‘Polonyalılar Ukrayna’yı desteklemekten yoruldu’
Savaşın ilk gününden beri komşusu Ukrayna'ya destek veren Varşova ile Kiev arasında ipler kopma noktasına geldi. Peki Polonya’da neler oluyor? Son dönemde Avrupa Birliği ile de karşı karşıya gelen Polonya’da siyasi yönelim değişiyor mu? Siyaset bilimci Mateusz Piskorski işte bu sorulara yanıt verdi
Rusya - Ukrayna'da savaşın başlamasından bu yana Polonya, Ukrayna'yı destekleyen ülkelerden biri oldu. Ancak son zamanlarda aksi yönde işaretler ve açıklamalar gelmeye başladı. Rusya'ya karşı ABD ve AB ile tam bir uyum içinde olmasına rağmen Polonya, Macaristan ile birlikte AB ile en çok sorun yaşayan ülke konumunda. Bu sorunlar son zamanlarda Polonyalı yetkililer tarafından daha yüksek sesle dile getiriliyor.
Mateusz Piskorski ile Polonya’yı konuştuk. Piskorski, siyaset bilimci ve haftalık Myśl Polska dergisinin editörü ve ülkenin etkili siyasetçilerinden.
POLONYA-UKRAYNA İLİŞKİLERİNİN ÜÇ DÜZEYİ
Ukrayna'daki savaşın başlangıcından bu yana, Polonya hükümeti Ukrayna'ya karşı en mesafeli pozisyonu almış görünüyor. Bunun sebepleri nelerdir?
Polonya'nın Ukrayna konusundaki tutumu hakkında Polonya Dışişleri Bakanı Zbigniew Rau'nun son açıklamalarından birine atıfta bulunabiliriz. Polonya ve Ukrayna arasındaki ilişkilerin üç farklı düzeye bağlı olduğunu söyledi.
Ona göre ilk düzey, stratejik düzey denebilecek düzey. Stratejik düzeyde, Polonya yönetici sınıfı, hala şiddetle Rusya karşıtıdır, bu da Rusya’yı ana jeopolitik düşmanları olarak algıladıkları anlamına geliyor. Stratejik düzeyde hala Ukrayna'ya sempati duyuyor ve Ukrayna'nın Rus işgalini önlemeye çalıştığını söylüyorlar. Ancak Dışişleri Bakanına göre iki seviye daha var.
ÖRTÜŞMEYEN EKONOMİK ÇIKARLAR
İkinci düzey, milli çıkarlar düzeyidir. Polonya ve Ukrayna'nın ekonomik çıkarları son derece çelişkilidir. Ben bunu 2014 yılında Kiev'deki darbe sırasında Ukrayna'nın AB ile ortaklık anlaşmasını imzalamaya çalıştığı sırada söylemiştim. Ekonomik açıdan bakıldığında, Polonya ve diğer orta Avrupa ülkeleri için Ukrayna, fiyatlarda damping yapma gibi haksız yöntemler kullanan ekonomik bir tehdit olarak algılanabilir. Bu yöntemler Ukrayna'nın Avrupa standartlarına uymaktan kaçınabilmesini sağlıyor. Şimdi tahıl meselesinde olan da budur. Polonya ekonomisinin hala tarıma dayalı olduğunu hatırlatmak isterim. Polonya Dışişleri Bakanı'nın neredeyse 9 yıldan bu yana ilk kez bu görüşü dile getirmesi bence oldukça dikkat çekici.
‘POLONYALILAR KİEV’İN TALEPLERİNDEN BIKTI’
Üçüncü düzey ise kamuoyu düzeyidir. Dışişleri Bakanı aslında bir bakıma Polonya kamuoyunun görüşlerini dile getirdi. Polonya kamuoyu Ukrayna'yı desteklemekten, tüm kaynaklarımızı Kiev hükümetine vermekten yoruldu. Şimdiden milyarlarca dolar harcadık. Çok da ucuz olmayan tonlarca silah gönderdik. Polonya vatandaşları, Zelenski ve Kiev makamlarının sürekli taleplerinden bıkmış durumda diyebiliriz.
