Ölüler diriltilebilir mi? (2023’te ‘Alman İslamı’! 2)

"Alman İslamı" projesi yeniden yürürlüğe mi kondu. Projenin geçmişini ve bugününü değerlendirmeye geçen haftada kaldığımız yerden devam ediyoruz.

O zamanın Devlet Başkanı Roman Herzog’un “himayesinde” olacağı belirtilerek kamuoyuna açıklanan ‘Alman İslamı’, uygulanma alanına girişinden otuz yıla yakın sonra ve vazgeçilme-unutulma sürecine de girmiş iken “hadi şuna bir el atalım” diyenlerce canlandırılmaya çalışılıyor. Bu gelişmenin, projesinin kapsamında bulunan bir eğitim kurumunun faaliyete geçmesi sayesinde olduğu açık. Ne de olsa bir miktar para sarfedilmiş[i] ve bir okul ortaya çıkarılmış (Islamkolleg Deutschand / IKD). Bunun için yapılan masraflar ziyan mı olmalı? Ayrca bir “ilk”in[ii] gerçekleştirilmiş olması da heba edilmemeli, güme gitmemeli, değil mi?

Geçen hafta okudunuz, öğrendiniz, IKD (Islamkolleg) ilk mezunlarını vermiş bulunuyor. Toplam 26 kişi. Eğitimden edindikleri, “imamlık ve manevi rehberlik” uzmanlığı sertifikaları sahibi olmak.

Şimdi bunlar işe başlayacak.

PROJE ALMAN DEVLETİNE AİT

Proje ilk ortaya atıldığında bütün Almanya birleşmiş gibiydi. Türkler tarafında da Almanya’ya yaranmak isteyenler yarışıyordu. Akademik kuruluşlar da yerlerini almıştı.[iii] Ortalık canlı, herkes heyecanlıydı. Epey zamandır kitaplar, yazılar ve tanıtımlarla Alman toplumu ve yabancılar hazırlanıyordu![iv] Merkezi Hamburg’da olan Alman Orient Enstitüsü başı çekiyordu. Ünlü oryantalist İslam uzmanı Udo Steinbach (Enstitü’nün müdürüydü), çarpıcı açıklamalar yapıyor, her gün bir bomba patlatıyordu.

Bütün yapılanlar devletle ele ele ve iç içeydi. Daha doğrusuyla, yapılan her şey devletin işiydi. Yanda bir sayısının resmini verdiğimiz Informationen zur politischen Bildung dergisi, dışişlerinin devlet politikasının sözcüsü ve duyurucusu durumundaydı. Örneği görülen bu 238. sayı Batı Asya İslam dünyasını (Doğu Akdeniz, Yakın Doğu, Basra Körfezi) analiz ediyor. 1933’ten beri üç ayda bir çıkan dergi parasız dağıtılıyor. İçinde yaşanılan o yıllarda her sayısı en az 1,3 milyon adet basılmakta. İlginç olan, bu özel İslama ayrılmış dosyadaki giriş dahil bütün yazıları Steinbach’ın yazmış olması, yedi adet kapsamlı yazı (Türkiye bölümü, haritalar hariç beş dolu sayfa).

Alman İstihbarat Servisi’ne (BND’ye) bağlı olarak çalışan Orta Doğu İslam uzmanı oryantalist Steinbach’ın görüşleri Türklerin ve dinlerinin Almanya’nın huzuru için “tehlike” oluşturduğu yönünde. Steinbach’ın, “İslamın Almanya’da en büyük tehlike olduğu”ndan söz etmesi Türk basınında da yorum, makale ve haberlerde neredeyse sürekli veriliyor.[v] Önemli tabii!

Ama ilginç olan bir şey daha var, İslamdan rahatsız olanlar, İslamın Almanya’da huzur bozacağından korkanlar, köktenci, fanatik ve terörist İslamcı akımlara karşı değiller.[vi] Şeriatçı, mezhepçi yobaz tarikatlardan ne Steinbach, ne de Alman devleti rahatsız. Böyle olması bir yana terörist Kaplancılar baştacı ediliyor. Almanya’da “halife” ilan ediyorlar ve resmi protokole alınıyorlar.

