Petrolcü Max’ın 1949 Türkiye Raporu
Bir süredir yazdığı kitabı okuyorum. Yazarın ismi "Max Weston Thornburg", kısaca Max. Bu zat, kendisi gibi Amerikalı olan bir heyetin başı olarak 1948'de Türkiye'ye gelmiş. Max’ın asıl işi petrolcülük. Patronu da meşhur Rockfeller (3. nesil, kurucunun torunu olan Nelson).
Max ve ekibini bizimkiler, dere tepe, madenler, fabrikalar, tersaneler gezdirmişler. İstediği raporları, istatistikleri vermişler, göndermişler. Max'da bu ziyaret raporunu ilgili ekonomik veriler ile beraber Şubat 1949'da kitap olarak yayınlamış. Anlaşıldığı üzere bu rapor, ABD'nin o dönemki Marshall yardımları ve ilintili Türkiye politikalarını belirlemede önemli olmuş. ABD basınında Türkiye ile ilgili ekonometrik ve politik konularda sürekli atıf yapılan bir rapor olmuş. Bu kitap ile bir nevi Max, Amerikalılara: "Bakın Türkiye diye bir ülke var, bu ülkede şöyle kaynaklar var, biz bu ülkenin bu bu alanlarda gelişmesini istiyoruz, politikamız bu yönde olmalı ve ihtiyaç duydukları yatırım alanları ve kredi miktarları böyle böyledir" mesajı vermiş.
Kitap 1949'da New York’ta basılmış, sanıyorum tek baskısı yapılmış. İçine harita filan da konmuş. Haliyle piyasada fiyatı biraz tuzluca. 1970’te Nebioğlu yayınevi çevirip yayınlanmış. Gözden geçirip yeniden yayınlamakta fayda olacaktır. Rapor, başarılı bir şekilde dönemin ekonomik ve endüstriyel resmini çekmiş ve istatistik veriler ile zenginleştirilmiş.
ABD'NİN GÜDÜMLÜ UZMANLARI
Max bildiğiniz ekonomik tetikçilerin özel bir türü. En üst seviyeden petrolcü. Rockfeller'in üst seviye yöneticisi, Ortadoğu’daki adamı diyelim. Hatırlarsınız John Perkins isimli bir Amerikalı kitap yazmıştı. Bir Ekonomik Tetikçinin itirafları" ismiyle Türkçesi de yayınlanmıştı. Amerikan istihbarat kurumu NSA ile ilintili kodamanlarca işe alınıp yönlendirilen John, kitabında çeşitli ülkelerde yaptığı ekonomik tetikçilik görevlerini anlatıyor. John'u genelde belirli bir danışman heyetin başkanı olarak çeşitli küresel kurum şapkaları altında farklı ülkelere gönderiyorlar, John'da o ülkelerde resmi kimliği ile geziyor, görüşmeler yapıyor, veriler topluyor, verileri eğip büküp, şişirip ilgili yatırım potansiyelini belirli alanlara kaydırıp "Sizin şu şu alanlarda belirli Amerikalı müteahhit firmalardan kullanılmak üzere şu kadar milyar dolar krediye ihtiyacınız var" gibi raporlar hazırlıyor. Zaten kredinin musluğunun başındaki yetkili kişi olduğu için genelde hükümetler biraz direnmekle beraber teslim oluyorlar. İlgili ülkeler devasa borç yükü altına giriyorlar, pek de üretken olmayan alanlarda Amerikalı bazı küresel firmalardan ve Amerikalı danışmanlardan büyük bedeller karşılığında hizmet alıyorlar. Yani işin özünde ilgili ülkelere ihtiyaçlarının ötesinde devasa krediler vermek, o kredilerin belirli küresel Amerikan firmalarında kanalize edilmesini sağlamak, ilgili ülkeleri jeopolitik olarak ABD büyük sermayesi güdümüne sokmak ve ilgili ülkelere "uzman" adı altında bolca ekonomik istihbaratçı yerleştirmek var. Bu adamlar gerçekten uzmanlar ama sadece uzman değiller. Güdümlü uzmanlar diyelim. Yani ülkenin kaynaklarını belirli Amerikan firmalarına aktarmak için gizli ajandası olan iyi eğimli, iyi bağlantılı profesyoneller bunlar. Max bu işlerin muhtemelen öncüllerinden.
