O saati tamir eden kişi
Bir gün İbramaki’de Emekli Pilot Kurmay Albay Zübeyir Batur Bey’in Atatürk hakkında yazdığı bir kitapla ilgili düzenlenen bir söyleşi programına katılmıştım. Konuşmacı, Atatürk’le ilgili birçok yabancı devlet başkanının, yerli ve yabancı düşünürlerin sözlerini anlattı.
Benim de aklıma dedemin bir anısı geldi. Onu Zübeyir Batur Bey’e anlattığım zaman, Sayın Nail Topal Bey, bu anlattıklarımı yazmamı özellikle rica etti. Ben de rahmetli dedemin yıllarca önce yaşadıklarını herkesin öğrenmesini arzu ederek yazmaya karar verdim.
Ben, dedemi, küçük yaşlarda kaybettim. Hatırladığım kadarıyla dedem, heybetli, iri cüsseli, otoriter, bir o kadar da sevecen ve çok becerileri olan harika bir insandı. Dayımla zaman zaman buluştuğumuzda, onun hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışır, dayıma dedemle ilgili sorular sorardım.
Dedemin babası, yani büyük dedem Osman Nuri Efendi, Kuşadası’na Kolağası olarak tayin edilmiş ve İstanbul’dan Kuşadası’na gelip yerleşmişler. Görevi nedeniyle kendisine ve aile bireylerine Kolağasızade lakabı takılmış. Soyadı kanunu çıkınca Kolbaşı soyadını almışlar. Kuşadası’nda Kolbaşılar olarak tanınmışlar. Ailemiz Kuşadası’na yerleşerek Kuşadalı olmuşlar. Dedem o zamanlar iyi bir saatçi olan komşusundan saat tamirini öğrenmiş. Aynı zamanda güzel yazı (hüsnü hat) ustası olarak da çevresinde isim yapmış.
Dedem savaş yıllarında önce Yemen’de savaşa katılmış. İki yıl orada alay başçavuşu olarak görev yapmış ve savaşmış. Hatta Yemen’de başlayan kolera salgını bile onu yıldıramamış. Yemen’den dönünce Çanakkale Savaşlarına katılmış. Dedemi savaşa almak istememişler: ”Sen Yemen’den yeni geldin” demişler. Ama dedem, vatanına bağlı biri olarak, “Ben asla vatanım bu durumdayken geri dönmem, savaşa katılırım” demiş. Çanakkale’de kalmış. Tüm savaş hazırlıkları yapılmış, ertesi gün Çanakkale’de savaş başlayacak. Akşam içtimasında (toplantı) Atatürk, askerlere savaşla ilgili talimatlarını anlatmış, onlara olan güvenini bildirerek savaşı kazanmaları emrini vermiş. Sonra da elindeki cep saatini sallayarak: “Arkadaşlar, içinizde bu saati tamir edebilecek bir kimse var mı?” diye sormuş. Askerlerden hiçbir ses çıkmamış. Dedemin bu konudaki becerisini bilen arkadaşları, ”Söylesene!” diyerek dedemi dürtmüşler. Önce cesaret edemediği için el kaldırmayan dedem, elini kaldırmış ve ”Ben varım Kumandanım” demiş. Atatürk, dedemi yanına çağırmış ”Bunu tamir edebilir misin?” demiş. Dedem ”Tamir etmeye çalışırım kumandanım” diye cevap vermiş. Tamir için saati almış.
Daha sonra bir kenara çekilerek saati tamir edebilmek için uğraşmış. Herkes ertesi günkü savaş için erkenden yatmış, dinlenmeye çekilmiş. Dedem bütün gece uykusundan fedakarlık yaparak saati tamir etmeye çalışmış. Nihayet uzun uğraşmalardan sonra saati tamir edebilmiş. Sabah içtimasında Kumandanına, Albay Mustafa Kemal’e teslim etmiş. Atatürk hem şaşırmış, hem de memnun olmuş, aceleyle saati cebine koymuş. Ardından savaşmak için yola çıkmışlar. İşte bu savaşta (Anafartalar - Suvla Çıkarması) göğsüne isabet eden o meşhur mermi (şarapnel parçası) bu saate çarparak Atatürk’ü mutlak bir ölümden kurtarmış, O’nu Türk Milleti’ne bağışlamıştır.
Dedem Çanakkale Savaşları sırasında başından geçen bu olayı, gurur duyarak oğluna (dayıma) anlatmış. Dayım da babasıyla gurur duyarak ve zevk alarak bizlere bu anıyı anlatmıştır. Dayım bunları anlattıktan sonra hepimizin dedemizle ve ailemizle gurur duymanızı isterdi. Gerçekten bu olay, bizler için büyük bir gurur ve övünç kaynağı.
Bu büyük Çanakkale Zaferinin kazanılmasında payı olan tüm şehitlerimizin yattığı yerler nur olsun! Sen de nur içinde yat Büyük Atatürk! Sen de rahat uyu dedeciğim, sana ailece minnettarız. Nur içinde yat Saatçi Kolağasızade Fahri Efendi!..
Nail Topal’ın Notu:
Bu güzel anıyı bizimle paylaşan ve tüm halkımızın onur duymasını sağlayan Nurcivan Kutucu Ablamıza yürekten teşekkür ediyoruz. Çanakkale Savaşları’nın önemli bir bölümü olan Anafartalar - Suvla Savaşı sırasında 9 Ağustos 1915 tarihinde gerçekleşen bir olaydır.
Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal (Atatürk) olayı şöyle anlatır: “10 Ağustos 1915’te Conkbayırı’nı almak ve bütün Boğaza hakim olmak için İngilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan ağarmak üzereydi. 8. Tümen komutanı ve diğer subayları çağırdım. Mutlaka düşmanı mağlup edeceğimize inanıyorum. Ancak siz acele etmeyin. Evvela ben ileri gideyim, size kırbacımla işaret verdiğim zaman, hep birlikte atılırsınız. Bu durumdan askeri de haberdar etmelerini istedim. Hücum baskın tarzında olacaktı. Sakin adımlarla ve sürünerek 20-30 metre yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı’ndan çıt çıkmıyordu. Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu. Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstünde kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim. Saat 4:30’da kıyametler kopmuştu. İngilizler neye uğradıklarını anlayamamışlardı. “Allah! Allah!” sesleri bütün cephelerde karanlıkta gökleri yırtıyordu. Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hakim olmuştu. Düşmanın topçu ateşi, büyük çukurlar açıyor, her tarafta şarapnel ve kurşun yağıyordu. Büyük bir şarapnel parçası, tam kalbimin üzerine çarptı. Sarsıldım, elimi göğsüme götürdüm, kan akmıyordu. Olayı Yarbay Servet Bey’den başka kimse görmedi. Ona parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması, bütün cephelerde panik yaratabilirdi.
“Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat, parça parça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpıştım. Yalnız bu şarapnel, vücudumda kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı. Aynı gün gecesi parçalanan saatimi, Ordu Komutanı Liman Von Sanders Paşa’ya hatıra olarak verdim. Çok şaşırmış, heyecanlanmıştı. Kendileri de altın saatini bana hediye ettiler.”(1)
(1) Burada anlatılan olay, bütün kaynaklar taranarak ve karşılaştırmalar yapılarak “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat (14-28 Mart 1918)” başlığıyla, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 2 (1915-1919), Kaynak Yayınları, İstanbul 1999 içinde, 139-168 sayfalar arasında yayınlanmıştır. Yukarıda geçen satırlar için bkz. “Üçüncü Safha”, s. 162. (Aydınlık)