Patroncuklarımız çok temsilcimiz yok!

Polonez işçisi Figen Bora 100. günündeki grevlerini kadın gözüyle anlattı: ‘Sendika hakkımızsa, Anayasa’ya bile yazılmışsa, biz bunu kullanmak istiyoruz. Toplu olarak üretirken toplulukla hareket etmek, örgütlü olmak, insan gibi yaşamak, çocuklarımıza insanca yaşanacak dünya bırakmak istiyoruz'

Polonez işçisi Figen Bora, iki çocuk annesi, dört yıllık işçi. Ekonomik ihtiyaçların dayatmasıyla çalışmaya karar vermiş, iş bulmuş. Şimdi ise üç ayı aşkın süredir grevdeler.

Bora, Aydınlık’a konuştu. Grev öncesini, sonrasını, toplumun kadına, kadının kendine bakışını, fabrika koridorlarında, tezgahlarında karşılaştıkları eşitsizlikleri büyük bir sadelikle, içtenlikle anlattı. Grevde geldikleri noktayı da değerlendiren Bora, çözümün ‘Anayasa’ya bile yazılmış olan’ örgütlenme haklarının tanınmasından geçtiğini ifade etti.

Figen Bora

‘KADIN İSTEDİĞİ ZAMAN HER ŞEYİ DÖRT DÖRTLÜK YAPAR’

Figen Bora, çalışmaya karar verdiği dönemden başladı anlatmaya: “Maddi ve manevi birçok sıkıntı yaşıyoruz. Çevremizin ‘kadın yapamaz’ fikri ise kadınların yaşadığı en büyük aşağılama. Yapınca da küçümsüyorlar. Kadın her zaman eksik gösteriliyor, biz hep sıfırdan, geriden başlıyoruz. Ancak kadın istediği zaman her şeyi dört dörtlük yapar, eksik olduğu bir şey varsa da toparlar.”
‘ayıp olur diyoruz, sesimizi çıkarmayı bilmiyoruz’

Bora, eşitsizliğin işyerinde de devam ettiğini belirtti ve şöyle konuştu:

“Hiçbir zaman erkek arkadaşlarımızla aynı ücreti alamadık. Erkek arkadaşlar öfkesini, tepkisini belli ediyor, tartışıyor. Bunun üzerine onların bizlerden daha fazla zam veya ücret almaları mümkün oluyor. Ama bizler ailelerimizin, toplumumuzun kız çocuklara verdikleri terbiye nedeniyle ‘ayıp olur’ diyoruz, sesimizi çıkarmayı bilmiyoruz.
“Hiçbir zaman aynı ücreti almadığımız gibi, aynı zammı da alamadık. Gerçi erkek arkadaşlarımız da olması gereken haklarını alamıyorlardı.”

‘SEN ANLAMAZSIN DEMEK DE AŞAĞILAMA DEĞİL Mİ?’

“Bizim hakkımızı alma konusunda geri durmamızın nedeni, geri dur, sen kadınsın, sabret, ne yapalım durum bu, kabul et, sesini çıkarma denmesi, susturma, bastırma… Sesimizi duyurmak için on kere düşünmek zorunda kalmamız. Söylesen de ciddiye alınmamak.

“Biz kadınlar olarak gidip zam istediğimizde bize ‘Beyaz yakalılara yaptık, şimdi size yapamayız.’ dendi. Kadın olduğumuz için bizi dikkate almayıp, hakkımız olan zammı vermediler. Sosyal haklarımız veya işyerindeki ihtiyaçlarımızla ilgili haklı taleplerimizde de ‘Böyle bir hakkınız yok.’ dediler.

“Bir konuda ustana ‘Bunu böyle yapsak daha iyi olur.’ gibi fikir belirtsen, ‘Sen anlamazsın, olmaz!’ gibi, yarım ağızla yanıt verir. Ciddiye alınmazsın. Bu bile bir mobbing, baskı, hor görülme, aşağılanma değil mi?
“Bir kadın temsilcimiz yoktu. Söyleyebildiğimiz sorunlarımızı, ustabaşına söylerdik. Onlar iletirse ne âlâ… Ortak karar aldığımız konular olurdu. Oturur konuşurduk. Benim çalıştığım bölüm kadın ağırlıklı paketlemeydi. Ortak kararlarımız olurdu. Oluru varsa yapardık. Yoksa, bir daha düşünelim, derdik. Patroncuklarımız çok, temsilcimiz yok!”