John'un kitabını okuduğumdan beri bu konulara ilgim artmıştı. Fransız eski istihbarat başkanı olan, aynı zamanda Fransız mason locası başkanı da olan Alain Juillet'de ekonomik istihbarat başkanlığı yapmıştı. Youtube yayınları hakkında birkaç yazı paylaşmıştım. (Notlar kısmında). Geçende Aydınlık Gazetesi'ndeki makalede Max Weston Thornburg'un kitabından bahsediliyordu. "Acaba bizim tetikçimiz de bu olabilir mi?" düşüncesiyle kitabı almıştım.
DÖNEMİN RUHUNA BAKALIM
Önce gelin ilgili döneme bir yolculuk edelim, kitabın hangi jeopolitik ortamda yazıldığını hatırlayalım. 1948'de Max’ın Türkiye ziyareti olduğuna göre, biraz öncesi ve sonrasına bakalım.
1945’te Cumhurbaşkanı İnönü (iktidardaki son seneleri), başbakan Şükrü Saracoğlu. ABD'de Trumann'ın ilk senesi (53'e kadar başkan kalacak). Türkiye Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etmiş (BM'ye kurucu üye olabilmek için) ve ABD ile askeri yardım anlaşması yapmış. Akabinde ABD (Trumann) nükleer bombaları atmış, Japonya teslim olmuş, 2.dünya savaşı bitmiş. ABD ile SSCB arasında dünyanın çeşitli yerlerinde etki artırmak için şiddetli rekabet dönemi. Birleşmiş Milletler kurulmuş ve Türkiye üye olmuş. ABD'nin dümen suyuna kayan Türkiye durumundan SSCB rahatsız. SSCB, Türkiye ile 1925'te imzalanan dostluk anlaşmasının yenilenmeyeceğini duyurmuş. Türkiye bu gelişmeyi bir tehdit olarak algılamış ve iyice ABD'ye ipleri kaptırmış. ABD Türkiye'deki askeri kökenli, Cumhuriyeti kuran, işgalcileri kovan, devletçi yönetimden rahatsız ve liberal ekonomili, çok partili, sivil kökenli hükümetler ile çalışmayı arzuluyor.
1946'ya geldiğimizde Demokrat partinin Celal Bayar ve Adnan Menderes tarafından kurulduğunu gözlemliyoruz (ABD'nin duaları tutmuş). Başbakan Recep Peker. ABD ile ilişkiler derinleşiyor. Türkiye’nin borçlarını tasfiye anlaşması yapılıyor ve ABD Türkiye'ye finansal destek veriyor. (Bedava yemek yoktur elbette!). O dönemde İran'ın kuzeyi, Sovyet ve İngiliz işgali sonrası bölünmüş durumda. Diğer taraftan Filistin'de İngiliz mandası devam ediyor ve siyonist yahudi grupları İngilizleri kovma amaçlı saldırıyorlar (Henüz İsrail ortada yok). Fransız ordusu Cezayir'de katliamlar yapıyor. Yunanistan’da, Batı'nın Hitler karşısında silahlandırdığı komünistler artık kullanışsız. Karşı cephe olan "Kralcılara" Batı silah gönderiyor. İç savaş hali mevcut.
1947' ye geldiğimizde Paris anlaşması ile İtalya imparatorluğu dağıtılıyor, toprakları ve kolonileri galip devletlere geçiyor. Ege'de 12 ada Yunanistan'a veriliyor. Pakistan ve Hindistan bağımsız oluyorlar. Mart ayında ABD başkanı Truman kongre de konuşma yapıyor ve bu konuşma tarihe Truman Doktrini olarak geçiyor. Bu doktrinin amacı Sovyet ilerlemesini durdurmak. Özellikle Yunanistan'daki komünist ayaklanmalarına ve Türkiye'ye karşı Sovyet tehdidine karşı gelmek. Konuşmadan 2 ay sonra Türkiye'ye 100 milyon dolar yardım yapılıyor ve daha sonraki dönemlerde Kore'ye asker gönderme şartına bağlı olarak kesenin ağzı açılıyor. Haziran ayında Harvard üniversitesinde Marshall planı ilan ediliyor. Bu da Truman doktrini ilintili bir konu. Buna göre Avrupa öncelikle kendi arasında ekonomik işbirliği yapacak ve birbirlerinin eksikliğini kapatacak. Yetersiz durumda ABD devreye girip eksikleri kapatacak. İşte bu ilan edilen program ile Türkiye gibi bazı ülkelere uzman gönderip yatırım alanlarını tespit etme konusu ilintili. Yani Max’ın raporu Türkiye'ye yapılacak Marshall yardımlarının dağılım ve miktarında etkili (ve belki de belirleyici) olmuş olabilir.
