Okuyup yazmadan önce bağlamayı tanıdım

“… Benim için en önemli şey, okumayı yazmayı öğrenmekten çok bağlamayı tanımaktı. Evimizin karşısında berber işten fırsat buldukça bağlama çalıyordu. Bağlamayı ilk orada görmüştüm. Sonrasında da ilkokul Başöğretmenimiz Seyyar Vefa Akbay hocamızın elinde... ”

Emine Sağlam Akfırat, Hüseyin Yaltırık, İbrahim Can

Bu hafta, TRT sanatçısı İbrahim Can ile birlikte, TRT’de Türk Halk Müziğinin en güzel seslerinden, derlemeci, halk bilimci, aynı zamanda İngilizce öğretmeni, Doç. Dr. Hüseyin Yaltırık üstadımızla birlikteyiz. Anadolu’nun gül kokan türkülerini bize ulaştıran değerli sanatçımızın özgeçmişini ve çocukluktan gelen müzik aşkını gelin sanatçımızdan dinleyelim…

‘Ablam Havva Berberoğlu ile birlikte’
  • Hüseyin Bey sizi kısaca tanıyalım mı?

Kuşadası’nın, o zamanlar köy olan Güzelçamlı beldesinde, 29 Temmuz 1957 tarihinde dünyaya gelmişim. İlkokulu, Güzelçamlı köyünde okudum. Bu süre içerisinde benim için en önemli şey, okumayı yazmayı öğrenmekten çok bağlamayı tanımaktı. O da şöyle, evimizin karşısında berber işten fırsat buldukça bağlama çalıyordu. Bağlamayı ilk orada görmüştüm. Sonrasında da ilkokul Başöğretmenimiz Seyyar Vefa Akbay hocamızın elinde gördüm. Bağlama ile de tanışmam ilkokul dönemine rastlar.

Bu arada Güzelçamlı İlkokulu zeybek ekibindeydim. Vali ya da önemli bir şahsiyet geleceği zaman, davullu-zurnalı karşılamaya giderdik. Oynadığımız yer de vapurun yanaştığı bir yerdi. Ben Kuşadası'nı ilk defa o şekilde görmüştüm. Daha ilkokul döneminde, müziğe bağlanmaya, beraberinde türkülere merak salmaya başlamıştım.

KAŞGARLI MAHMUT’TAN HEDİYE!

  • Yaltırık’ın anlamı nedir?

Yaltırık, Divanı Lügat-it Türk'te “Yaldırık” olarak geçer. Türkçe bir kelime. Ateş parçası, ışık anlamına geliyor. Elektrik anlamında da kullanıyorlar. Fakat o yıllarda ateş parçası, yani yalaz, yalaza dediğimiz yal kökünden gelen bir Türkçe kelime. Küçük ateş parçası.

Bize bu soyismi verdiren rahmetli Atatürk olmuş. Biz mübadele ile gelen muhacirlerdeniz. 1924'te ailemiz, Selanik'in Drama ilçesinin, Leftere köyünden gelmiş. Ben 1975 yılından başlayarak, göç yıllarında, büyüklerimiz ne yaşadılar, nasıl yaptılar, onlardan duyduğumu kaydettim.

Soyadı kanunu çıktığında Güzelçamlı’ya nüfus memurları gelmişler. Uzun boylu bir adama, “Adın ne senin?” diye sorarlarmış. O da yanıt verirmiş, “Memet” diye. Yazın Mehmet Uzun. “Sen ne iş yaparsın?” diye sorarlarmış, çobanlık yapıyorum deyince, yazın Hüseyin Çoban. Soyisimleri verilirken böyle hikayelerin olduğu anlatılırdı.

YALTIRIK SOYİSMİNİN HİKAYESİ

  • Yaptığı işe göre mi soyismi almışlar?

