PKK’nın 9 kurşunla öldüremediği M. Haluk Mıhalioğlu! 16 yaşında tek başına örgüt
1969 yılında ortaokul öğrencisiyken köylülerle toprak için yürüdü. Tek başına bildiri yazdı, çoğalttı dağıttı. PKK’nın saldırısında 9 kurşun yedi. Bir yıl hastanede yattı
Daktilo tamircisi, bildiri yazar, tek başına o bildirileri dağıtır. Örgütlü değil, çevresinde örgütlü kimse de yok. Zaten daha ortaokul öğrencisi bir çocuk. Ama Haluk durmaz. Bir örgütlünün yapması gerekenleri kendi başına yapar. Bir örgüt gibi çalışır. Engel tanımaz.
Kendini yetiştirmek için okur, tartışır. Hapishanelere düşer. Gün gelir PKK pusu kurar ona. Çünkü o Aydınlıkçı, Vatan Partilidir. Tam dokuz kurşun isabet eder bedenine. Hastanede bir yıl yatar. Sekiz kurşun çıkarılır. Bir tanesi ise bu dünyadan göçüp gidinceye kadar bedeninde taşır. Bir güzel insan Mehmet Haluk Mıhalioğlu. Anısına saygıyla…
-
Nerelisiniz? Nasıl devrimci oldunuz?
Diyarbakırlıyım. Ortaokul birinci sınıfta siyasetle ilgilenmeye başladım. Fakir Baykurt’un kitaplarını okuyarak başladım. Bizim evimize yakın olan DEDEKO diye Kürtçülerin kurdukları bir dernek vardı. Devrimci Doğu Kültür Ocakları açılımı. Oraya gidip gelmeye başladım. Fakat çoğu zaman Kürtçe konuşuyorlardı. Tarık Ziya Ekinci gibi isimler de vardı o zaman. Zaman zaman görüyorduk, onlara saygı duyuyorum. Ama çoğu zaman konuşma tarzları ve davranışları bana yabancı geliyordu.
İlk eylemim 1969 yılında ortaokul sıralarındayken Harbecin köylülerinin Diyarbakır’da bir toprak yürüyüşü olmuştu. O mitinge katılmıştım. Şahsi olarak katılmıştım. Orada öğretmenlik yapan Yusuf isimli bir arkadaşımız vardı. Onun önderlik ettiğini, İşçi Köylü’yü çıkaran arkadaşların önderlik ettiğini çok sonradan öğrendim.
12 Mart geldi ve herkes ortalıktan kayboldu. Biz de öyle hiçbir örgütle bağlantımız olmadığı için ortada kaldık. Yapacak bir şey de yoktu. Benim bir kitapçı arkadaşım vardı. O bana kitapları bedava verirdi, okur geri getirirdim kitapları. Bir gün bana Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)’nun bildirisini getirdi. Avrupa’da basılmış, 3-4 sayfalık resimli bir bildiriydi.
-
Neler Hissettiniz?
Çok hoşuma gitti. O bildiriyi aldım, daktilolarla çoğaltarak okuldaki arkadaşlara dağıttık. Arkasından millet, “daha yok mu” deyince, biz de kendimiz bildiri yazmaya başladık. Çetin Altan’ın Onlar Uyanırken diye bir kitabı vardı. Oradan sloganvari cümleleri keserek bildiriler yazmaya başladık. Üstüne “THKO 2 bildirisi, THKO 3 bildirisi” diye başlıklar koyup, okulda daktilolarla çoğaltıyorduk.
‘ÖRGÜT YOK BİZ VARIZ’
Ben ayrıca daktilo tamircisiydim, tamir edip akşam da oturup bildiri yazıyordum. 20-30 kişilik bir de ekip oluşturduk. Örgüt yok biz varız. Bir gün Dicle Üniversitesi’nde okuyan Selahattin diye bir arkadaşa, Behçet bu bildirileri veriyor.
Selahattin de diyor ki, “Bunları tanıyor musun, benimle de tanıştır.” Tanıştırdı bizi. O da Şafak bildirilerini koydu önüme, bize ittifak önerdi. Ben onların bildirisini okuyunca yazdığım bildirilerden utanmaya başladım. En sonunda; “Abi, benim örgütüm yok, kendi kendime yazıyorum bunları” dedim. Benim zaten bir bildiri yazana kadar göbeğim çatlıyordu, sonra başladık Şafak’ı dağıtmaya. Selahattin, Dicle Üniversitesi’nde okuyordu. Şafak dergilerini bana getiriyordu, ben saklıyordum. İki tane de silahımız vardı o zamanlar. Bildirileri akşam karnıma bağlıyorum silahı da belime koyuyorum, çıkıyoruz, Saat 12’ye kadar vakit geçireceğiz. 12’den sonra da evlerden içeriye atacağız.