UKRAYNALI MİLLİYETÇİLER VE ÜÇÜNCÜ REİCH
Polonya kamuoyunu düşünürken, Polonya ve Ukrayna arasındaki zorlu tarihi hatırlamak gerekir. İkinci Dünya Savaşı'ndan önce, bugünkü Ukrayna'nın bazı bölgeleri o dönemde Polonya'ya aitti ve Polonya'da oldukça agresif milliyetçi olan ve çeşitli terör saldırıları düzenleyen Ukraynalı azınlık vardı. İçişleri Bakanımız 1934 yılında Varşova'da onlar tarafından öldürüldü. İkinci Dünya Savaşı'nda Ukraynalı milliyetçiler Üçüncü Reich ile işbirliği yaptı ve bugünkü Ukrayna topraklarında yaşayan Polonyalı nüfusa soykırım uyguladı. Yaklaşık 2 milyon 150 bin Polonyalı, Ukraynalı milliyetçiler tarafından vahşice öldürüldü. Zelenski, etnik olarak Ukraynalı olmasa da -Yahudi kökenli- 2014'ten bu yana Ukrayna'da güç kazanan bu milliyetçi ve neo-Nazi gruplara oldukça sempati duyuyor gibi görünüyor. Bu, Polonyalıların şu anda Kiev'e pek olumlu yaklaşmamalarının bir başka nedeni.
AB VE GELENEK ODAKLI ÜLKELER
Zelenski New York'ta ve Birleşmiş Milletler'de Polonya hükümetinin son açıklamalarını sert bir şekilde eleştirdi. Ana akım Batı medyası da Polonya hükümetini “aşırı sağ”, "popülist", "LGBT karşıtı" gibi ifadelerle hedefe koydu. Polonya ile AB arasında zaten bir dizi sorun vardı, ancak şimdi daha zorlu bir döneme mi giriliyor?
Bu AB'ye bağlı. Eğer AB şu anda yaptığı gibi küreselci ve gelenekçilik karşıtı bir gündemi dayatmaya devam ederse, er ya da geç Polonya, Macaristan, Slovakya ve Orta Avrupa'daki diğer bazı ülkelerin yanı sıra Türkiye gibi daha gelenekçi ülkelerin de AB'den uzaklaşacağını düşünüyorum. Türk toplumunun LGBT gündemini ve AB'nin küreselcileri tarafından dayatılan tüm bu konuları destekleyeceğini sanmıyorum. Aynı şey Polonya için de geçerli.
‘AB, AVRUPA DEMEK DEĞİLDİR’
Eğer AB ekonomik, siyasi ve kurumsal entegrasyona odaklanırsa, ilişkiler iyiye gidebilir. Ancak küreselci kimlik politikalarına yöneldikleri anda, Polonya'nın er ya da geç Avrupa entegrasyonundan uzaklaşacağını düşünüyorum. Bizim için olduğu kadar diğer birçok geleneksel Avrupa ülkesi için de AB, Avrupa'ya eşit değildir. Bizim için Avrupa, AB'nin şu anda temsil ettiğinden farklıdır. Polonya toplumunun büyük bir kısmı kendilerini Avrupalı hissediyor, ancak Batı Avrupa'nın bu hakim metapolitik çevrelerinden tamamen farklı bir Avrupa medeniyeti anlayışına sahipler. Bu aramızdaki büyük bir ayrılık.
MEDENİYET VE KÜLTÜR SORUNU
Bu özellikle AB'nin öncü gücü olduğu için Almanya'nın tutumuna bağlı. Örneğin Almanya'da birkaç yıl içinde AfD’nin iktidara geldiği bir senaryoda, küreselcilerden tamamen farklı politikaların izleneceğini tahmin ediyorum. Böyle bir durumda AB değişebilir ve üye ülkelerin milli geleneklerine ve değerlerine daha saygılı olabilir. Bu homojenleşme anlamına gelmez, aksine Avrupa içinde gerçek bir çoğulculuk anlamına gelir.
MACARİSTAN, TÜRKİYE VE POLONYA
Macaristan, Türkiye ve Polonya'yı karşılaştırırsak şöyle söylenebilir mi: Türkiye ve Macaristan, sizin küreselci olarak adlandırdığınız politikalardan memnun değiller ve bir tür bağımsız pozisyon almaya çalışıyorlar. Ancak Polonya'nın Rusya ile tarihsel ve güncel sorunları bu iki ülkeye göre çok daha fazla gibi görünüyor. Sizce Polonya AB'den ve küreselci politikalardan uzaklaşırsa Rusya ile daha iyi ilişkilere doğru ilerleyebilir mi?
Çok ilginç bir soru. Söylediklerinize katılmıyorum çünkü Türkiye, Rusya ile Polonya'dan çok daha fazla savaştı. Aynı şey Macaristan için de geçerli. 1956'da Budapeşte ayaklanması Sovyet güçleri tarafından şiddetle bastırılmıştı. Polonya 1945'ten sonra herhangi bir Sovyet müdahalesi görmedi. Yani bu "Polonya Rusofobisi" biraz yapay.