Evet, yaptığı işe göre, lakabına göre... Bir de Türkçede yaşaması istenen kelimeleri liste halinde vermişler. Yaltırık da bunlardan biri. Bu yüzden Türkiye'nin her yerinde İstanbul’da, İzmir’de soyismi boldur. Akraba değiliz. Hatta, bundan 20-25 yıl önce Hüseyin Yaltırık diye bir kişinin TRTA’ya beni görmek için gelişini hatırlıyorum.  Gelip beni sormuş, “adım Hüseyin Yaltırık” demiş. Görevli kıza “Hüseyin Yaltırık benim, gelen kim” diyorum. Görevli ise “Hüseyin Yaltırık geldi” diyor. Allah Allah… Tamam dedim bir göreyim. Karşımda uzunca boylu, sakin, güler yüzlü bir adam var. “Hoş geldiniz ben Hüseyin Yaltırık” dedim. Karşımdaki, “Ben de Hüseyin Yaltırık” deyince o zaman anladım. “Manisa'nın kavunlarıyla meşhur Kırkağaç köyündenim.” dedi. “Adımız, soyadımız aynı var, onun için sizinle tanışmayı çok istedim.” dedi.

  • İlkokul döneminizden bahsedebilir misiniz?

Annemin sesi çok güzeldi. Allah rahmet eylesin Bedia Yaltırık. Babamın müzik ile alakası yoktu ama abimden duyduğum kadarıyla, radyoyu dinlerken Seha Okuş’u çok severmiş, onu dinlermiş. Merak ettim, Seha Hanım'ın sesini daha çok dinlemeye ve araştırmaya başladım.

BAĞLAMA MERAKINI BERBER ERHAN ABİMİZ EKTİ

O günlerde Erhan diye berber bir abimiz vardı. Erhan, soyismini hatırlamıyorum, tahminen altı, yedi yaşlarındayım. Dalamanlıydılar. Lakapları da Dalamanlılardı. İş yoksa, alıyor sazını çalıp söylüyordu, hoşuma gidiyordu. Bizim de evimiz, berber dükkanının tam karşısındaydı. İstesem de istemesem de sesini sabah akşam duyabiliyordum. Daha ilkokula da gitmiyordum. İlk defa sazı öyle tanıdım, sesini sevdim. Bazen köy delikanlıları gelirdi. Biri kaval çalardı diğerleri darbuka, tef. Orada her zaman müzik yapılırdı.

O yıllarda delikanlılar, “Uçun kuşlar uçun”, “Cevizin yaprağı dal arasında” gibi türküler söylerlerdi. Köyümüze elektrik de gelmişti. Şehir elektriği değil, jeneratör. Sinemamız vardı. Orada plaklar çalınır, hoparlörle her tarafa anons edilirdi; “Dikkat dikkat! Bu akşam sinemamızda baş rollerde Türkan Şoray ve Kartal Tibet var. Aşk, heyecan, macera hepsi bu filmde.” diye tanıtım yapılırdı.

SANDALYE TAHTASINDAN SAZ YAPTIM

Türküler her yanımızdaydı. Ben de sazım olsun diye, o saza benzer bir saz yapayım dedim. Bizim bir de kahvemiz vardı o yıllarda… Aslında tütüncülük yapardık. Ailem Yunanistan, Drama’dan geldiğinde, beraberinde tütüncülük, zeytincilik ve çiftçilik hepsini getirmiş. Bizde bağcılık yoktu. Ama Leftere köyünde üzüm bağları varmış, orada şıra çıkarırlarmış. Neyse, sazla beraber türkü söylemeye merak salınca, kendime bir saz yapayım dedim. Kahvemizde sırtı dayalı düz sandalye tahtaları vardı. Şimdiki gibi oval değil, düzdü... Tahtalardan bir tanesini alırdım. Karşılıklı, araya mesafe koyarak ikişer tane çivi çakardım. Çivilere de bildiğimiz misinayı gererdim. Burgu da yok… Ortaya da kiremit parçası. Eşik de oydu. Tın tın tın tın. Tın tın. Ben saz çalıyorum.

Sonraki Haber