Ölümün adı: Auschwitz-Birkenau
İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların 1 milyondan fazla insanı katlettiği soykırım kampları Auschwitz-Birkenau’dayız. Krakow’un 66 km batısındaki kamplar,1947 yılında müze ve anma yeri olarak düzenlenmiş.
Sadece binalar, gaz odaları ve fırınların kalıntıları değil kurbanların kişisel eşyaları ve kadınlardan kesilen 2 ton saç da sergileniyor.
İnsanlık tarihi katliamlarla dolu. Ancak II. Dünya Savaşı’nda Almanların sistematik bir şekilde Yahudilere, Romanlara, komünistlere, sosyalistlere, savaş tutsaklarına, engellilere uyguladığı kıyım bir başka. Bu nedenle de yeni bir hukuksal tanımlama yapıldı ve “soykırım” hem hukuk hem de insanlık tarihinde yerini aldı. Nazilerin soykırım yapmak üzere Polonya’da kurduğu kamplardan biri olan Auschwitz’e ulaşmak için Krakow’dan yola çıktığımızda İkinci Dünya Savaşı filmlerinde gördüğümüz “ARBEIT MACHT FREI” yazılı demir kapı aklımdaydı. Almanca “çalışma özgürleştirir” anlamına gelen bu slogan, milliyetçi yazar Lorenz Diefenbach’ın 1872 yılında yazdığı bir romanın adı. Slogan, sadece çiçeği burnunda genç ve atılgan Alman İmparatorluğu’nda değil, Weimar Cumhuriyeti’nin milliyetçi çevrelerinde de öylesine benimsenmiş ki Almanya’da 1928 yılında işsizlikle baş etmek için düzenlenen iş piyasası programlarının sloganı olmuş. Sonra da Naziler bu sloganı devralmışlar. Lorenz Diefenbach, II. Dünya Savaşı’nda “çalışma özgürleştirir” sloganın bir katliam aracı olarak kullanıldığını görse ne derdi bilmiyoruz ama sloganın, yanlış ellerde zaten iş güç sahibi insanların etnik, dinsel ve bedensel farklılıkları yüzünden katledilmesini sağlayan ideolojik bir araca dönüştüğünü biliyoruz. İlginç ama şimdiki Avrupa’da da artan işsizliğe karşı iş piyasası kurumlarında, sosyal yardım bağımlığına karşı çalışma hayatının bireyi özgürleştireceği hep vurgulanmakta, yani slogan halen gündemde!
KİMYAKARTELİ IG FARBEN İŞGAL VE İMHA KAMPLARI PLANLAYICISI
II. Dünya Savaşı’nda Polonya ve Çekoslovakya’nın işgal planları yapılırken masada o zamanlar kimya endüstrisinde dünyanın en büyüğü olan IG Farben de oturmaktaydı. Alman savaş sanayisinin daha da güçlenmesi için işgal alanlarında kimya sanayinde bir kartel olan IG Farben güçlenmeliydi. Bunun yolu ise fabrikalara “bedava” iş gücü sağlamak, hammaddeye kolayca ulaşmasına ve ekonomik olarak büyümesine imkân sağlamaktı. Harita üzerinde 1939’da ilhak edilen bölgedeki Polonya şehri Oswiecim, Almanca adıyla Auschwitz, kamp alanı olarak seçildi, bedava çalıştırılacak işgücü buraya yerleştirilecekti. İşgal alanlarındaki tüm fabrikalara el kondu. IG Farben bedava işgücü kullandı, Alman savaş sanayisinin ihtiyaçlarını üretti. IG Farben’in hisselerinin çoğuna sahip olduğu Degesch firması da soykırımda kullanılan Zyklon B gazını üretti.
IG Farben savaş sonrası dağıtıldı, savaşın galipleri tarafından kartel olarak hiçbir çalışma yapmasına izin verilmedi ama bünyesindeki şirketlerden BASF, Agfa, Bayer AG, Hoechst, Griesheim Elektron hiçbir şey olmamışçasına savaş sonrası düzende yerlerini aldılar, her biri dünya devi oldu. Hiçbir ekonomik varlığı kalmayan IG Farben ise 2021’de kapatıldı.