1948'de Max Türkiye ye geliyor, ziyaretler yapıyor, raporu için veriler topluyor. Türkiye'de liberal rüzgarlar esmeye başlamış. Adana Kayseri bankası Kayserili iş adamları tarafından kuruluyor (Akbank). Atatürk'ün kapattığı Mason locaları açılıyor. Sabahattin Ali öldürülüyor (Son yıllarda Türkçü/Turancı yazar Nihal Atsız ile atışmalar var). Sedat Simavi Hürriyet gazetesini kuruyor.
1949 başında Max’ın Türkiye ekonomisi raporu yayımlanıyor. (orj: "Turkey, an economic appraisal"). Yayınlayan ve sponsorluk yapan "20. yüzyıl fonu" isimli bir fon. Max, raporun başyazısını Bahreyn Krallığı'ndayken Ocak 49'da yazıyor. (Bahreyn Kralı'nın kendisine hediye ettiği adadan yazıyor). Şubat ayında İran şahına karşı başarısız bir suikast teşebbüsü oluyor. Mart ayında Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Killigil, kendi silah fabrikasının patlaması (veya patlatılması) sonucu ölüyor. Mart ayında İnönü, Truman'a mektup yazıyor, "askeri yardımlara minnettarız, dışişleri bakanımı BM'ye gönderdim" yazıyor. Avrupa Konseyi kuruluyor ve Türkiye üye yapılıyor. ABD ile eğitim anlaşması imzalanıyor (Fullbright anlaşması olarak da bilinir) ve ABD, Türk eğitim sistemini tasarlamak konusunda yetkilendiriliyor.
1950 ile beraber Celal Bayar ve Adnan Menderes'li Demokrat Parti iktidarı başlıyor. Bu dönemde Türk askerinin Kore'ye ABD için savaşmak için gönderilmesi, yurtiçinde irticai faaliyetlerin (Dinsiz imansız (!) Sovyet tehdidine karşı) başlamasını gözlemliyoruz. Tabi bu dönemde ABD'nin din ve tarikat temelli faaliyetleri birçok ülkede oluyor. Türkiye'de tarikatlere yol verilirken misal "özgürleştirilen Kore'de" Moon tarikatı kuruluyor. Özgür Kore hızla Hristiyanlaştırılıyor (Bugün herhalde oran 30%'a ulaşmıştır).
Velhasıl konumuza, Max’ın 1948 raporuna dönelim. Kitapta benim özellikle ilgimi çeken birkaç nokta var.
ALMANYA İLE OLAN MUAZZAM İLİŞKİLER
s172'deki dönemin Türkiye Dış ticaret tablosunun bize gösterdiği durum hayli ilgi çekici.
1928 itibariyle Almanya'nın Türkiye ithalat ve ihracatındaki pay sırasıyla 14%, 13%. 1935'e geldiğimizde ise hem ithalat hem ihracatta bu oranlar 40% seviyesine çıkmış. 1938'e geldiğimizde ise oranlar sırasıyla 47% ve 43%. İnanılacak gibi değil rakamlar. Savaş öncesinde tek bir ülke ile dış ticaretin yarısı (muhtemelen yatırımların daha büyük bölümü) yapılıyor, üstelik hemen hemen dengeli şekilde. Ve savaş sonrasında Türkiye'nin açık ara en büyük ticaret ortağı olan Almanya ile ticareti sıfırlanıyor. Almanya ile olan bunca sanayi işbirlikleri, yedek parça lojistiği, hepsi durmuş. Yatırımlar yarım kalmış. Türk sanayine bunun mutlaka yıkıcı etkisi olmuştur ve muhtemelen Türkiye'nin en modern fabrikaları (silah, uçak vs. fabrikaları dahil) üretim yapamaz hale gelmiştir. Savaş sonrasında ise dış ticaretin mecburen ABD'ye kaydığını görüyoruz. Yani Hitler Almanya'sı, Atatürk Türkiye'sinin açık ara en önemli ticaret ortağı olmuş. Muhtemelen o dönem, Almanya'nın geldiği muazzam teknoloji ve sanayi seviyesi bunun gerekçesidir. Bu olay diğer taraftan Almanya'ya karşı Türkiye'nin neden savaşa giremeyeceğinin de bir başka açıklaması.
KİTAPTA NE VAR?