POLİS KÜÇÜK DİYE KOVDU BELİNDE SİLAH VARDI
-
Vakit geçirmek için neler yapıyordunuz?
Bir gün sinemadayım vakit geçirmek için. Adamın biri feneri yüzümde yakıp, söndürüyor. Kafasında da polis şapkası var. Elimi cebime attım. Selahattin’e bakıyorum, “sık” dese çekip sıkacağım silahı. En sonunda “Ne var” dedim. “Hemşerim, çekirdek yeme” dedi. Ara oldu bir baktım ki zabıtaymış meğerse. Bir gün de kahvede oturuyoruz yine vakit geçirmek için. Üzerimde yine bildiriler var. Polis ve asker kahveyi bastı. Tabancanın biri belimde biri de cebimde. Elimi cebime attım, ama korkuyorum. Arkadaştan cesaret vermesini bekliyorum. Bir baktım polisin bir tanesi benim üzerime geldi. O zaman da 15-16 yaşındayım. “Yaşın kaç” dedi. “16” dedim. Bana bir tokat kıçıma da bir tekme attı, kovdu oradan. Arama olmadan ben çıktım oradan.
-
Bu durum ne kadar sürdü?
Bir süre sonra gözaltına alındık. Bayağı uzun bir süre kaldık. Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) davasında ilk tutuklama Diyarbakır’da gerçekleşmişti. Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO)’yla TİİKP arasındaki ayrışma dönemi. Bizim yakalandığımız dönemde raporlar hazırlanmış, o raporları Doğu Perinçek’e götürecekler, (tabi biz bunları bilmiyoruz) raporlar Siverek’e gidecek, Siverek’ten de İbrahim Kaypakkaya’yla Muzaffer Oruçoğlu Doğu Perinçek’in yanına gidecekler Söke’ye. Silahlı mücadeleyi başlatıp başlatmamayı tartışacaklar. O gece baskın yapılıyor. Diyarbakır sorumlusu olan arkadaş kaçıyor.
KOMUTAN OLMUŞ HABERİ YOK
Polis bizim evi bastı, damları da sarmışlardı. Beni gördüklerinde de saçlarını yoluyorlar. Ben de anlamadım. İddianameden öğrendim. Söyle yazıyor; “Diyarbakır’da Halk Kurtuluş Ordusu kuruldu. Komutanlığına Komutan Haluk atandı.”
Benim haberim bile yok. İki tane tabancamız var ordu kuruyormuşuz. Biz tutuklandıktan bir ay sonra ikinci Siverek tutuklamaları geldi. Bunlar, “Biz ayrıldık, TİKKO olduk” dediler. O zaman Diyarbakır’da Ali Kalan, Cüneyt Akalın da vardı. Bunlar da daha evvel başka suçlardan gelmişler cezaevine. Onlar, “ayrılmayalım, Ankara’ya gidip durumu öğrenelim, ona göre değerlendirelim” dediler. Bizim tabii hiçbir şeyden haberimiz yok. Daha sonra Ankara’da öğrendik olup bitenleri.
‘İddianameden öğrendim. Şöyle yazıyor: 'Diyarbakır’da Halk Kurtuluş Ordusu kuruldu. Komutanlığına Komutan Haluk atandı.’ Benim haberim bile yok. İki tane tabancamız var ordu kuruyormuşuz.’
ÇOCUK KOĞUŞUNA GÖNDERMEK İSTİYORLAR
İddianame çıktıktan sonra TİİKP ve TİKKO’yu öğrendim. Ankara’ya gelinceye kadar Şafak hareketi olarak biliyordum, partiyi bilmiyordum. İki buçuk sene cezaevinde kaldık. Bir ara beni çocuk koğuşuna aldırmak istediler, ama direndik, gitmedim. Yaşımız küçük olduğu için cezaevindeki her baskıda önce bizi götürür, bizim üzerimizden baskı kurmaya çalışırlardı. Kravat takma eylemi vardı, biz tutukluyuz, asker değiliz, kravat takmayız mahkemelerde, dedik. Bizi seçtiler, 7-8 kişilik götürdüler, bizi biraz dövdüler.
