğe başlayınca, Nurcuların ana kumanda merkezlerinden birinin içinde kendimi buldum. 2-3 sene içinde “abi” makamına yükseldim, büyük abilerle beraber oldum.
‘CASUSLUK FAALİYETİ DALAVERELER, YALANLAR’
18 senelik “Nurculuk” devrem, büyük abileri yakından tanıma fırsatı bulduktan sonra inkisar-ı hayalle (hayal kırıklığı) son buldu. Yalanlar, dalavereler, ayak oyunları, espiyonaj faaliyetleri, beni ve gazeteyi birlikte çıkardığımız idealist ekibi tiksindirdi. Biz bunun için “Nurcu” olmamıştık. 10 bin 500 liralık memurluk maaşımı bırakıp 9 bin liraya gazeteye geçişim, bir inancın neticesiydi.
Ama, camianın tepesine oturanların böyle bir idealleri yoktu. Devamlı kavgalar, devamlı bölünmeler, devamlı politika, bizi “Nurcu” yapan ideale taban tabana zıttı. Burada da “rant” kavgası vardı, para muslukları hep birilerinin elinde idi. Risâle-i Nur gösteriliyor, okunuyor, ama herkes bildiği gibi yaşıyordu…
YENİ ASYA’DAN AYRILIŞ
- Cemaat içinde bu kadar olumsuz durum gördükten sonra nasıl tepki verdiniz?
1992 Nisan’ında artık ipler koptu. Yeni Asya’yı çıkaran Yazı İşleri ekibi olarak ayrılmaya karar verdik ve peyderpey ayrıldık. Kendimizi “siyasetten soyutlama, gazetelerle ilgilenmeme” şartıyla küçük bir medrese aldık ve derslerimize başladık. Nurcu gruplar arasındaki katı “duvar olma-birbirine gitmeme” geleneğini kırdık, her grubun derslerine gitmeyi esas aldık. Lâkin, biz de ayrı bir “grup” olmuştuk, parçalanma sistemi devam ediyordu.
Neyse ki, 1993 başında Muşlu Molla Muhammed Hoca ile tanıştık. Kendisinde çok yüksek bir ilim ve kuvvetli bir manevî câzibe vardı. Bediüzzaman’ın, “Nurun birinci talebesi, vefatımdan sonra sadâkatli vârisim” dediği merhum Albay İbrahim Hulûsi Yahyagil’in talebesi idi. Maddî-manevî çok donanımlıydı.
Hem Risâle-i Nur eserlerini, hem de Nurcuların hikâyesini çok iyi biliyordu. Medrese mezunu olduğu için zaten “Kur’an, hadis ve fıkıh” konusunda yetişmişti. Biz aradığımızı nihâyet bulmuştuk. Ondan sonra hayatımızın seyri değişti, ama yine Risâle-i Nur eksenli değişti. Bütün bilgilerimizi resetleyip yeniledik…
Yeni Asya’nın beyin ekibinin Molla Muhammed’e katılmış olması, Nurculuk camiasını çok karıştırdı. Bu geçiş hazmedilemedi. Vakit gazetesindeki yazılarımla da kurulu düzenlerini eleştirince, hazımsızlık önce kızgınlığa, sonra kin ve intikam hissine dönüştü.
Yayınevimizi kurup kitap neşriyatına başladığımız zaman ise ipler tamamen koptu. Önce kripto FETÖ’cü Nurcular yaylım ateşe başladı. Bizi yolumuzdan çeviremeyeceklerini anlayınca, PDY (Paralel Devlet Yapılanması) içindeki FETÖ’yü musallat ettiler, kumpas kurdular, hapse attırdılar.
Tahliye ve beraattan sonra yine aynı kulvarda hizmet anlayışımızı sürdürüyoruz.
DİNLERARASI DİYALOG, ZEKÂT, KURBAN ELEŞTİRİSİ
- Tahşiyeciler, Nurcular içinde FETÖ’ye bayrak açan ilk kesim. Bu kavga nasıl başladı?