Türkiye’den gelen din görevlileri ve Türkçe öğretmenleri Kemalizmi Almanya’ya taşımaktaymış. Türkiye Cumhuriyeti’nin zaten “Kürt sorunu” diye çözülemez bir derdi varmış. Bunun yanı sıra İslamcılara da olmadık baskılar yapılmakta olup, demokrasi uygulanamamaktaymış. Bu sorunların kaynağında ise “Hitler’e model ve örnek olan” “faşist” bir Atatürk yatmaktaymış!

Bunlardan anlaşıldığına göre, Almanya, Türkiye Cumhuriyeti’nden de rahatsız. Türkiye’nin milli bütünlüğü, laikliği, bütün Batı dünyası tarafından olduğu gibi Almanya için de “sorun”. Bunların altında ise, Atatürkçülüğünün ve Atatürk zamanındaki bağımsızlığının yattığını düşünmemek için bir neden yok!

Türkiye gibi, bağımsızlığını Batı’nın emperyalizmine karşı Kurtuluş Savaşı vermesiyle kazanmış, Cumhuriyetini Avrupa ordularının ülkesini işgal ettiği şartlarda kurmuş bir devlete Batılılar tarafından tepki duyulmasını normal karşılamak lazım. Ama gene de Avrupa’da acaip şeylerin ileri sürülmesini, savunulmasını normal bulamıyoruz. Örneğin, Atatürk’ün resimleri resmi dairelerde asılmamalıymış! Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti Ermenilere soykırım uyguladığını kabul ve itiraf etmeliymiş! Örneğin, Türkler “etnik temizlik”ler yaptığı gibi halen de yapmaktaymış!

ALMANCA İSLAM DİN DERSLERİ ÖĞRENİMİ VE ÖĞRETMENLERİ

‘Alman İslamı’nın Türkçe ile ve Almanya’da sürdürülmekte olan Türkçe dersleri ile ilgisi aslında başlı başına bir konu, ama burada buna girmek doğru olmayacak. Ortaöğrenimdeki Türkçe derslerinin yok edilmeye çalışılması, o zamanlar da günceldi, bugün de. Sorun devam ediyor.

Üstelik Türkçeye yönelik uygulamalar bununla sınırlı falan değil. Üniversitelerdeki Türkoloji bölümleri de kapatılmaya başlandı. Örneğin, Bonn Üniversitesi’nde 37 yıldır faaliyette bulunan Türkoloji bölümü 2001 yılında kapandığında, öğrencilerin ve kararı öğrenen akademik çevrelerdekilerin tepkisi, “sonuç” vermiş! “Türkoloji’nin kapatılmadığı” söylenerek, “Türkçe yerine Tibetçe”nin başlatıldığı açıklanmış![vii]

Sadece bunları belirtmekle yetinelim, Türkçe konusunu geçelim.

Bu arada Almanya yüzyılın en başında Almanca İslam din dersleri için öğretmenler sorununu düşünüyordu. İlk olarak Berlin Eyaleti’nde 2001’de başlatılan İslam Din Dersleri, öğretmen konusu açıklığa kavuşturulmamış olduğundan sürdürülemedi. Dolayısıyla başka eyaletlerde de bir gelişme olamadı.

Berlin için alınan karar, dersler verilmesine Alevilerin de atlaması sonucunda, “Berlin İslam Federasyonu” ile Alevilerin talipler olarak çekişmesine yol açmıştı. Taraflar, sonuç almak için mahkemelere gittiler. Tarafların da tarafları (taraftarları) vardı.[viii]

Konu öylesine bir tartışma halini aldı ki, eyaletler çapında kararlar da alınamıyordu.

Frankfurt/Main’daki Goethe Üniversitesi’nde 2004 yılında İslam Kürsüsü’nun açılışı yapıldı. Sanıldı ki, birçok üniversite aynı yolu izleyecek ve her taraftan İslam öğreten hocalar çıkarılacaktı. Ancak arkası gelmedi. (Geldiyse de kamuoyunun haberi olmadı!)

2000’li yıllar boyunca basında eğitim sorununun nasıl çözüleceği haberleri ile birlikte çeşitli yerlerde Almanca İslam din dersleri verildiği duyuldu. Ne var ki bunlar, bir sisteme bağlı olmadığı gibi, sürdürülebilir olmak özelliğinde de değildi.

ABD’NİN İSLAM AÇILIMLARI VE AVRUPA

ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı yürüttüğü Soğuk Savaş, yalnız silahlanma yarışı değil, “kuşatma”, “zarar verme”, “karışıklık yaratma” ve “muhalefet besleme” gibi yollar da dahil olmak üzere çok yönlüydü. 1960’lı, 70’li, hatta 80’li yıllarda bu yollar artık İslama dayanılarak ele alınacaktı.