Max’ın kitabı sayılar ile dolu, her alanda mevcut durumun resmi çekilmiş, yapılması gereken yatırımlar ve öneriler sıralanmış. Hepsini yazmaya imkân yok fakat temel mesajlardan bir tanesi; Türkiye'nin daha çok karayolu yapması, kamyonlar ile mallarını batı pazarlarına aktarmasıdır. Mevcut halde sadece liman olan bölgelerdeki tarım ürünlerinin limanlar ile ihraç edilebildiği belirtilmiş ve kalkınma için bunun çok yetersiz olduğu belirtilmiş. Mevcut sanayi tesislerinin kötü ve verimsiz yönetildiğinden bahsedilmiş. Zonguldak'taki taşkömürlerinin ve Karabük'teki fabrikanın örneği verilmiş. Karabük’teki fabrikanın kapasitesinden tasarımına birçok hatalarından bahsetmiş ve üretilen çeliğin demiryolu yerine karayolu ile taşınmasını önermiş. "Demiryollarının kapasite ve altyapısı yetersiz bunun yerine yeni geniş yollar yapılmalı" demiş. Dilinin altında ise "kapatın gitsin" demek var ama diyemiyor, lafı geveliyor. "Avrupa'nın orta çağ döneminden kalmış ve baştan hatalı tasarlanmış' olarak tanımladığı tesislere yatırım yapmanın ekonomik anlamını sorguluyor. Ekonomi yönetiminin bu tesisleri yaşatma konusundaki kararlılığından dert yanıyor vs.
Demiryollarına bu safhada yatırım yapmanın yanlış olacağını, devasa kaynak gerektiğini ve önceliğin başka alanlar olması gerektiğini belirtiyor. Denizyolu taşımacılığında devlet hakimiyetinin verimsizlik yarattığını belirtiyor, liberalizasyona çağrı yapıyor. Modern yönetim tekniklerini bilen yöneticilerin olması gerektiğini, yoksa verilecek ABD kredilerinin verimli olamayabileceğini belirtiyor. ABD sermayesi ile beraber ABD yönetiminin de gelmesinin ve bunun devlet yönetimince iyi karşılanmasının gerektiğini belirtiyor. Amerikan danışman ve uzmanlarının ve farklı disiplinlerdeki mühendislerin gelmesi gerektiği belirtiliyor. (Kendi hizmetlerine yol yapıyor). Amerikan-Türk firma ortakları ile beraber yatırım yapılabileceği veya tamamen Amerikan şirketlerinin yatırım yapabileceği belirtiliyor.
Tarım ürünlerinin dağıtımında ve tüketiminde soğutmanın önemi belirtiliyor ve soğutma ekipmanları ve bunların dağıtılması için motorlu araçlar konusundan bahsediliyor. (Hatırlatalım, 1946 yılında, Vehbi Koç ABD'ye gidiyor, General Electric ile anlaşıyorlar ve 1948'de ampul fabrikası temeli atılıyor. Muhtemelen o sıralar Max Türkiye'de. Vehbi Koç, Amerikan Ford kamyonlarının bayiliğini 1926'lardan beri yapmakta ve devamında montajcı Otosan kurulacak.)
1947 TÜRKİYE BÜTÇESİ PATLAK
Kitabın istatistik sayfalarında dikkatimi çeken diğer nokta Türkiye'nin 1947'deki harcama bütçesi sayfası. Buna göre bütçenin 24% kadarı ulusal savunmaya gidiyor. Bugünün şartlarında bu rakam yüzde 3'ler 4'lerdir. Yani dünya savaşı bitmiş, Türkiye'nin anormal bir savunma harcaması oluşmuş. Muhtemelen ABD'nin savaş sonrası çeşitli ülkelere dağıttığı ve Türkiye'ye gani gani dağıtığı savaş malzemelerinin, gemilerin vs. Yedek parça, bakım ve servis hizmetleri bu anormal bütçe maliyet kalemini oluşturmuş. Diğer güvenlik kalemleri ile oran 40%'ları geçiyor. Bir de Finans Bakanlığı bütçesi var, bu da 11 puan. Bu da muhtemelen ABD'den alınan kredilerin ödemesinin bütçedeki payı olsa gerek. Yani 2. dünya savaşı sonrasında Türkiye'nin bütçesinin üzerine, kalkınma hızını baskılayacak, gerekliliği tartışılır askeri ekipmanlar ile beraber dev bir borç yükü bindirilmiş ve Amerika'ya hortum bağlanmış. Sonraki senelerde bütçe durumu daha da kötüye gidiyor.