Auschwitz 1 ya da “Ana Kamp” 1940 yılında Almanların kurduğu ilk büyük toplama kampı oldu. İkinci kamp Auschwitz 2, 1941 yılında birinci kampın yaklaşık 3 km ötesinde Almanca Birkenau olarak bilinen Brzezinka köyünde kuruldu, en büyük kamp oldu. 1942’de de Auschwitz 1’den 6,5 km öteye Almanca Monowitz denilen Monowice / Buna kampı kuruldu. Bu kamptaki çoğunluğu Yahudi yaklaşık 10 bin kişisilah zoruyla IG Farben’in kurduğu sentetik yağ fabrikasında çalıştırıldı.
AUSCHWİTZ1-ANA KAMP
Müze yolunda insanların akın akın yürüdüğü yolda lise öğrencileri olduğunu tahmin ettiğimiz ve Avrupa’nın çeşitli köşelerinden gelen yüzlerce öğrenci ve öğretmenlerini gördük. Gençlere soykırım tarihini kıyım yapılan yerde öğretmek ve bu imkanlara sahip olmak çok güzel. Umarım bu gençler ırkçılığın yol açtığı kıyımı ve yıkımı kavrayabilir, Avrupa’da gençler arasında da yükselen ırkçılığa karşı durabilir.
Güvenlik kontrollerinin ardından rehberimizle buluştuk ve dikenli teller arkasındaki binalar arasında dolaşmaya başladık. Burası daha önce gördüğüm, barakalarındaki ölüm kokusunun beynime kazındığı Sachen-Hausen kampından farklı. Auschwitz’de dört katlı kâgir binalar var. Savaş öncesi Polonya ordusu tarafından kullanılıyormuş. Kampta kalanların sayısı arttıkça tüm binaları kullanmışlar sonra da tutsaklara 8 bina daha yaptırmışlar. Binalar yatakhane, revir, depo, ofis ve cezaevi olarak kullanılmış. Ayrıca SS komutanlığı, buradaki tutsakların çalıştırıldığı SS işletmeleri ve atölyeler de bu binaları kullanmış. Gözcü kuleleri sapasağlam ayakta ve ürkütücü! 4. Blokta zemin katta bir Avrupa haritasında Auschwitz’e Yahudileri taşıyanların trenlerin kalktığı tüm merkezler işaretlenmiş. Haritaya bakınca buranın neden seçildiği apaçık belli oluyor, Auschwitz çok merkezi konumda. Tutsakların sayısını gösteren tabelalar asılmış. Yakılanlardan arda kalan küllerin toplandığı kaplar da bu binada. Kurbanlardan toplanan on binlerce gözlük, ayakkabı, engellilerin protezleri dışında koridorlar boyunca duvarlarda kıyıma uğrayan insanların fotoğrafları sergileniyor. Karamsarlık ve boşluk ifadesi kurbanların fotoğraflarına öylesine yansımış ki gözlerine bakmak acı veriyor.İnsan hayatının alt üst olması ne kadar kolay! Kampa geldiklerinde nasıl bir sonları olacağını tahmin etmemeleri için son ana kadar kandırılmışlar. Gaz odalarında sahte duşlar, soyunma odalarında elbise askıları, sanki duşlarını alıp çıkıvereceklermiş gibi düşünmeleri sağlanmış.
Kamptaki yaygın cezalardan biri kurşuna dizilmek. Blok 10 ve 11’in yan kapısından çıkarılan mahkumlar “Ölüm Duvarı” önüne getirilip kurşuna dizilmişler. Öncesinde banyoya sokulmuşlar. Giydikleri mahkûm elbiseleri kendilerine yıkatılmış, bir sonraki tutukluya temiz giysi verilsin diye! Duvarın önüne çırılçıplak götürülmüş kurbanlar. Kurşuna dizilenleri görmesinler diye blokların “Ölüm Duvarına” bakan camları kapatılmış. Binaların bodrum katlarındaki daracık tabutluklar da Nazilerin vahşetinin kanıtı.
Kamp hastanesinde yer olmadığında hastalar kalp kasına fenol iğnesi yapılarak öldürülmüş. Çocuk ve hamile kadınlara da aynı yöntemle katledilmiş. Yahudi kadınların doğurduğu bebekler ise ya fenol iğnesi ya da su dolu kovalarda boğularak öldürülmüş.