“Yeşil Kuşak”, “Türk-İslam Sentezi”ne bitiştirildi. “Ilımlı İslam” ise ABD politikalarına olur veren İslam ülkeleri programıydı. Bu projeler Avrupa’da hoşnutsuzluk yaratıyor, ama bunların yerine konabilecek Avrupalıların kendi icatları olan seçenekler yaratılamıyordu. Avrupa’nın ekonomik lokomotifi Almanya’nın yaptığı, ABD’nin hedef aldığı bir ülkeyle ilişki sürdürmek şeklinde edilgen bir karşılıktı. Örneğin, ABD’nin bir savaş yürütür gibi hedef aldığı ülke olan İran’la başlatılan yakınlaşma belirgin bir şekilde sürdürülecekti.

İşte ‘Alman İslamı’ bu uluslararası şartlarda belki de Amerika’ya bir seçenek olsun diyeydi.

Ancak bu projenin Almanya için gerçekleştirilmesinin imkansız olduğu ve uluslararası planda da pek önem taşımadığı gözden kaçıyordu. 19. yüzyılda Almanya’nın “İslamı birleştirmesi”nin (Panislamizmin) imkansızlığına benziyordu.

ABD projelerini büyük yatırım ve hazırlıklarla yürütüyordu. En azından belli yerlerde sonuç alabilecekti. Gene de beklenen performansa ulaşılamadığından yeni yüzyıla doğru Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) tezgahlandı.

Avrupa’nın her şeyi vardı, liberalizmi, kapitalizmi, emperyalizmi, ve hatta “komünizmi” de (“Avrupa Komünizmi”). Ama henüz “İslamı” yoktu. Üstelik kimi Avrupa ülkelerinde İslam nüfus yüz yıl önce bile önemli bir yüzdeyi ifade etmekteydi. (Hatta 20. yüzyılın başında İngiltere imparatorluğu, dünyada en çok Müslümanı barındıran “ülke” durumundaydı, yani İngiltere nüfus bakımından bir İslam toplumu-devleti gibiydi).

Avrupa’da büyük oynamaya hazır çok ülke yoktu, akla ilk Almanya geliyordu ama Almanya’nın da böyle bir rol için askeri donanımı hazır ve yeterli değildi.

‘ALMAN İSLAMI’ VE FETÖ

2000 yıllarına doğru Almanya projenin altyapısını hazırlamaya çalışırken o günlerde Fethullahçılara dayanmayı düşünmemişti. Asya ve Afrika’da okullara ağırlık vermeyle meşgul olan FETÖ’nün Avrupa kanadı, kendisi için de, Almanya için de zayıftı. Henüz 2015’lerdeki örgütlenme ve yayılma düzeyinden oldukça uzaktı.

Kaldı ki, Almanya devleti, ABD’nin projesi olan FETÖ’ya o dönemde partner gibi bakmıyordu. Amerika’dan kaynaklanan her şeyden işkillenme havası içindeydiler. Örneğin, üç-beş yıl önce ABD’nin Scientology Tarikatı, gelişme hızıyla Almanları ürkütmüş, bu Amerikancı tarikatın Almanya’daki faaliyetlerine büyük bir operasyonla darbe vurulmuş, merkezleri basılmış, kapatılmış, hesaplarına el konmuştu.

FETÖ gene Amerikancı ve oranın maşası. Ancak Türkiye’de giriştiği askeri hükümet darbesi girişimi sonucu bütün şansını kaybedince (Temmuz 2016), hem Almanya FETÖ’ya başka bir gözle bakmaya başladı, hem de FETÖ bütün tehlikedeki kadrolarıyla Avrupa’da en çok Almanya’ya sığındı. Bir kader ortaklığı başlamıştı. Almanya FETÖ’ya sınırsız destek vermeyi artık doğru görüyor. Batı dünyasında FETÖ’ya karşı çıkan ya da mesafeli duran yok, ama yakın durmaktan çekinmeyenlerin başında Almanya geliyor.

Almanya bugün FETÖ’nün koruyucusu kesilmiştir. Almanya’ya kapağı atabilen bütün FETÖ’cüler kolaylıkla iltica başvurularına kabul kararı alabilmektedir.