2003’te yayınevini kurduktan sonra çıkardığımız kitaplar tamamen Gülen hareketinin yanlışlarına karşı panzehirler idi. Gülen hareketinin yaydığı dini, siyasi yanlışların dindeki doğrularını delilleriyle ortaya koyuyorduk. Dinlerarası diyalog, tesettür, zekat, kurban, cihat, Muhammedün Rasulullahsız din, faize ve diğer haramlara fetva vermek, vb. temel meselelerde nasıl din çizgisinden çıktıklarını ispat ediyorduk.
Yurt içinde ve dışında bütün derslerimiz bu minvalde gidiyordu. Fetullahçı gençlerle karşılaşınca, getirdiğimiz deliller karşısında doğruyu görenlerin sayısı çoğalıyordu. Hâlen birlikte olduğumuz birçok arkadaşımız o gruptan kopup bize gelenlerdir.
2010’da kumpas kurarak bizi içeri atmaktan başka çareleri kalmamıştı. Bizi Vatan Emniyet’e aldıklarında, bir gece beni “beyaz sorguya” çıkarmışlardı. TEM Şube Müdürü Yurt Atayün, “Sizin sözünüz tesir ediyor!” diyerek, bir gerçeği ortaya koymuştu. Evet sözümüz Anadolu sathında tesir ediyordu, FETÖ de bundan son derece rahatsızdı. FETÖ ile mücadelemiz, “Tahşiye Kumpası” davası ile taçlandı, mahkeme safahatı bunun delilidir.
Şunu da ekleyeyim: Bu inanç sapması ve haramı helal ederek hizmet etme işi sâdece FETÖ için geçerli değildi; Paralel Nurcularda da, Paralel Tarikatçılarda da benzer temel yanlışlar aynen devam etmektedir.
Adına ister “üst akıl” deyin, ister “İllimünati” deyin, hangi adı verirseniz verin; Bediüzzamân’ın “zındıka komitesi” dediği görünmeyen bir organizasyonun, beynelmilel kuruluşlardan devletlere, hatta 3-5 kişilik gruplara kadar sızıp kontrol edici konuma geldiği bugün gizlenemez bir gerçektir.
ALİ FUAT YILMAZER’İN İTİRAFI
FETÖ’nün bize kurduğu “Tahşiye Kumpası” mahkemeleri sürerken, örgütün istihbarat uzmanlarından sanık Ali Fuat Yılmazer güzel bir cümle kurmuştu: “Mustafa Kaplan ve Molla Muhammed temiz insanlar olabilir. Ama, onlar bir araya gelirlerse, üçüncüsü biz oluruz!”
Kimseyi evham sâhibi yapmak istemem, ama gerçek budur. Bizim Yeni Asya cemaatinden ayrılmamızdan önce, devamlı birlikte olup kararları birlikte aldığımız “altı” kişilik bir ekibimiz vardı. Tam mücadelede son raundu kazanacağımız vakit, 6 kişiden birisinin “hain” olduğu ortaya çıktı.
2010’da FETÖ bize kumpas kurduğunda, bu aynı kişinin FETÖ’cü polislere muhbirlik yaptığı, bütün Paralel Nurcuları aleyhimize kışkırttığı, Emniyet’in resmî raporları ile mahkeme tutanaklarına geçti.
2010’da gözaltına alınıp 4 gece Vatan Emniyet’te tutulduktan sonra Beşiktaş Adliyesi’ne sorguya götürüldüğümüzde, ben savcılık ifademde bu operasyondan direkt Fetullah Gülen’i sorumlu tutup ona saldırdım. Gülen’in dış güçlerin ajanı olduğunu tutanağa geçirttim.
Savcı bey bana, “Sizin içinizde yok mu? Biraz önce önüme bir kâğıt getirildi, ‘Filanca bizim adamımızdır, dokunma’ dediler.” dedi. Bizim arkadaşlarımızdan “FETÖ’ye çalışan” elemanlar varmış!
Ben bu fizikî gerçeği 2014 Aralık’ında TV Net’te Ferhat Ünlü’ye açıklarken, “Yani sizin içinizde de var mı?” diye pat diye sordu. “Evet” dedim ve bu anektodu anlattım.
YARIN DEVAM EDECEK