POLİS ABLUKASINDA…

Bora, üç ayı aşkın süredir grevde polis ablukasının yarattığı baskıya dikkat çekti:

“Kadın olarak rahat hareket edemiyoruz. Bir şey yapamıyoruz. Etrafımız polisle çevrili. En insani ihtiyaçlarımızı bile tek başına yapamıyoruz. Tek başına lavobaya gidemiyoruz. Çekiniyor, korkuyoruz. Etrafımızın böyle çevrili olması psikolojik olarak bir rahatsızlık yaratıyor. Sanki biz suç işleyecekmişiz gibi sürekli izlenmemiz rahatsız edici. Aniden bir şey yapacaklar gibi… 97 gündür bunu yaşıyoruz. Buna rağmen sesimiz duyulmuyor.

“Bu güne kadar işverenle hiçbir görüşme yapılmadı… Biz insanca yaşamak, kendimize yetebilmek istiyoruz. Mesailerimizi almak istiyoruz, eksik ücretle çalışmak istemiyoruz. Söz hakkımızın olacağı, insanca yaşayacağımız, çalışacağımız bir işyeri istiyoruz. Onun için bu davanın içindeyiz. Sendika hakkımızsa, Anayasa’ya bile yazılmışsa, biz bunu kullanmak istiyoruz. Bu Anayasal hakkımızın uygulanmasını, korunmasını istiyoruz.

“İşyerinde üretim sürdürülüyor. 146 işçi kapının önünde olduğu için işveren yevmiye ile işçi getirip çalıştırıyor.

“Bu grev süreci bize çok şey öğretti. Öncesinde çok şey biliyoruz sanıyorduk, oysa bilmediğimiz birçok şey olduğunu gördük. Bilincimiz yükseldi. Dünyayı daha iyi anlamaya başladık. Toplu olarak üretirken, toplulukla hareket etmeyi, toplu olarak örgütlü olmayı, toplum olarak insan gibi yaşamak, çocuklarımıza insanca yaşanacak bir dünya bırakmak istiyoruz.

"Biz sadaka gibi yüzümüze fırlatılan ücretlerimizi değil, alın terimizin hakkını istiyoruz. Bize lütufta bulunmuyorlar, çünkü. Çalışacaksın, çalışacaksın deyip köle gibi görmelerini istemiyoruz.”

‘İŞVEREN SUÇLU BULUNDU HAKKIMIZI VEREN YOK’

Saniye Taş

Saniye Taş üç çocuk annesi bir kadın, sekiz yıldır da Polenez’de çalışıyor… Bitlis’ten göç ederek gelmişler İstanbul’a. Eşi bir ara işsiz kalmış. “Ortaokula giden çocuğuma, kardeşlerini emanet ederek çalışmaya başladım.” dedi ve devam etti:

“Daha sonra eşim de çalışmaya başladı ama vardiyamızı ayarlamaya çalıştık, ama her zaman olmadı. Çocuklar birbirlerine baktılar. Saati ayarlardım, kendileri kalkıp okula giderlerdi... Böyle büyüttüm çocukları.”

Makine operatörü Saniye Taş, Polonez’de yaşadıklarını şöyle anlattı:

‘MESAİLER YATMAZDI’

“Fabrikada yaşanan sıkıntılar bizi sendikalı olmaya itti. Biz gece vardiyasında çalışır, Pazar günleri zorunlu mesaiye gelirdik ama bordromuzda bu mesai ücretlerini göremezdik. Cumartesi günü paketleme yapardık. O gün, ustamız bizi toplantıya çağırırdı. Bu toplantılar özellikle Cumartesileri yapılır, ‘Yarın mesai var gelmek zorundasınız, gelmezseniz pazartesi günü sizi gözüm görmesin, bir daha işe gelmeyin.’ denirdi.

"Ay sonunda bordromuza bakardık, mesailer yok. Hesaplardık, farkındaydık, dile getirirdik. Böyle birçok sıkıntı yaşadık. Durduk yere bağırıp çağırırlardı, bir hoşgörü yoktu. Elleri ceplerinde, gardiyan gibi izleyip gezerlerdi. Ben hiçbir resmi bayramda evde oturduğumu, bayram izni kullandığımızı hatırlamıyorum. Sekiz yıldır hiçbir resmi bayramda izin yapmadık. 23 Nisan’da ,19 Mayıs’ta, 29 Ekim’de çocuklarımın törenlerini izleyemedim.

‘LAVOBAYA GİTTİĞİMİZDE DAKİKA TUTULUR’

146 kişiyiz dışarıda olan ve çoğunlukla kadın arkadaşlar. Lavobaya gittiğimizde dakika tutulurdu. Yemek saatimiz yarım saatti. Bu yarım saat içinde yemeğimizi yiyip, diğer ihtiyaçlarımızı gidermek zorundaydık. Bir, iki dakika geç kalınca, geç kaldınız neredesiniz diye azarlanırdık. Bazen tabağımızda yemeğimizi bitirmeden kalkardık.