AUSCHWİTZ II-BİRKENAU KAMPI
Birkenau kampı Auschwitz’in 3 km ötesinde kurulmuş. Dümdüz uçsuz bucaksız gibi görünen topraklarda sonsuzluğa giden bir tren yolu ve yine “ARBEIT MACHT FREI” yazılı demir kapı. Her yer fırınlardan arda kalan enkazlarla dolu. Sovyet esirler için planlanan bu kamp en büyük toplama ve imha kampı olmuş. Birkenau tüm Avrupa’dan kurbanları taşıyan trenlerin son istasyonu olurken, buradan başka kamplara gönderilenler için de ölüm yolculuğunun başlangıcı olmuş. Vagonlar için bir de dönüş manevrası alanı yapılmış Birkenau’da. “Yahudi rampası/Manevra Hattı” olarak adlandırılan bu hat fırınlara kadar uzatılmış. Kampın etrafı Auschwitz gibi elektrikli tellerle çevrilmiş. Mart 1942’de erkekler, Ağustos 1942’de kadınlar kampa getirilmiş. Kitlesel imhaların 1942’de başladığı kampta yakma çukurları ya da kazıklar yerine modern ve verimli fırınlar kullanılmış. Böylece günde 4756 ceset yakabilmişler. 1967’de gaz odalarına giden yol, kurbanların konuştuğu 23 dilde granit plakalarla kaplanarak anıt yol haline getirilmiş. 4 ve 5 numaralı yakım evlerinin hemen yanında da insan küllerinin döküldüğü küçük bir gölet var ama küller ve yanmadığı için öğütülen kemikler esas olarak Wisla nehrine dökülmüş.
SONDERKOMMANDO İSYANI
Sonderkommando, Yahudi ya da diğer etnik kökenlerden tutsaklar oluşan özel komando grubu. Cesetler yakılmadan önce ağızlardan altın gibi metalleri sökme, takıları toplama, saçları kazıma görevi verilmiş. Ekim 1944’te isyan eden grup, SS askerlerine ve binalarına saldırmış. 3 SS askerini öldürüp idari binaları ateşe vermişler ama Naziler isyanı kolayca bastırmış ve 450 tutsağı öldürmüş.
Birkenau koğuşları, sahra ahırlarının tutsak koğuşlarına dönüştürülmesiyle elde edilmiş. Tahta ranzalara serilen samanların yatak olduğu, çoğu tutsağın battaniyesiz uyuduğu, sıçan ve bit kaynayan koğuşlar! Bu koğuşlarda Sachen Hausen’den tanıdığım kokuyu hissettim. Tavandaki minicik pencereden gelen ışığa mahkûm, bırakın koğuşu kendini bile ısıtamayacak sobaların olduğu 400 kişilik tuğla koğuşların her yerine sinmiş ölüm kokusu. Birkenau’da da erkek ve kadın kampları ayrılmış. Güya bir “bilim insan” olan SS doktoru Josef Mengele’nin bir laboratuvarı da burada.[1]
Filmlerden hatırlarsınız, ölümün kol gezdiği kamplarda propaganda aracı olarak tutsak orkestraları da kurulmuş. 1941 yılında erkek tutsaklar tarafından ilk orkestra Auschwitz 1’de kurulmuş. Sonra da Birkenau ve Monowitz’de. Kadın orkestrası ise Birkenau’da kurulmuş.
18 Ocak 1945’te Almanların geri çekilmeye başlamasıyla kamplardaki yaklaşık 56 bin kişi, Almanya içlerine doğru bir ölüm yürüyüşüne çıkarılırken 7500 güçsüz ve hasta tutsak ise kamplarda ölüme terk edilmişti. Bu tutsaklar 27 Ocak’ta Kızıl Ordu tarafından kurtarıldı.
Basitçe tuğladan yapılmış bu koğuşlar yıkılmakta ve nem nedeniyle çürümekte. Şimdi AB fonları yardımıyla koruma çalışmaları yapılıyor. Almanların çekilirken yıktığı fırın ve diğer binaların eskisine uygun yeniden yapılması ise tartışılmakta.
BELGELER, FOTOĞRAFLAR, TANIKLAR
Alman Naziler kamplarda her şeyi belgelemişler! Kendi yarattıkları karanlık tarihi itinayla kayıt altına almışlar, fotoğraflar çekmişler. Kampa gelen trenleri, sıraya soktukları insanları, birbirinden koparılan aile bireylerini, soyunan kurbanları, fırınlarda çalıştırılan tutsakları, onların gaz odasında öldürülen diğer tutsakları yakmasını, küllerini taşımasını fotoğraflamışlar. Subayları eğlenirken, tutsakları kurşuna dizerken, asarken, tekmelerken, köpeklerini tutsakların üzerine saldırtırken, fiziksel ve psikolojik engelli insanlar üzerinde T-4 deneyleri yapılırken fotoğraflamışlar, raporlar yazmışlar. Liste uzun. Baskı, şiddet adına ne yapılabilirse hepsini yapmışlar ve yaptıklarını belgelemişler. Dünya, kamplarda olup bitenleri bu belgeler sayesinde öğrendi, fotoğraflardan canileri tanıdı, tanıkları dinledi.
