Osmanlı’da cerrahi

14 Mart 1827 Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire adlı tıp okulunun açılış tarihidir. 14 Mart’ı tıp bayramı olarak kutlamamıza neden olan olay ise; 1919 yılında işgal altındaki İstanbul’da tıbbiyeli öğrencilere İngilizler tarafından yapılan zulümdür. Tüm tıbbiye Dr. Hikmet bey tarafından örgütlenir Tıbbiyelilerin katıldığı bir gösteri düzenlenir. Okulun kulesinden Türk bayrağı sarkıtılır. Savsöz “Teslim olmaz tıbbiye”dir. O gün bugün tıbbiye ve tıbbiyeli ruhu vatanı ve namusu temsil etmektedir. Bu yazı adını bile bilmediğimiz tüm çağların sağlık çalışanlarına adanmıştır.

SAĞLIK ÇALIŞANLARINA SAYGIYLA

Yazarı bilinmeyen Cerrâhnâme ve Alâ’im-i Cerrâhîn XV. yüzyılın sonu ile XVI. yüzyılın başında yazılmış olan Türkçe cerrahnamelerdir. Alâ’im-i Cerrâhîn’in “cemî’i teşrîhleri beyân ider” başlıklı 12. bâbının 3., 4., 9. fasıllarında dolaşım sistemi anatomisi ve fizyolojisi tarif edilmekte ve “tamarları ve ser-cümle tamarlardan kan almağı beyân ider” başlıklı 13. bâbında ise kan alarak (veneseksiyon) tedavi yapılan bazı klinik durumlar hakkında bilgiler verilmektedir. Cerrahnamede Hipokrat, Galen ve İbn Sînâ gibi yazarlardan bazı alıntılar yapılmıştır. Ancak bazı özgün fikirler de öne sürülmüştür. Yazarı bilinmeyen Cerrâhnâme’nin “Hareket ider tamarlarda olan cerâhati beyân ider” başlıklı 99. faslı arter yaralanmaları hakkındadır. Eserlerin önemli özelliklerinden biri de Arapça ve Farsça terimler yerine Türkçe terimlerin ağırlıklı olarak kullanılmış olmalarıdır. Türk tıbbı için tarihsel önem taşıyan bu eserlerin tanınması ve gelecek kuşakların yararına sunulması Türk tıp tarihi ve anlayışı açısından önemlidir.

KSENOGREFTLERİ YAZAN EN ESKİ BELGE

Alâ’im-i Cerrâhîn üzerinde yapılan çalışmalar eserin tam bir çeviri olmayıp, Cerrah İbrahim’in Hacı Paşa, Akşemseddin, Beşir Çelebi, Hekim Şirvânî ve Şerefeddin Sabuncuoğlu gibi XIV. ve XV. yüzyılın ünlü Türk hekimlerinden alıntılar yapıp, kendi tecrübelerini de eklediği yönündedir. Alâ’im-i Cerrâhîn’in diğer bir özelliği de Türk tıp tarihinde ateşli silah yaralarından ve frengiden bahseden ilk eser olmasıdır. Yıldırım Cerrah İbrahim’in Avrupalı cerrahlarla aynı dönemde ateşli silah yaralanmaları ile ilgili bir bölüm yazmasının, bu eseri cerrahi tarihi açısından önemli bir yere koyduğunu bildirmektedir. Beksan ise eserin savaş cerrahisi ve deontoloji bakımından önemini vurgulamaktadır. Alâ’im-i Cerrâhîn kafatası defektlerinin onarımında ksenogreftlerin kullanıldığını gösteren günümüze kadar bulunmuş en eski belge olarak da nöroşirürji tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Alâ’im-i Cerrâhîn, Sabuncuoğlu’nun cerrahi kitabı Cerrâhiyyetü’l-Hâniyye’den (1465) ve yazarı bilinmeyen Cerrâhnâme’den farklı olarak, anatomi bölümü içermesi ile anatomi tarihi açısından da önemlidir. Bu durum, ez-Zehrâvî (936-1013) ve İbn Sînâ’nın (980-1037) da vurguladıkları gibi, cerrahlık için vazgeçilmez koşullardan birisi olan anatomi bilgisinin önemini gösteren değerli bir bulgudur.

Hem dünya hem de Türk tıp tarihi açısından oldukça önem taşıyan bu yapıtında Cerrah İbrahim, Hipokrat, Galen ve İbn Sînâ gibi yazarların kaynaklarından genişçe yararlanmış, fakat farklı özgün fikirler de öne sürmüştür. Yıldırım, önemli bir saptama yaparak Alâ’im-i Cerrâhîn’in Osmanlılarda teşrîh tarihini 1505 yılına kadar geriye çektiğini ve bunun anatomi tarihi bakımından taşıdığı önemi bildirmektedir.

‘KALBİN SAĞI KAN SOLU RUH AĞIRLIKLI’

Alâ’im-i Cerrâhîn’de kalbin sağ tarafında daha çok kan daha az ruh, sol tarafında da daha çok ruh daha az kan olduğu görüşü, Cerrâh İbrâhîm’in kendi sözlerine göre İbn Sînâ’dan ödünç aldığı görüştür. Dolaşım fizyolojisi ile ilgili olarak Diocles’in (M.Ö. IV. yy) öğrencisi Kos’lu Praxagoras’ın (~M.Ö. 340) yalnızca venlerin kan taşıdığını, arterlerin ruh ile dolu olduğunu düşündüğünü görmekteyiz. Erasistratos (~M.Ö. 304~250) kalbin kanı dağıtan bir pompa görevi yaptığını açıklamış, kalbin kapakçıklarını doğru olarak tanımlamış fakat işlevleri konusunda bilgi vermemiştir. Kalbin hem arterlerin hem de venlerin kaynağı olduğunu söylemiş, fakat yalnızca venlerin kan taşıdığı ve arterlerin de ruh için ayrılmış olduğu eski inanışı sürdürmüştür. Buna karşın Efesli Rufus yazarı bilinmeyen Cerrâhnâme’de arterlerin çok miktarda ruhun yanı sıra bir miktar da kan içerdiğini belirtmiştir. Galen (129-200) ise kanın hem toplardamarlarda, hem de atardamarlarda bulunduğunu, atardamarlardaki “gel-git” hareketiyle vücuda yayıldığını bildirmiştir. Galen’e göre kanın hareketini sağlayan güç kalbin pompalaması değil, atardamarlardaki kasılma gücüdür. Eserlerin önemli bir özelliği de oldukça az Arapça ve Farsça sözcük kullanılarak, esas olarak Türkçe yazılmış olmalarıdır. Günümüzde ortak anatomik terminolojinin Latince olması gibi, döneminin tıp terminolojisinin Arapça olması nedeniyle anatomik terimlerde Arapçayı kullanması çok da eleştirilecek bir durum olmamakla birlikte, Alâ’im-i Cerrâhîn’de yazar öyken, döş, eyegü, bogurtlak, murdar ilik, köprücük, sekirden gibi örnekleri kolaylıkla çoğaltılabilecek pek çok Türkçe terim kullanmıştır. Anadolu aydınlanması ve tıbbiye büyük emeklerle ve vatan savunması sırasında olgunlaşan yüreklerle gerçekleşmiştir. Yüce Türk milletine saygı ile…

Sonraki Haber