Öğretmenimiz Nazım Hikmet

Nazım Hikmet bizim için yalnız büyük bir şair değildir; o aynı zamanda bizim ilk öğretmenlerimizdendir.

Yurtseverliği, Emperyalizme, insanın insana kulluğuna karşı olmayı, eşitlik için mücadeleyi, her türlü baskıya karşı dimdik ayakta durabilmeyi ondan öğrendik.

Rüzgara göre eğilip bükülmemeyi, özgür düşünmeyi, özgür konuşup yazabilmeyi ondan öğrendik.

Nazım yasaklı olduğu yıllarda bile Orhan Selim, Ahmet Oğuz, Mümtaz Osman ve Ercüment Er gibi takma isimlerle yazmayı sürdürmüştür. Düşüncelerinden ödün vermemiştir.

İsveç Televizyonu için Nazım Hikmet’in on beş dakikalık bir filmini yapmıştım. Filmde eski İşçi Partisi başkanlarından, aynı zamanda Nazım Hikmet’in akrabası olan Mehmet Ali Aybar şu anısını anlatıyordu:

“Paşakapı Cezaevi’ndeyiz, bir haber: ‘Müdüriyete Nazım geldi!’ Ben hemen fırladım koğuştan, doğru müdüriyete. Merdivenleri koşarak çıkıyorum, Paşaevi’nin müdüriyeti de böyle, cezaevinin dışında bir binadır. 2. kattadır müdürün odası ve bir camekanla ayrılmıştır merdivenlerden.

“Ben koşarak çıkıyorum, camekanın kapısı açıldı, Nazım çıktı. Hemen arkasında iki tane jandarma... Sarıldık birbirimize, epeyce bir zaman olmuştu görüşmeyeli. Şöyle bir çekildi, ‘Ne iyi ettin de komünist oldun!’ demez mi bana?!. İki jandarma var yanında. Ben de dedim ki, ‘Yahu sen ne söylüyosun arkadaş? Yerin kulağı var burada. Hapishanedeyiz’. Gülüştük.

“Yani, ‘Sosyalist doğmuştur’ desek yanlış olmaz yani. Çok genç yaşta Sovyetler Birliği’ne gitti ve orada tahsilini devam ettirdi. Üniversite okudu falan filan. Ve o tarihten itibaren hiç de taviz vermeden, burada ağır cezalara çarptırılarak, on beş sene hapislerde yatarak inandığı şeyleri hep savundu”

(https://www.youtube.com/watch?v=Y3VpmH29y7A&t=235s )

Filmde Nazım Hikmet’in yazdığı, Tahsin İncirci’nin bestelediği ve Sema’nın seslendirdiği “Memleketimi seviyorum” şarkısını da kullanmıştım.

MEMLEKETİMİ SEVİYORUM

Memleketimi seviyorum:

Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım.

Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı

memleketimin şarkıları ve tutunu gibi.

Memleketim:

Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,

kursun kubbeler ve fabrika bacaları

benim o kendi kendimden bile gizleyerek

sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.

Memleketim

Memleketim ne kadar geniş:

dolaşmakla bitmez tükenmez gibi geliyor insana.

Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.

Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum

ve güneye

pamuk isleyenlere gitmek için

Toroslardan bir kere olsun geçemedim diye

utanıyorum.

Memleketim:

develer, tiren, Ford arabaları ve hasta eşekler,

kavak , soğut ve kırmızı toprak.

Memleketim.

Cam ormanlarını, en tatlı suları ve

dağ başı gollerini seven alabalık

ve onun yarım kiloluğu

pulsuz gümüş derisinde kızıltılarla

Bolu'nun Abant golünde yüzer.

Memleketim:

Ankara ovasında keçiler:

kumral, ipekli, uzun kürklerin parıldaması.

Yağlı, ağır fındığı Giresun'un

Al yanakları mis gibi kokan Amasya Elması,

zeytin, incir, kavun ve renk renk salkım salkım üzümler

ve sonra kara saban

ve sonra kara sığır:

ve sonra: ileri, güzel, iyi

her şeyi

hayran bir çocuk sevinci ile kabule hazır

çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım

yarı aç, yarı tok

yarı esir...

Ve gençliğimizde ağzımızdan düşürmediğimiz şiiri:

DAVET

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan

Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benzeyen toprak,

bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine,

bu hasret bizim...

Nazım Hikmet bugün de öğretmenimiz. Yüreklerimize gömüldüğü, yıldızlara yoldaş olduğu günde kendisini saygı, sevgi ve özlemle anıyorum.

Sonraki Haber