VE SUÇLULARIN YARGILANMASI
1933-1945 yılları arasında toplama ve imha kamplarında yaklaşık 6 milyonu Yahudi 13 milyon kişi öldü. 8 milyon zorla çalıştırıldı. Savaşın galipleri ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği kimliklerini tespit ettikleri sorumluları yargıladılar. Batı’da “bin yılın mahkemeleri” olarak adlandırılan, 4 yıl süren ve Amerika’nın işgal ettiği bölgede yer alan Nürnberg mahkemelerinde 13 dava görüldü. Üst düzeydeki 207 Nazi, “soykırım, insanlık suçu” gibi daha önce hiçbir mahkeme salonunda kullanılmamış tanımlamalarla yargılandı. Ana davada 12 kişi idam, 7 kişi 10 yıl ve müebbet arasında ceza aldı. 3 kişi beraat etti. Diğer davalarda ise 185 kişi yargılandı, 35’i beraat etti, 24’ü idam cezası aldı. 20 kişi müebbet cezaya çarptırılırken 98 kişi 18 ay ile 25 yıl arasında cezalar aldı. Ama yüz binlerce eli kana bulaşmış, sadece emir kulu olduğu için değil, Yahudi, Roman ve komünistlerin yok edilmesi gerektiğine inandığı için zevkle can yakan, can alan Alman Nazi hiçbir şey olmamışçasına sessiz sedasız Batı Almanya’nın yeniden inşasında yer aldı.[2] Doğu Almanya’da Nazilerin bir kısmı kurşuna dizilirken bir kısmı da savaş suçlusu olarak Sibirya’daki cezaevlerine gönderildiler. Auschwitz-Birkenau kamplarının ilk SS kumandanı Rudolf Höss Polonya Yargıtay’ının cezasını onaylamasının ardından Auschwitz kampında asılarak infaz edildi. Savaş suçluları sadece Almanlar değildi. Kampların olduğu bölgelerdeki yerli halkın bir kısmı, yollarda aç susuz insan dolu trenlere bir yudum su vermeyen insanlar da kurbanlara kötü davrananlar arasındaydı.[3] Onların cezası sadece kendi vicdanlarında kesildi!
Bu kadar acının ve kıyımın ardından yükselen toplumsal bilince rağmen “artık olamaz” dediğimiz öyle olaylar yaşadık ve yaşıyoruz ki her an uyanık olmalı ve sorgulamalıyız. Dün dininden, etnik kimliğinden ötürü insanları yakanlar, bugün de yeni hedeflerle sahnede. Dikkat!
DİPNOT
[1]Auschwitz 10 numaralı blokta da laboratuvarı olan, özellikle ikizler, farklı renklerde göz irisi olan insanlar ve cüceler üzerinde deneyleriyle ünlenen Dr. Mengele toplama kamplarında uyguladığı korkunç işkencelerle “Ölüm Meleği” olarak tanındı. Savaş sonrası Güney Amerika’ya kaçırıldı ve farklı ülkelerde Nazi ve SS yanlıları tarafından korundu. Mossad operasyonlarından kurtuldu. 1979’da Brezilya’da denizde boğularak öldü.
[2] 1945 yılında Nazi partisinin 8,5 milyon üyesi, gençlik örgütünün 9 milyon üyesi, kadın örgütünün ise 2,3 milyon üyesi vardı. Hepsi yeni Almanya’nın inşasına katıldı. 1950-60 yıllarında ellerindeki kana, işledikleri insanlık suçuna rağmen önemli görevlerde bulundular. Örneğin esirleri ağır şartlarda Alman endüstrisi için zorla çalıştıran ve hastalananları gaz odalarına gönderip yeni tutukluları fabrikalara getirip çalıştıranlardan sanayici Friedrich Flick, Nürnberg’de yargılandı, 7 yıl ceza aldı ama iyi halde gerekçesiyle erken tahliye edildi, 1950’li yıllarda yeniden Daimler-Benz’inen büyük hissedarı Batı Almanya’nın en zengini oldu.
[3]9 saatlik SHOAH belgesel filmini izleyiniz.