POLONYA’DA ANGLOSAKSON GÜÇLERİN KONTROLÜ
Ukrayna konusunda bir tarafta Türkiye ve Macaristan'ın bağımsız politikası ile diğer tarafta Polonya'nın politikası arasındaki farka dikkat çekmekte haklısınız. Fark, Polonya'nın stratejik düzeyde Anglosakson güçler tarafından jeopolitik olarak kontrol edilmesinde yatıyor. Türkiye, Washington ve Londra'dan gelen talimatlara karşı çıkabiliyor. Victor Orban da dış politikada kendi bağımsız yolunu seçebiliyor. Polonya yönetici sınıfı çeşitli nedenlerden dolayı bunu yapamıyor.
POLONYA’DA PROMETHEİZM
Sebeplerden biri Polonya’nın iç yapısı. Uzun süredir prometheizm fikrini güçlü bir şekilde savunduk. Prometheizmin Polonya versiyonu, Rusya’yla sınırı olan tüm milliyetçi hareketlerle işbirliği yaparak Sovyetler’i bölmemiz gerektiği fikridir. Bu nedenle Polonya yetkilileri ve Polonya askeri istihbaratı Belarus ve Ukrayna'dan Kafkasya ve Orta Asya'ya kadar birçok hareketi destekledi. Şimdi eskisiyle aynı sonuçlara varan neo-prometizm fikri var. Ancak arada bir fark var: Daha önce bu yüzde yüz Polonya'nın inisiyatifiydi, şimdi Anglosakson güçlerin bir aracı. Belki de Belarus örneği bunu mükemmel bir şekilde göstermektedir. Polonya, 2020'deki protestolarda olduğu gibi Belarus'u istikrarsızlaştırmaya yönelik tüm çabalarda Londra ve Washington tarafından sürekli olarak kullanılıyor.
CIA FİNANSMANI
Polonya egemen sınıfının tutumunun diğer nedenlerinin ne olduğunu belirlemek biraz zor. Bazı Amerikalı ve Fransız yazarlar, komünist dönemdeki Polonya muhalefet hareketinin en azından kısmen CIA ve Anglosakson istihbarat servisleri tarafından finanse edildiğini iddia ediyor. Ve o dönemde finanse edilenler şimdi Polonya'da iktidardalar ve Batılı istihbarat örgütlerinin tam kontrolü altındalar. Bu ilk açıklama.
İkinci açıklama ise bazı Polonyalı elitlerin Batılı sponsorlarına minnettar olduklarıdır. Çünkü 80'li yıllarda hepsi bazı STK programları için ABD'ye davet edilmişlerdi. Birçoğunun doğrudan ya da dolaylı olarak Anglosaksonlar tarafından kontrol ediliyor olabileceğini düşünüyorum. Bunu sadece gizli servisler ya da istihbarat servislerinün kontrolü anlamında söylemiyorum, genel olarak Anglosakson karar alma merkezleri anlamında da söylüyorum.
ÖZNEDEN ÇOK NESNE
AB ve ABD'den daha bağımsız hareket eden bir Polonya yönetimini yakın gelecekte olası görüyor musunuz?
Bence Polonya jeopolitik ve uluslararası politikanın bir öznesi olmaktan çok başka aktörler için bir nesne konumunda. Bu nedenle Polonya'daki gerçek değişimin genel küresel durum değiştiğinde ortaya çıkabileceğini düşünüyorum. Yükselen çok kutuplu düzenin Polonya'nın Orta Avrupa'da bir tür bölgesel oyuncu olması için uygun koşulları sağlayacağını umuyorum.
Karşılaştırmak gerekirse, Türkiye'nin Orta Doğu'da bölgesel bir oyuncu olma şansı var ve hatta çoktan oldu bile. Polonya ise hala şansını bekliyor. Türkiye'ye kıyasla Polonya'nın jeopolitik, ekonomik ve demografik potansiyeli çok büyük değil, ancak yine de gelecekte Orta Avrupa'da bölgesel bir rol oynayabilir. Bunun ön koşulu Anglosaksonların bir şekilde kıta Avrupa'sından çıkmaya zorlanmasıdır.
AVRUPA’DA EGEMENLİKÇİLER
Almanya'da AfD'den bahsettiniz. Avrupa'da da böyle bir değişim öngörüyor musunuz? Avrupa'daki alternatifleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Egemenlikçi olarak nitelendirilebilecek çeşitli güçler var. Belki illa milliyetçi ya da gelenekçi değil ama egemenlikçi. Fransa'da Ulusal Parti, Macaristan'da Victor Orban. Mükemmel bir egemenlikçi örneği olan Robert Fico'yu Slovakya'daki seçim zaferinden dolayı kutlayabiliriz.