45 ÖNCESİ EKONOMİ TOPARLANMIŞ
İlgimi çeken diğer konu ise 1945'e kadar Türkiye'nin dış ticaret gelişimi grafiği (s169) oldu. Malum bizim jenerasyon sürekli dış ticaret açığı, borç ekonomisi, enflasyon altında yaşamaya alışmış. Sanıyoruz ki bu hep böyleydi. Değilmiş. 1930'da Atatürk döneminde dış ticaret açığını (belki de yüzlerce yıl sonra ilk defa) sıfırlamışız. Daha sonra 1945'e kadar fazla vermişiz. Dışa sattığımız tütün, krom, bakır, üzüm ve muazzam hayvancılık ürünleri ile ithal ettiğimiz endüstriyel ürünler vs. rahatlıkla karşılamışız. Hatta savaşın 2.yılı olan 1940’ta 120 milyon TL lık ihracatımız 1943’te rekor seviye olan 250 milyon TL'yi aşmış. 1924 ile 1945 arası ekonomik veriler bize hiç de hasta bir ekonomi göstermiyor, aksine, hızla gelişen, sağlıklı, artan oranda ticaret fazlası veren bir ekonomi gösteriyor. Ondan sonra ABD'nin "askeri hibe" ve "kredi" dönemi ile işler tepetaklak olmuş ve hatalı yönlendirilen yatırımlar ile borç ekonomisi sarmalı başlamış.
TİCARETTE ALMAN, SOVYET VE AMERİKALI FARKI
Max, 1933’te İnönü'nün Sovyetler ile yaptığı ekonomik anlaşmadan da bahsetmiş. Buna göre Sovyetler bize sıfır faizli kredi vermiş, sanayi yatırımları karşılığında Türkiye ödemeyi tarım ürünleri ile yapmış. Max’ın belirttiği istatistikler sanki şunu söylüyorlar. 2. dünya savaşı öncesi Almanlar ile ve Ruslar ile çok iyi işler yapmışız. Savaş sonrasında ABD ile çalışmaya başlayınca Almanya ve Rusya işbirliği bitmiş, zaten ABD'nin Türkiye için çok istediği "sivil iktidar" dönemi de başlamış ve curcuna ekonomisi dönemine girmişiz. 1950 sanki gerçek anlamda Osmanlı'nın yetiştirdiği devlet adamlarının, ateşlerden geçmiş subayların yönettiği, hesap, kitap, plan ile yönetilen bir devletten, "daha istikrarsız, sürekliliği olmayan, çok sesli başka bir sivil yapıya" geçiş yılı olmuş.
AMERİKA'DAN 500 MİLYON DOLAR GELSE NE YAPARSIN?
Kitabın sonuç kısmında Max, 500 milyon USD' kredinin Türkiye'ye verilmesi gerektiğini belirtmiş. Kırılımı şöyle yapmış: Ekonomi, ulaştırma, altyapı işleri, tarım, sağlık, monopol bakanlıkları için sırasıyla 168, 182, 83, 28, 14, 17 milyon USD. (Monopol bakanlığı dediği tütün, alkol vs. sanayileri için. Türkçesi belki Tekel Bakanlığı da olabilir). Bu kredilerin tamamının ilgili alandaki Amerikan şirketine aktarılması öngörülmüş.
MAX’IN VOLELERİ
Max bir petrolcü ve çalıştığı Rockfeller ‘in petrol firması olan Caltex firması için Bahreyn'de 1932'de petrolü bulmuş, voleyi vurmuş. Rafineri de yapmış, petrol anlaşmaları yapmış. Bayreyn kralı Max'a Bahreyn'de bir ada hediye etmiş (hatta kitabın önsözünü bu adadan yazıyor). Max akabinde Suudlar ile anlaşıyor ve 1938 de Suudi Arabistan'da dünyanın en büyük petrol rezervini buluyor, voleyi tekrar vuruyor. Bu tarihten sonra dünya jeopolitiği bir daha asla eskisi gibi olmayacak! (Daha sonra bu şirket Aramco oluyor.). Araplar ile Amerikalıların yaptığı 50-50% lik paylaşım anlaşmasını İranlılar duyunca İngilizlerden benzer bir oran istiyorlar çünkü o tarihte İngilizler daha düşük bir pay veriyorlar (20% seviyeleri). İngilizler kabul etmeyince petrol devletleştiriliyor, suikastlar, darbeler vs. birbirini izliyor. ABD'de dışişleri bakanı Max'i çağırıyor, İran'da ne olup bittiğini soruyor. 5 Temmuz 1951'de Max yapılması gerekenleri anlatıyor ve rapor yazıyor. Yani 1948'de bize gelen Max, dünya petrol endüstrisini ve dolayısı ile jeopolitiğini değiştiren adamlardan bir tanesi. Sıradan bir Amerikan bürokratı hiç değil. Max'in raporu yayınlandıktan sonra Türkiye'de iktidar değişiyor ve Max, yeni hükümetin başındaki Celal Bayar'a mektup yazarak seçim sonuçlarından memnun kaldığını belirtiyor. (Celal Bayar ilerleyen yıllarda Kore'ye asker gönderecek, yabancıların petrol işlerinde iyi para kazanması için kanun çıkartacak ve ABD başkanı D.Eisenhower'dan madalya alacak. İlerleyen birkaç sene içinde de Türkiye iflas edecek, moratoryum ilan edecek.)