KOĞUŞ ARKADAŞI HASAN YALÇIN
-
Koğuşta kimlerle kaldınız?
Bizimle anı koğuşta Hasan Yalçın kalıyordu. Üsteğmen bizi dövdükten sonra dedi ki; “Oğlum, bak ben şimdi Hasan Yalçın’ı çağıracağım, ona eşek yuları takıp koğuşa göndereceğim.”
Biz geldik koğuşa; “Abi biz seni vermiyoruz” dedik.
“Oğlum siz dayak yemesini biliyorsunuz da ben bilmiyor muyum, giderim ben de paşa paşa dayak yerim” dedi.
Yarım saat sonra Hasan Yalçın gülerek geldi. Üsteğmen askerlere demiş ki; “Oğlum bu adamın parası yok, bunu niye çağırdınız, Hasan’a ben kravat alıp vereceğim. Hasan bey, otur sana bir çay söyleyelim.” demiş.
“Çayımı içtim, geldim” dedi. Onlar, önder durumunda biz sempatizan durumundaydık, bizi baskıyla sindirmeye çalışıyorlardı. Onları da böyle bizim gözümüzden, düşürmeye çalışıyorlardı.
-
Ne zaman çıktınız?
1974’te afla çıkıp, geldim Diyarbakır’a. Yakalandığım zaman lise birdeydim. Geldim lise ikiye devam ettim. Bir iki ay sonra Diyarbakır Devrimci Demokratik Kültür Derneği’ni kurduk. O dönemler gerçekten Kürtler üzerinde bir baskı vardı. Ve biz bu baskılar içerisinde hep Kürt halkının yanında yer aldık. Diyarbakır’da da bizi Maocu gençler olarak görüyorlardı, “bunlar cesur gençler” deyip bizi seviyorlardı. Derneğin 300’e yakın üyesi vardı. Biraz ayrışmalar başladı. Örgütler arasında bazı ayrışmalar oldu. Biz Halkın Sesi’ni çıkardık, Halkın Sesi’ni çıkardıktan sonra Halkın Birliği, Halkın Yolu gibi dergiler çıkıyordu.
Mesela ben Halkın Yolu dergisini alıyorum. 10 sayfa yazı varsa 9 sayfası Halkın Sesi’ni eleştirmekle geçiyor. Halkın Kurtuluşu’nu okuyorum aynı şekilde. Halkın Sesi’ni alıyorum, bu sayıyı ben de eleştirerek okuyacağım, diyorum. Okuyorum okuyorum eleştirecek bir satır bulamıyorum. O dergilerin tek yaptıkları şey, bizi eleştirmekti. Bizi eleştirmekle meşguldüler, fikir üretmek falan yoktu. Tartışmalarda da aynı şekildeydi.
PKK’DAN ÖNCE KAVGA EDER ERTESİ GÜN SELAMLAŞIRDIK
-
PKK’nın bölgede ne faaliyetleri ne zaman başladı?
1977’lerde Apocular ortaya çıkmaya başladı. O zamana kadar Diyarbakır’da şöyle bir ortam vardı. Biz zaman zaman tartışırdık hatta bazen de kavga ederdik. Kafamızı gözümüzü yarardık o gün, ama ikinci günü hiçbir şey olmamış gibi tekrar selamlaşır tekrar tartışırdık. Diğer gruplarla da aynıydık. Kavga bile etsek bir gün sonra barışır, ama yine tartışmalarımıza devam ederdik. Mesela o dönemlerde Diyarbakır’da kitap, dergi okuma alışkanlığı çok iyiydi. Bir tartışma anında bir arkadaş dedi ki; “Bak, Lenin’i, Ulusların Kendi Kaderini Tayın Hakkında şöyle şöyle diyor.” Karşıdaki derdi ki, “Ben o kitabı okumadım, bana müsaade edin üç gün sonra okuyup geleyim” dedi. Giderdi o kitabı okur gelirdi ve tartışmaya devam ederdi. Böyle bir ortam vardı. Fakat bu Apocular ortaya çıktıktan sonra silahlar konuştu. Bunlar çeşitli örgütlere Güneydoğu’da saldırılara başladılar. Bazı Kürt önderlerini öldürdüler. Özgürlük Yolu’yla çatışmaya girdiler. Sol örgütler arasında düşmanlığı silahlı mücadele sokan örgüt onlar oldu.