“Bir yıl sonra ben makine operatörü olarak çalışmaya başladım. Yedi yıldır… Makinanın başında vaktinde olmak zorundasın. Bir iki dakika erken inmek zorundaydık makinanın başına. Pazar günleri mesaiye gitmeyen, dünyanın fırçasını yerdi. Benim mesaiye gitmemek gibi bir durumum söz konusu bile olamazdı.

BU ADALET Mİ OLUYOR?

“Bütün bu yaşananların sonunda haklarımızın alın terimizin gasp edildiğini gördük ve bir sendikada örgütlenerek haklarımıza, emeğimize, alın terimize sahip çıkalım dedik. Şimdi kapının önündeyiz. Ama biz bunu göze alarak bu mücadeleye başladık. 350 küsur işçiden 146’sını işten attı.

"İlk olarak bir Cuma günü 13 işçiyi işten attı. Biz o gün onları işe almaları için eyleme başladık. Pazartesi günü yetki başvurumuzu yapacakken bizi de işten çıkararak, yetkimizi de düşürdü.

“Bunu şikayet ettik, haklı çıktık. Para cezasına çarptırıldı. 2 milyon liranın üzerinde ceza ödedi. Ama işveren suçlu bulunduğu halde, kimse çıkıp da 146 işçiyi açlığa mahkum ettin, haklarını ver işe başlasınlar, demiyor. İki milyon değil, on milyon ceza yazsa bile benim hakkım yerde kalıyor. İşime aşıma dönemiyorum. Para cezası alındı bitti. Biz üç aydır burada kapı önündeyiz, Bu adalet mi oluyor?”

‘KADIN ERKEK MÜCADELE ETMEYE MECBURUZ’

Karayolları Ankara 4. Bölge, Yol-İş Sendikası İş Yeri Temsilcisi Şükran Tuncay Şenol’un, Türk-İş’in 20 Ekim’de Ankara’da düzenlediği mitingde yaptığı konuşmadan bir bölüm sunuyoruz:

“Ben kamuda çalışan kadın bir işçiyim ve aynı zamanda iki çocuğu olan bir anneyim!

“Bugün burada, haklarımızı savunmak ve yaşadığımız zorlukları haykırmak için toplandık. Öncelikle emeğimize dair taleplerimiz var. Vergide adaletsizliğin, Ocak ve Aralık ayındaki ücretlerimiz arasındaki farklılığın son bulmasını istiyoruz. Kamuda enflasyondan doğan ücret farklılıklarının ortadan kalkmasını istiyoruz.

“Ülkemizde çalışanların yarısına yakını asgari ücret ile çalışmakta. Asgari ücretin biraz üzerinde ücret alanları da dahil ettiğimizde ülkede çalışanların büyük bölümü açlık sınırı seviyesinde ücret almakta.

“Bu ekonomik şartların içinde belki de en büyük zorluğu yaşayanlar bizleriz. Mutfakta ailemize, çocuklarımıza, bir sıcak yemek çıkartmak için büyük bir mücadele vermekteyiz. İnsan onuruna yakışır bir yaşam için temel ihtiyaçlarımızdan dahi yoksun olmak, bunları bile karşılamakta zorlanmak, biz emekçiler için kabul edilemez.

“Bu ekonomik gidişatın sorumlusu biz değiliz, faturasını da biz ödemek istemiyoruz.

ZORDAYIZ, GEÇİNEMİYORUZ!

“Ancak tüm bunlardan önce, bir kadın olarak, toplumda karşılaştığımız ortak sorunları da bugün bu meydanda dile getirmek istiyorum. Cinsiyet ayrımcılığına son verilmesini istiyoruz! Fırsat eşitliği talep ediyoruz! Her alanda güven içinde yaşamak bizim hakkımız! Taciz, mobbing ve şiddete sessiz kalmayarak kadın cinayetlerinin durdurulmasını istiyoruz!

"Biliyoruz ki Kadınlar güçlüdür! Haklarımızı almak için buradayız ve mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğiz! Hep birlikte, daha adil bir dünya kurmak için sesimizi yükselteceğiz!

“Kurtuluş Savaşı’nda en ön cephelerde savaşarak kadın erkek birlikte kazandığımız bu zaferi, ekonomik ve toplumsal olarak hayatta da sürdürebilmek için bir arada olmaya, kadın erkek aynı amaca doğru mücadele etmeye mecburuz.”

Sonraki Haber