500 MİLYON DOLAR NE DEMEK?
Gelin biraz dört işlem yapalım. 1947'de dolar kuru 2,83 TL/USD. Bütçe büyüklüğü 1,1 milyar TL yani 390 milyon USD. Max in önerisi ise 500 milyon USD kredi vermek. Bugünkü bütçe büyüklüğü ile karşılaştırırsak 450 milyar dolar borç almak demek. Tabi o dönem bizim ekonomi çok küçük olduğundan böyle acayip oranlar ortaya çıkıyor. Peki Türkiye'ye ne kadar kredi verilmiş? Max’ın talep ettiği 500 milyon dolar verilmiş mi? Marshall yardımları kapsamında 137 milyon USD 1938-41 arası verilmiş. Yani ya Max’ın önerdiği rakam verilmemiş veya başka dönemde, başka kalemler altında kredi formunda verilmiş. Marshall yardımlarından aynı dönemde İngiltere 3,3 milyar USD, Fransa 2,3 milyar USD, Batı Almanya 1,45 milyar USD yardım almış.
SATIR ARASI MESAJ
Max’ın raporunda sanki biraz satır aralarında verilen mesaj ise daha çok petrol tüketecek yatırımlara ağırlık verilmesi. Daha çok otoyol, yüklerin daha çok kamyonlar ile taşınması, daha çok karayolu taşımacılığı vs. Yani sanki Max, Bahreyn ve Suudi Arabistan'da kurduğu petrol endüstrisine pazar yaratma çabasında. Misal Karabük için önerdiği demir çelik mamullerinin demiryolu yerine kamyon ile taşınması konusundaki önerisi hiç akılcı değil ve gerçek niyetini belli ediyor. Gerçekten de bu tarihlerden sonra Türkiye’nin petrol tüketiminin hızla arttığını gözlemliyoruz.
Max, bir petrolcü olarak, Türkiye'de o dönemki petrol üretimi ve endüstrisi hakkında neler yazmış? Açıkçası pek bir şey yazmamış, bu da hayli ilginç. Diğer endüstrileri çok detaylı incelemiş ama asıl uzmanı olduğu endüstriyi fazlaca üst seviye detaysız bilgiler ile geçiştirmiş. Demiş ki: "Batman Ramandağ'da TPAO az miktarda üretim yapıyor ve bu bölgede daha çok petrol olduğunu düşünüyorlar". Amerikan firmaları ile bazı saha tahsisleri yapılmış ama fazlaca yüksek devlet payı sebebiyle bu özel firmalar ise başlamamış. (Max’ın raporunun yayınlanmasından sonra 1961'de TPAO, Batman'da petrol buluyor ve üretimi günlük 9000 varillere kadar zaman içinde artırıyor. Yani TPAO'nun öngörüleri doğru çıkıyor)
RAPORDA NEDEN PETROL YOK?
Peki acaba Max, Türkiye'deki petrol, rafineri vs. konularına neden hiç değinmiyor? Adam yumurta sayısından, çimentoya, çatı kaplama malzemesinden gliserin fabrikasına kadar detaylara girmiş. Uzmanı olduğu petrol ve rafineri işine neden girmemiş? Tahminimce bu konudaki görüşlerini kendi patronuna saklamış, sonuçta adam her ne kadar resmi temsilci sıfatı ile gelip araştırma yaptıysa dahi dünyanın en zengin patronuna bağlı ve bu petrol işleri ekonomi ötesinde jeopolitika seviyesinde önemli konular.
Peki acaba o donemde Türkiye’deki petrol isleri ile Max’ın bir ilgisi var mı? Türkiye'de petrol ve rafineri konularında o dönemde neler olmuş?
Bizim rafinerilerin tarihçesini bir hatırlayalım.