MELONİ: YÜZDE YÜZ ATLANTİKÇİ
İtalya örneği bize bir sorunu, hatta bir tehlikeyi gösteriyor: bazen söylem ve seçim programı vs. söz konusu olduğunda egemenlikçi gibi davranan güçler, seçimlerden sonra fikirlerini değiştiriyorlar. Georgia Meloni ve İtalya'nın Kardeşleri'nde (Fratelli d'Italia) tanık olduğumuz şey budur. İtalya'daki muhafazakarların, milliyetçilerin, sağ kanat sempatizanlarının çoğu bu partiye güveniyordu ve şimdi görüyoruz ki bu parti yüzde yüz Atlantik yanlısı ve ABD'ye ve Anglosaksonlara yönelmiş durumda. Hatta önceki politik doğrucu Demokrat Parti hükümetinin bile ötesine geçtiler.
‘SOL ARTIK SOL DEĞİL’
Egemenlikçi olarak daha çok sağ kanat parti ve hareketlerden bahsediyoruz. Türkiye tarihinde de sol, sosyalist, komünist, Marksist partiler temelde sizin "Atlantikçilik" ya da "küreselcilik" dediğiniz şeye karşıydılar. Ancak 1990'lardan sonra anti-emperyalizm temelli politikalardan sizin "kimlik" ya da "politik doğrucu" dediğiniz politikalara yöneldiler. Solun evrimini nasıl görüyorsunuz?
Ana akım sol, artık sol değil. Solcu fikirlerden uzun zaman önce ayrıldılar. Her şeyden önce, 20. yüzyılın sonunda Marksizmi, siyasi programını ve görüşlerini belirleyen merkezi bir fikir olarak reddettiler. Ardından anti-emperyalizmi reddetti. Bu oldukça mantıklı: önce Marksizmi siyasi felsefe olarak, sonra da emperyalizmi siyasi ve jeopolitik görüş olarak reddettiler.
1968'de çok önemli bir değişim yaşandı. Yani sol, yoksullar, ayrıcalıksızlar ve işçi sınıfı için mücadele etme fikrinden vazgeçti ve sözde kültürel azınlıklar için mücadele etme fikrine geldi. LGBT hareketleri, toplumsal cinsiyet politikaları vb.
SAHRA WAGENKNECHT, ROBERT FICO, DOĞU PERİNÇEK
Solun yeniden doğması için bazı ihtimaller var. Almanya’da Sahra Wagenknecht buna iyi bir örnek. Az önce Robert Fico hakkında konuştuk. Fico geleneksel vatansever Avrupa solundan. Türkiye'den Doğu Perinçek'in Vatan Partisi de bir başka iyi örnek: Eski geleneksel sağ ve solun en iyi unsurlarının anti-emperyalizm, anti-küreselcilik ve çok kutupluluk yönünde bir sentezi.
RADİKAL SİSTEM KARŞITI MERKEZ VE KÜRESELCİLER
Kendi adıma, ekonomik meseleler, toplumsal politika ve benzeri konular söz konusu olduğunda her zaman sola sempati duydum. Eskiden vatansever sol parti olan Polonya Cumhuriyeti Öz Savunma Partisi'nden (Samoobrona Ruch Społeczny) Polonya parlamentosu üyesiydim. Ancak şimdi “aşırı sağ” denen tarafa soldan daha yakınım.
Profesör Alexander Dugin'in uzun zaman önce artık sağ ve sol diye bir şey kalmadığını yazarken haklı olduğunu düşünüyorum. Bunun yerine, bir yanda küreselci sistemle mücadele etmek için aşırı sağdan ve aşırı soldan farklı fikirleri birleştiren radikal bir sistem karşıtı merkez, diğer yanda ise sosyal demokratlar, düzen yanlısı muhafazakarlar ve liberaller gibi kendi içinde sadece küçük farklılıkları olan küreselci bir kamp var. Sözü emperyalizme getirdiğinizde konunun özüne temas ettiniz. Günümüzde bir tarafta küreselci-emperyalist kamp, diğer tarafta ise sağdan sola farklı hareketlerden oluşan geleneksel anti-emperyalist kamp var.
‘TÜRKİYE VE TÜRK HALKINA GÜVENİYORUZ’
Cevaplarınız için teşekkür ederim. Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Egemen Avrupa ve egemen Polonya fikrini destekleyen insanlar, Türkiye’ye ve Türk halkına gerçekten güveniyor. Türkiye'nin giderek daha bağımsız bir jeopolitik oyuncu haline gelmesini gerçekten takdir ediyor ve destekliyoruz. Bu bize de yardımcı olacaktır. Çok kutuplu dünyada başka bir bağımsız hareketin oluşturulmasının önemli olduğunu çok iyi anlıyoruz. Eminim ki bunlardan biri Türkiye olmalıdır ve olacaktır. El ele veriyoruz ve Türkiye'nin Avrasya'nın jeopolitik satranç tahtasında giderek daha egemen bir oyuncu olacağını umuyoruz.