Osmanlı’da tıp
Osmanlı tıbbı, Anadolu tıbbı dönemlerine göre değişen özellikler gösterir. Günümüz tıbbında da özel bir yeri vardır. Bu nedenle Osmanlı tıbbı hakkında genel bilgi, sağlık alanında olan gelişmelere bilimsel yaklaşabilmek için özel önem taşır.
Fatih’in İstanbul’u fethi hem Osmanlılar, hem tüm dünya için yeni bir çağın başlangıcı olur. Fatih Sultan Mehmet ilim ve irfan koruyucusudur. Kurduğu vakfiye ve yaptırdığı medreseler tam bir bilim ve tıp merkezi gibi çalışır. Çok zengin vakıflara sahip olan cami ve onun etrafında toplanan on altı medrese, ayrıca imaret, tabbane, aşhane, darüşşifa-hastane, hamam, ilkokul ve çeşitli kütüphanelerden oluşan Fatih Külliyesi inşa edilir. Bu külliye içindeki 70 odalı Darüşşifa, o dönem Avrupa’nın en büyük hastanesidir. İslam’da hastane aynı zamanda öğrenim yeri olduğundan, İstanbul Tıp Fakültesi’nin ilk adımı bu hastane sayılabilir. Tetimme yani lisede öğrenimlerini yapan öğrenimlerini yapan öğrenciler sahnı seman medreselerine, yani yükseköğrenimin çeşitli dallarına giderken bir kısmı da Fatih Darüşşifasında tıp öğrenimine başlarlardı. Bu öğrenciler bu hastanedeki değerli hekimlerden pratik ve teorik dersler alır kütüphaneden yararlanırlardı.
TEORİ VE PRATİK BİR ARADA
Tam kadrolu bir kuruluş, yani bugünkü devlet hastanelerinin karşılığı olan bu hastanede, devrin en değerli hekimleri, kehhalleri (göz doktoru) ve cerrahları çalışırdı. Buraya atanmada din, ırk ve milliyet rol oynamazdı. Bu darüşşifada, yatırılarak bakılan hastalar yanında poliklinik muayenesi de yapılır, fakir olanlara ilaçları bedava verilirdi. Fatih döneminde hızla gelişen bir kuruluş da Enderun mektepleridir. Yüksekokul niteliğindeki bu kuruluşlarda birçok eğitim biriminin yanında hastane de mevcuttu. Saray hekimliği ile darüşşifa hekimliği arasında sürekli bir ilişki kurulmuş, yine bu dönemde hekimbaşılık kurumu oluşturulmuş, devlet kademelerinde bu kurula protokol verilmiştir. Fatih Darüşşifası bünyesinde bir nevi tıp akademisi oluşturulur. Bu dönem Osmanlının bilim ve tıp alanında en iyi olduğu dönemdir. Doğu kültür merkezlerinden birçok bilim adamı getirilerek, İmparatorluk bilim ve tıp alanında geliştirilmeye çalışılır.
FATİH’İN YEDİ ÜNLÜ HEKİMİ
Dönemin ünlü hekimlerinden Hamza Akşemsettin, Maidetül-Hayat isimli eserinde bugünkü mikrop ve bulaşma fikrine öncülük eden “hastalıkların çeşidi itibariyle nebat ve hayvanlarda olduğu gibi tohumları ve asılları vardır” fikrini ortaya atmıştır. Sabuncuoğlu Şerafettin ise, Cerrahname-i İlhani’siyle dünya çapında meşhur olmuştur. Kitabında cerrahi aletlerin resimleri yanında, hastaların duruşunu gösteren resimlere de yer vermiştir ki, bu cerrahi eğitimi açısından büyük bir yeniliktir. Yine Sabuncuoğlu’nun, 15. yüzyılda hazırladığı ilacın etkisini anlamak için hayvanlar hatta kendi üzerinde deneyler yaptığını, bu deneyler için kendisini yılanlara sokturarak hayatını tehlikeye attığını görüyoruz. Bir diğer önemli hekim ise Altıncızade’dir. İdrar tutulmasını ve idrar yolunda oluşan et parçasını sonda ile tedavi etmiştir. Hekim Beşir Çelebi ise iç hastalıklarıyla ilgili 30 konu üzerinde durmuş, son bölümde alfabetik olarak drog’ları vermiştir. Hekim Arap, Hekim Hoca Atullah, Hekim Lari, Fatih’in ulema defterinde