Ödül hegemonyacılığı

Türk milleti olarak askerî ve siyasî alanda yıkmaya başladığımız Batı hegemonyasını sanat alanında da dize getirmek zorundayız. Türkiye’ye sövmenin değil, sanatımızla, sporumuzla, bilimimizle, fikirlerimizle ülkemizi ileriye taşıyacağımız ödül törenlerini yaratma sorumluluğunu taşımalıyız.

Hegemonya, sözlüğe göre karşı tarafa üstünlük ve baskı anlamına geliyor. Hayatımızda da çokça hegemonya var; askerî, ekonomik, siyasi, kültürel hegemonya... Bir de uzun süredir var olup son dönemde ayyuka çıkan ödül hegemonyacılığı var. Ödül hegemonyacılığı, siyasî ve kültürel hegemonyanın alt başlıklarından biri olarak da düşünülebilir.

Son dönemde gerek uluslararası gerek ulusal törenlerde ödüle layık görülen birçok sanatçımız sahnede ödül hegemonyacılığını canlandırıyor. Kendi aralarında bir şifreleri mi var bilinmez ellerine tutuşturulan kâğıtlarla üç aşağı beş yukarı birbirlerini tamamlayan bir hat çiziyorlar. Ne kadar toplumu bölen, Batı'dan üfürülen, müstemleke kafasını yansıtan cümle varsa o kâğıtlarda yazıyor. Sanatçılarımızın o ödüle layık görülmesini sağlayan halk olarak biz ise şaşkınız.

'BU BENİM ÜLKEM VAR YA

BENİM ÜLKEM!'

Merve Dizdar’dan başlayalım. Herhalde en prestijli film festivali olan Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Merve Dizdar’ı tebrik ediyoruz. Ülkemiz adına büyük bir başarı. Peki Dizdar’ın, “Bu benim ülkem var ya benim ülkem” temalı, bol Orhan Pamuk soslu, Türkiye’yi Batı'ya şikayet eden konuşmasına ne demeli? Sanata bu denli gölge düşüren bir hareket olabilir mi? Konuşmayı dinleyince, “Neymiş bu Türkiye yahu” diyorsunuz otomatik olarak.

Sanatçı eleştiri yapabilir. Saygı duymalıyız. Fakat eleştiriyle şikayet arasında kalın bir çizgi var. Türkiye üzerine sayfa sayfa kaos senaryoları açıklayan Batı'nın bir etkinliğinde elinize tutuşturulan kağıtla ülkenizi şikayet etmeniz acizliktir. Kaldı ki Türkiye Dizdar’ın üfürdüğü kadar batmış bir haldeyse bir aydın ve sanatçı olarak Dizdar bu durumu düzeltmek için kılını kıpırdatmış mıdır? Bu da acizliktir.

Sn. Dizdar gerçek bir yaraya merhem olmak istiyorsa, Cannes’in sınırları içinde bulunduğu Fransa’nın sömürgecilik tarihinden, Afrika’da yaptığı zulümlerden bahsetsin. Veya ABD’nin bölgemizde yaptığı işgallere, katliamlara, kadın tecavüz ve cinayetlerine vurgu yapsın. Yaptığı zulümleri verdiği ödüllere örtmeye kalkan Batıya kafa tutamayan sanatçıdan toplumuna, ülkesine hayır gelir mi?

OYUNCU MUSUNUZ TEFECİ Mİ

Sırada Eda Ece var. Kendisi Elle Style Awards 2023 isimli ödül töreninde “Yılın Elle Kapak Kızı” ödülüne layık görüldü. Ne diyelim hayırlı olsun. Eda Ece de tüm yılın kapak kızı havasıyla kürsüye çıktı ve akıllara durgunluk veren şu cümleleri kurdu: “Deprem bölgesine yaptığımız her şeyi onlar (depremzedeler) başkaları yaptı sanıyorlar, sandıktan onu anladık ama neyse.” Sonrasında da “yılın kapak seyircisi” ödülü olsa onu hak edecek seyirci tarafından alkışlanırken kahkahalar içinde kaldı.

Siz oyuncu musunuz tefeci misiniz? İnsanlık için yaptığınız yardımın karşılığını mı istiyorsunuz, hem de demokratik bir hak olan oyla! Yalnızca 4 ay önce en yakınlarını kaybetmiş, evleri yıkılmış insanları çeşitli sebeplerle belirledikleri oy tercihi sebebiyle nasıl aşağılarsınız? Demek ki siz arama kurtarma ekibinde olsanız depremzedelerimizi kurtarırken önce siyasi görüşlerini sorgulayacaksınız. Buradan bu çıkıyor.

Tepkiler gelince “özrü kabahatinden büyük” niteliğinde bir video daha yayınladı Eda Ece. Vatanseverler için güvenli liman, suçlular için suçu örten maske olan Atatürkçülük, özür videosunun baş rolündeydi. Hem seçim sürecinde hem de bu videodaki performansıyla sahte Atatürkçülüğe de “yılın maskesi” ödülünü vermek lazım. Ece videoda kendisi eleştiren, insanlıktan nasibini almış kişilere “linççi tayfa” ismini takmış, beni herkes tanır nutukları atıyor. İnanılmaz bir durum.