MAX’IN TÜRK RAFİNERİCİLİĞİNDEKİ İŞLERİ
1955’te Türkiye'nin ilk rafinerisini TPAO Batman'da kurmuş. (Temel atılması 1951). Öncesindeki Boğaziçi Rafinerisini (1930-1934, Beykoz) küçük kapasitesinden dolayı saymıyorum. Batman'da Amerikan teknolojisi kullanılmış ama anlaşılan yabancı ortak yok, tamamen devletin malı ve Batman'dan çıkan ağır petrolü işleyecek teknik yapıda kurulmuş.
Arkasından 1958 de temeli atılan Mersin'de Ataş rafinerisi geliyor. Kim kurmuş? TPAO ortaklığı ile yabancılar kurmuş. Hangi yabancılar? İçinde Caltex'in de olduğu bir grup. 1962'de devreye alınmış. İşte Max’ı ve şirketini Ataş işinde bulduk.
Peki gelelim esas oğlan Tüpraş'a. 1961'de kurulduğunda (temel 1960’ta hatta tam ihtilal döneminde sanırım) ismi "İpraş" imiş. Yani İzmit Petrol Rafinerisi. TPAO ile Caltex ortaklığında kurulmuş. İşte gene Caltex, gene Max. Anlaşılan Max Efendi raporunu yazmış, raporda hiç rafineri filan yok... Sonra patronuna gidip "Türkiye'de rafineri kuruyoruz" müjdesini vermiş. Belki kredi işlerini de Türkiye hesabından ayarlamıştır, bilemiyoruz ama başka yabancı ortak bu işte yok. Muhtemelen kurabilseler rafineriyi TPAO'suz kuracaklardı ama malum o dönem devletçi yaklaşım ile koluna devlet firmasını takmak zorundasın. Caltex anlaşılan Ataş'daki ortaklığından erken çıktı. Belki de İpraş'taki ortaklığı kurmak için çıkmıştır.
Rafineriler çalışmaya başladıktan sonra, ihtilali de gördükten sonra 1962'de Max 69 yaşında ölüyor. Caltex ortaklığında İpraş 1972'ye kadar çalışıyor ve akabinde Caltex tüm hisselerini TPAO'ya satıyor.
CALTEX 72'DE NEDEN ÇIKIYOR?
Peki acaba 1972'de neden Caltex hisselerini devlete satarak rafineri işinden çıkmış? Düşünelim... 1967 şubatında Turgut Özal DPT müsteşarı oluyor. Mayıs'ta ağabeyi Korkut'u TPAO'nun başına getiriyor. 12 Mart 71 Natocu darbeye kadar durum böyle. Yani Rockfeller'in şirketi Caltex ortaklığı konusunda o dönemde ilişkileri "ABD eğitimli" Özal kardeşlerin sürdürdüğünü düşünebiliriz. Darbe sonrasında TPAO genel müdürü değişiyor, abi Turgut'da ABD'ye "çekiliyor" ve danışman sıfatıyla "yeni görevlere" hazırlanıyor.
Başka neler oldu o dönem? 1965’te Demirel iktidara gelince İzmir (Aliağa) rafinerisi konusunda Ruslar ile anlaşma yapıyor. İnşaat 69'da başlıyor ve 72'de tesis devreye giriyor. Belki Caltex rafineri işlerinde artan Rus etkisi ve rekabet ile kâr marjının düşeceğini öngörmüş olabilir.
CHP İLE SORUN NE?
Peki Max ile CHP dönemi yönetiminin ne problemi vardı? Neden Max raporuna ve mektuplara yansıtacak düzeyde CHP karşıtı idi? 1968'de Türkiye'nin ilk petrol boru hattı Batman ve İskenderun arasında tamamlanıyor böylece üretilen petrol, karayolu yerine boru hattı ile denize ulaşabilecek. Kamu kaynaklarından bu işe önemli yatırım yapılmış. CHP İstanbul il kongresinde İsmet İnönü " “Eğer boru hattını satarlarsa, elime ilk geçen fırsatta nominal değeri üzerinden geri alırım” şeklinde beyan veriyor. Yani satır aralarından anladığımız "Devletçi" gelenek ile "yabancı sermayeci ve özel sektörcü yöneliş" arasında 1950'lerden beri bir çatışma var. Özellikle petrol konularında yabancı sermayenin lobisi ve etkisi anlaşılan o dönemde çok güçlü.
CALTEX YERİNE APOC?