Sorun şurada: Türkiye’de darbe teşebbüsünde bulunmuş ve yasaklanmış bir silahlı terörist örgütlenmeye destek vermek, Türkiye’nin iş işlerine karışmak anlamına gelir mi, gelmez mi, geliyor mu, gelmiyor mu?

Anlaşılan, FETÖ’nün yardıma muhtaç bugünkü durumuyla ‘Alman İslamı’na yeni bir hız vermek isteyen heveslerin kesişmesi, Alman devletini FETÖ’nün yanına itmiştir. Gerçi henüz Avrupa, bütün ABD projelerinden kaçış safhasında olmadığından Batı ülkelerinin hepsi Türkiye’ye karşı FETÖ’nün, dolayısıyla ABD’nin yanında yer almaktadır. Ancak başka alanlarda AB-ABD çatışması ortaya çıktığında aynı şeyler devam edemeyecektir.

*
Alman devletinin Almanca İslam Din Dersleri verme projesinin ölü doğmuş bir proje olduğunu söylemedik ancak bütün bu yazdıklarımızdan sonra öyle olduğu acaba düşünülmemeli mi?

*
Bir sonraki yazımızda, ‘Alman İslamı’nın Almanya’daki İslamseverlik ile dinlerlerarası hoşgörüyle ilişkisini ve ‘Alman İslamı’nın çıkışsızlığı ile sonuçsuzluğunu ele alacağız.

DEVAMI HAFTAYA...

NOTLAR
[i] Şimdiye kadar sarfedilmiş para bilinmiyor ama IKD’nin masrafı yıllık 1 milyon Avro. IKD’nin Alman devleti tarafından finansmanı şu an 2025’e kadar garanti edilmiş. Ve finansman, Federal İçişleri Bakanlığı ile Aşağı Saksonya Eyaleti’nce karşılanıyor.
[ii] Bu “ilk”, IKD Mütevelli Heyeti Başkanı eski Federal Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un, “ilk kez imam yetiştiren” bir okulun Almanya’da faaliyeti dolayısıylaymış. Bu yüzden, mezuniyet töreninin yapıldığı 30 Eylül (2023) de “tarihi bir gün” oluyormuş.
[iii] Örneğin, Türkiye Araştırmalar Merkezi’nin başında olan Faruk Şen 4 Şubat 1999’da düzenlediği basın toplantısıyla projeyi savunduklarını açıklamıştı. Bkz. Konrad Schuller, “Türkeizentrum für islamische Religionskunde in deutscher Sprache”, Frankfurter Allgemeine Zeitung, 5 Şubat 1999.
[iv] Örneğin, Peter Heine, Halbmond über deutschen Daechern. Muslimisches Leben in Deutschland, List Verlag, München-Leipzig 1997 ve Nils Feindt-Riggers ve Udo Steinbach, Islamische Organisationen in Deutschland. Eine aktuelle Bestandaufname und Analyse - Pilotuntersuchung, Deutsches Orient-Institut, Hamburg 1997.
[v] Yalnız bir örnekle yetineceğiz; Mehmet Şekeroğlu, “Udo Steinbach’ın Derdi Ne?” (Kör Nokta), Almanya Türk Forumu, 30 Mayıs 2001, s. 5.
[vi] O dönemde birbiri arkasından İslam “fundamentalizmi” ile ilgili olarak Almanya’da yeni bir literatür oluşturacak ölçüde yayın yapılmıştı. Ve bu durum nedensiz değildi.
[vii] Mehmet Şekeroğlu, “Tessa Hofmann’ın Derdi Ne?” (Kör Nokta), Almanya Türk Forumu, 7 Haziran 2001, s. 5.
[viii] Anadolu Alevileri Kültür Merkezi (AAKM), ilgili olan Eğitim Bakanlığı’na ders planları hazırlayıp vermişti, ve belgeler pedagoji konusundaki bakanlık danışmanlığınca olumlu bulunmuştu. Bu durum işleri daha da karıştırdı. Sorun, bakanlık düzeyinde mi çözülmeliydi, yoksa mahkemelerin kararlarıyla mı? Mahkemelerin karar alması yetmiyor, mücadele basın aracılığıyla sürdürülüyordu (örneğin, bir mahkeme heyeti başkanının verilen bir kararla ilgili açıklaması gazetelerde duyuruluyordu; bkz. “Islam-Unterricht an Berliner Schulen genehmigt”, Berliner Zeitung, 5 Kasım 1998).

Sonraki Haber