yer alan yedi ünlü hekim arasındadır. Bu yedi ünlü hekimden bir diğeri ise İtalyan asıllı bir Musevi ola hekim Yakup Paşadır. Yakup Paşa Fatih’in özel hekimliğine yükselmiştir Ama Fatih’in ölümünden de sorumlu tutulmuş, onu zehirlediği iddia edilmiştir. Bu konu tarihte halen aydınlatılmamış bir olaydır. Bir diğer ünlü isim ise Hekimbaşılığa kadar yükselen Fatih’ten Kanuni’ye dört padişah döneminde hekimlik yapan Ahi Çelebi’dir. Ahi Çelebi, İbn-i Sina’nın Kanun çevirisi ve böbrek ve mesane taşları üzerine yazdığı risaleyle ünlüdür. Taş hastalıklarının zenginlerde olduğunu söyledikten sonra, taşın bedende nerelerde olduğunu, araz belirtilerini, ilacını, taşın idrar yolunu zedelediği durumda yapılacak tedaviyi anlatır. Bu tedavi için bitkisel ilaçları ve ilaçlı sularla banyoyu tavsiye eder. II. Beyazıd döneminin ünlü hekimlerinden Cerrah İbrahim ise yine çeviri eser olan Alaim-Cerrahin’de Osmanlı’da ilk defa frengiden bahseder. Bir başka yeniliği ise ateşli silah yaralarından bahsetmesidir. Burada hemen hatırlatmak gerekir ki, benzeri araştırmalar Avrupa’da da hemen hemen aynı dönemde yapılmıştır.
DÜNYA ÇAPINDA HASTANE MİMARİSİ
Bu dönemin en önemli tıbbı eserlerinden biri de Edirne Beyazıd II Darüşşifası’dır. Bu bina Türk-İslam, hatta dünya hastane mimarlığı bakımından büyük önem taşır. O güne kadar hastaneler medreseler gibi koğuş şeklinde, sonradan pavyon ismini alan binalar halinde yapılırken dönemin ünlü mimarı Hayreddin tarafından yapılan bu Darüşşifia’da merkezi sistem denen bir hastane mimarisi ortaya konmuştur. Bu sistemde hasta odaları ve koğuşlar merkezdeki kapalı bir avlu etrafında yer almakta, az bakıcı ile bütün hastalara bakılması sağlanmaktadır. Hastanenin ayrıca bir idare, bir servis bölümü vardır. Bu hastane modeli 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa ve Amerika’ya yayılmış, benzer örnekleri yapılmıştır. Evliya Çelebi’nin meşhur Seyahatnamesi’nde bu hastanede akıl hastalarının da yattığı ve müzikle tedavi yöntemi kullanıldığı anlaşılmaktadır.
AVRUPA’DAN 200 YIL ÖNCE
Kanuni’nin kendi adına yaptırdığı Süleymaniye Külliyesi ve bunun içinde yer alan Süleymaniye Darüşşifası ve Tıp Medresesi ise Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük külliye ve hastanesidir. Diğer hastanelerden en önemli farkı, özel bir asabiye servisinin olmasıdır. Burada da hastalara müzikli sağaltım uygulanır ki bu yöntem Avrupa’da en az iki yüzyıl sonra kullanılmaya başlar.
Manisa Hafsa Sultan Bimarhanesi ve yine Kanuni tarafından eşi Hürrem Sultan namına 1550’de yaptırılan külliyenin bir parçası olan Haseki Darüşşifası önemli bir sağlık merkezi olmuş, günümüze kadar ayakta kalmıştır.
TIP EĞİTİMİ
1534’de çıkartılan bir fermanla diplomasız hekimlerin halk sağlığı ile ilgilenmeleri yasaklanır. Dersane-i İdris denen ve çoğu yetkisiz ve yetersiz hekimlerce açılan muayenehaneler denetim altına alınır. Bu muayenehanelerde hekim-çırak ilişkisi biçimde tıp eğitimi devam etmektedir. Süleymaniye Külliyesi içinde Medaris-i Süleymaniye denen öğretim kurumlarının birisine Darüt’tıp adı verilerek bu birim doğrudan hekimlik öğretimine tahsis edilir. Öğrenciler teorik dersleri Darut’tıp’da, uygulamalı hekimliği ise Süleymaniye ve Fatih Darüşşifaları’nda görürler.