Bu yazının tonu fazlaca Amerikan petrol şirketi olan Caltex'e karşı oldu, burayı biraz açmakta fayda olabilir. 1848-1960 arasında rafineri konularında Türkiye komünist Sovyetlere sırtını dönmüş durumda, yani Sovyetler ile işbirliği imkanı yok. Kalıyor Amerikalılar ve İngilizler. İngilizler ile işbirliği yapmak muhtemelen daha zor. Yanı başımızda İranlılar, Ango-Pers Petrol şirketine (APOC) ellerini vermişler, kollarını kaptırmışlar. Amerikan şirketleri ise Araplar ile daha iyi koşullarda çalışmaya başlıyor. 1949-1966 döneminde Caltex zaten 20 civarında ülkede rafineri yapmış veya ortaklık anlaşmasına girmiş durumunda yani belli ki bölgede İngilizlerin petrol konusundaki baskınlığını Amerikalılar Caltex ile kırmışlar ve hızla pazarları ele geçirmekteler. Elbette bu konularında yorum yapabilmek için TPAO ile Caltex arasındaki ortaklık ve yatırım anlaşması detaylarını bilmemiz gerekir. (Bilemiyoruz)
SONUÇ
Sonuç olarak, 1959 Ocak ayında yayınlanan Max Thornburg'un Türkiye Ekonomisi raporu, Amerikan politika yapıcılarına, Türkiye'yi ekonomik kalkınma sürecinde hangi alanlara doğru yönlendirmesi gerektiği konusunda bir rehber olmuş. Raporda petrol ve rafineri konularına girilmemiş. Max’ın o dönemlerde zaten Türkiye, İran, Bahreyn ve Suudi Arabistan'da, patronu Rockfeller'in petrol şirketi Caltex için yeni rafineri ve üretim anlaşmaları yaptığını gözlemliyoruz. Max’ın aynı zamanlarda Amerikan Dışişlerine de petrol ve ilintili jeopolitik konularda danışmanlık yaptığını gözlemliyoruz. Amerika'da özel sektörün yönettiği petrol işleri ile devlet işlerinin o dönemde fazlaca iç içe geçtiğini tespit ediyoruz. Max’ın patronu olan Nelson Rockfeller, yani kurucu petrolcü John'un torunu. Nelson bu dönemlerde Cumhuriyetçi Parti'den ve ABD'de çok güçlü pozisyon olan New York valisi görevinde. (Bizdeki IBB başkanı pozisyonu). 1963’te Demokrat ve Katolik başkan JFK öldürüldükten sonra yerine geçen yardımcısı Johnson ile de hayli yakın çalışıyorlar. New York valiliğinden sonra ise Nelson yeni Başkan Ford'un yardımcılığını yapıyor. Gerçi kimin kimin yardımcısı olduğu konusu biraz tartışmalı.
Türkiye ise 1950'lerdeki liberal politikaların faturasını ağır ödüyor. 1958 Ağustos'unda Türkiye iflas ediyor ve moratoryum ilan ediyor. IMF 'kapısına koşuyor. IMF'yi beklerken İsrail devletinin kurucusu ve ilk başbakanı Ben-Gorion, 29 Ağustos'ta koşa koşa Ankara'ya geliyor. Menderes'in önüne istihbarat işbirliği anlaşmasını koyuyor. Anlaşma imzalanıyor. Ondan sonrası IMF ile bildiğimiz hikayeler. Mevcut borç erteleniyor, yeni borç veriliyor, TL devalüe ediliyor vs...
- Max Thornburg raporu ile ilgili yazılanlar: (2018) https://www.sosyalarastirmalar.com/articles/the-projection-of-the-usa-on-turkey-the-report-of-thornburg-1949.pdf
- (2019) https://toplumbilimleri.com/?mod=tammetin&makaleadi=&makaleurl=16150765-9e5a-47c8-b530-01b353c48b1c.pdf&key=7395
- Türkiye’de Rafineriler ve milli petrol tankerleri konusu hk: https://www.denizhaber.com/turkiyede-petrol-uretimi-rafineriler-ve-tankerler
- Alain Juillet Hk. https://www.ulusal.com.tr/yazarlar/metin-akgerman/alain-ile-fransafrik-uzerine-jeopolitika-sohbeti-15047925
- https://www.ulusal.com.tr/makale/9952011/metin-akgerman/fransa-e-istihbarat-baskani-alen-ne-anlatiyor
- Max’ın 1951 İran hk. görüşme notları https://www.mohammadmossadegh.com/news/us-state-department/notes-for-discussion-with-dean-acheson/