'TÜRKİYELİ' LGBTİ’LER

Ödül hegemonyacılığının kapsama alanında elbette LGBT dayatması da var. Gökyüzünden çaldıkları gökkuşağına selam çakmayana ödül yok. Yine aynı ödül töreninde şarkıcı Melike Şahin, LGBT’ye selam çakan bir konuşma yapıyor ve ödülünü “lubunyalara” adıyor.

Şarkıcı Mabel Matiz de, LGBT dayatmasının yanına bir de “Türkiyeli” saçmalığını ekliyor konuşmasında: “Ödülümü, uzun yıllardır her türlü baskı ve sınırlandırmaya rağmen kendilerini cesurca, inatla ortaya koyan, varlıklarını korkusuzca haykırmaya devam eden ve bu anlamda cesaretleriyle bana her zaman çok büyük ilham olan ‘Türkiyeli’ LGBTİ +’lara ithaf ediyorum” buyurdu.

Konuşmayı neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyerek müthiş bir şekilde yaptığı millet tanımının yerini Türkiye’ye milletsizleşmeyi dayatan, bölünmenin yolunu açacak olan  “Türkiyeli” uydurması alıyor.

LGBT konusunda da; LGBT bir eşcinselin kod adı değil, bir örgütün adı. Türkiye’de hiçbir eşcinsele sistematik bir saldırı veya toplumdan dışlama yapılmıyor. Fakat eşcinselliği örgütlü bir şekilde yaymaya çalışmakla, özendirmekle, başta çocuklar olmak üzere tüm insanlara dizi/film endüstrisi, oyun/oyuncak sektörü ve fonlanan çeşitli dernekler aracılığıyla dayatmayla sonuna kadar mücadele edeceğiz. Çünkü LGBT bir özgürlük akımı değil, aileyi ve dolayısıyla milleti parçalama örgütüdür. Kaldı ki LGBT eşcinsellere de özgürlük getirmiyor. Tam tersine onlara toplum içinde başarılarıyla, fikirleriyle, sanatlarıyla değil cinsel kimlikleriyle var olmayı dayatıyor.

Fakat bu konuşmalardaki tutarlılığa dikkat çekmek istiyoruz. Türkiyelilik ve LGBT arasındaki bağı görelim. İkisi bir paket program halinde dayatılıyor. Çünkü ancak Türkiyeli kavramının egemen olduğu, milli değerlerin ayaklar altına alındığı bir Türkiye’de LGBT de meşru olur. Tam tersi de doğrudur. Yine bir sömürge kafasıyla Türkiye düşmanlarına şikayet edilirse Türkiye’nin milli değerlerinin ayaklar altına alınma ortamı oluşur.

ÖRNEK TAVIR

Bunların yanında bir de örnek tavır gösteren sanatçılarımız var tabii. Ulusal Kanal’a konuşan Kıraç, “Ödül almak için o konuşmaların, o tavırların önceden hazırlandığı kanaatindeyim. Buna karşılık ödül veriliyor. Sürekli ülkemizi kötülenmesini, dış ülkelerde olumsuzlukların bahsedilmesini halkımız asla affetmeyecektir. Dış ülkelerde özellikle Batı'da bu konuşmalar yapılıyor. Sanki insanları sömüren o ülkeler değilmiş gibi... Avrupa'nın gelirleri hâlâ Afrika ülkelerini sömürmekten geliyor. Gidip bizim arkadaşlarımızın o ülkelerde Türkiye'yi kötülemelerini affetmiyorum. Ayıp ayıp... Vicdanları varsa biraz Nâzım Hikmet'i okumayı öneriyorum o arkadaşlara. Bakın Nazım Hikmet haksızlıklara uğradı, acılar da çekti. Ne yaptı? Gidip ülkesini başka ülkelere şikayet etmekte mi aradı çözümü” dedi. İşte gerçek Türk aydını ve sanatçısı. Mabel Matiz’e verilen ödül neden Kıraç’a verilmiyor? Çünkü Kıraç eline tutuşturulan kağıttan okumuyor, bu milletin vicdanını ve aklını seslendiriyor.

Kıraç’ın Nâzım Hikmet’i okuma önerisi de çok yerinde fakat yukarıda değindiğimiz isimler Nâzım’ın yalnızca “Akrep gibisin kardeşim” şiirini biliyorlar, onu da seçim geceleri paylaşıyorlar.

SONUÇ

Türk milleti olarak askerî ve siyasî alanda yıktığımız Batı hegemonyasını sanat alanında da yıkmak zorundayız. Türkiye’ye sövmenin değil, sanatımızla, sporumuzla, bilimimizle, fikirlerimizle ülkemizi ileriye taşıyacağımız ödül törenlerini yaratma sorumluluğunu taşımalıyız.

Vatansever, ülkesini düşünen aydınlarımız ve sanatçılarımız cesaretlenmeli ve daha çok meydana çıkmalı. Netflix gibi ödül hegemonyacılığını destekleyen platformlara karşı TRT’nin yarattığı TABİİ gibi platformlar artırılmalı ve desteklenmeli. Devlet tiyatroları ülkemize yapılan saldırıya göğüs gerecek oyunlarla salonları doldurmalı. Eğitim sistemimiz çocuklarımızı ve gençlerimizi hedef alan bu Batı dayatmalarına karşı tabiri caizse kılıç kuşanmalı.

En nihayetinde Türkiye, ödül törenlerinde yapılan kökü dışarıda ısmarlama konuşmalara teslim edilemeyecek kadar büyük ve değerli bir ülke, öyle bir vatan!

Sonraki Haber