Pomaklar eğrelti otu olan yerde yaşar

“…paprat dedikleri bir eğrelti otu. Pomakların hepsinin ortak kültüründe, nasıl ki Türkler için Kızılelma bir hedeftir. Kurt yol göstericidir. Onlar için de paprat (eğrelti otu), adreslerini belirleyen tek bitkidir. O bitkinin olmadığı yerde Pomak yaşamaz.”

TRT sanatçısı İbrahim Can ile birlikte, TRT Halk Müziği sanatçısı, derlemeci, halk bilimci, aynı zamanda İngilizce öğretmeni, Doç. Dr. Hüseyin Yaltırık üstadımızla birlikteliğimiz sürüyor.

Bu hafta, Anadolu’nun gül kokan türkülerini bize ulaştıran değerli sanatçımız Pomakların neden dağların tepesinde yaşadıklarını, türkülerimizin bozarak söylenmesinin örneklerini, dinleyeceğiz…

  • Türklerin Avrupa’ya yayılması, daha eskilere dayanmıyor mu?

Evet daha eskiye dayanıyor. Yani bizim dediğimiz tarihlerden Anadolu'dan gitmeler var tamam ama Asya’dan Avrupa’ya ilk girenler Avarlar, Kıpçaklar, İskitler, Bulgarlar var. Bulgarlar köken olarak Slavların haricinde hepsinin Asyalı olduğunu biliyoruz. Bakın, Varna'da, deniz kenarında şu anda Bulgarların kendi devletlerinin kurdukları bir açık hava müzesi var. Açık hava müzesinde topak çadırlar var. Ertuğrul dizisi yahut Kuruluş Osman dizisinde haber vermek amacıyla davullar çalınıyor, aynı girişler orada da var. Ve topak çadırların etrafında “IYI” işaretleri var. Bu Kayı Boyu işareti “tamga”sıdır. Yanımızda Bulgar folklorcu bir hanım vardı. Ekibimizin içindeydi o da. Bu çalışmaları yaparken demişti ki, bunlar bizim Asyalı atalarımız. Türk demiyor ama… Anadolu’da Bulgar ismi geçer. Bulgari diye bir sazdan da bahsedilir.

BULGAR ADI İLK NE ZAMAN ÇIKTI?

  • Doç. Dr. Yunus Emre Tansü danışmanlığında, Semra Çerkezoğlu’nun bir araştırması var. Ona göre, arkeolojik kayıtlarda, Bulgarların Türk kökenli olduğuna işaret ediliyor. Buna kanıt olarak da Proto-Bulgar dil kalıntıları ve İdil Bulgarları’na ait mezar taşlarındaki kitabeler gösteriliyor. Bulgarlar hakkında en eski yazılı kayıt, MS 3. yy’da yaşadığı düşünülen Suriyeli Mar- Abas- Katinu’ya ait. Ona göre, Bulgarlar, MÖ 149-127 yıllarında, Kafkasların güneyinde yaşıyorlar. Bu kayıt Ermeni tarihçi Moisey Khoren’li tarafından aktarılıyor. 5. yy’a kadar Bulgar kelimesine rastlanmamakta. Kaynaklar bu kelimeyi ilk defa, Bizans imparatoru Zenon (474-491) tarafından dillendirdiğini gösteriyor. Zenon 482’de, Doğu Gotlarına karşı askeri destek sağlamak için yardımlarına başvurduğu, Karadeniz kuzey-batı kıyılarında oturan bir topluluğu gösterirken ortaya çıkıyor. Türkçeden başka hiçbir dilde açıklaması yapılamamış. Bulgar kelimesinin Türkçe karşılığı karışmak, karıştırılmak, karışmış olmak

BİR TÜRKÜNÜN ARKASINDA ÜÇ-BEŞ İN YILLIK GELENEK OLMALI

İ. Can: Bir türkü öyle üç yüz yılda, beş yüz yılda oluşan bir kültür değil. Arkasında
üç bin yıllık, beş bin yıllık bir gelenek olması lazım. Buradan baktığımızda, halkımızda şöyle bir algı oluşsun istemem; Osmanlı Batı'ya gitti. Giden insanlar türkülerimizi de oraya götürdü, orada kalanlar bizim türkülerimizi o yüzden okuyor. Bu görüşü kırmak gerekir. Onlar orada Osmanlı'dan önce de vardı, türkülerde vardı.

Bulgaristan için bunu söylemek çok zor. Bulgaristan'daki Pomaklar Bulgarca konuşuyorlar. Ve Pomaga, yardımsever anlamındadır. Pomaklar daima yüksek yerlerde, dağların tepelerinde yaşarlar. Mesela Kırcali'den yukarı olan Rodop Dağları’nda yaşarlar.

Hüseyin Yaltırık

EĞERLETİ OTUNUN SIRRI

  • Pomaklar neden dağların tepesinde yaşıyorlar?

Ben bunu araştırdım. Yazmadım henüz, ama birkaç yerde bahsettim. Bunun tek sebebi paprat dedikleri bir eğrelti otu. Pomakların hepsinin ortak kültüründe, nasıl ki Türkler için Kızılelma bir hedeftir. Kurt yol göstericidir. Onlar için de paprat (eğrelti otu), adreslerini belirleyen tek bitkidir. O bitkinin olmadığı yerde Pomak yaşamaz.

Eğrelti Otu

  • Neden?

Çünkü, o bitki, havası, suyu en güzel yerde yaşar diye inanıyorlar. Bakın bu çok önemli. Bunu Rodop, Yunanistan, Türkiye'deki Pomaklarda da görüyorsunuz. Şu dakikada İzmir'in Kemalpaşa'sında beş Pomak köyü vardır, hepsi de eğrelti otunun olduğu, en tepelerde yaşarlar. Yukarı çıktıkça bu ot çoğalır. Tepelere vardıkça zirve yapar. Aşağılara indikçe bu ot kaybolur. Yani coğrafya özelliğinden, yapısından dolayı.

İ. Can: Kürtük kelimesi var mı?

Kürtün mü? 

İ. Can: Hayır Kürtük. Kürtün bizim ilçemiz. Çepni Türklerinin merkezi Kürtün’dür.

Kürümek vardır da Kürtük duymadım. Kürümek var, kürtün de var.

ŞAR DAĞINDA KAR ERİMEZ

İ. Can: Kürtük bizim oralarda çok kullanılır. Bizim oralarda kar çok yağar. Kar erir ama hepsi erimez. Kalanların üzerine taze kar yağar. O zaman kar, kürtük olur. Alttaki kurtlanır, üzerine taze kar yağar. Bizim orada kar kürtük oldu denir. Kürtün, Kürtük kelimesini, belli bir yükseklikte, yani bin altı yüz, bin sekiz yüz metrede yaşayanlar kullanılır.

Bu sadece Makedonya'daki, Arnavut yerleşim yeri, Kalkandere’de, Şar Dağı vardır, orada görülür. Şehir bu dağın hemen eteklerine kurulmuştur. Biz, o dağın zirvesine çıktık. Temmuz ve Ağustos aylarında, kar hala duruyordu. Şar, şehrin kenarında anlamına geliyor.

İ. Can: Şar demek ışıklı yer demek. Şar dağı da ışıklı, parlayan dağ olabilir.

Bazı yerlerde, şarampole de şar derler.

İ. Can: Biz oraya yar deriz.

Şar’ı daha çok dağ amaçlı kullanırlar. Şar Dağı’nda yaz kış, kar erimez. Dolayısıyla kar bir tek orada olur. Mesela Selanik'teki kar eriyor. Erimediğinde, güneş vurduğunda kar ışığı yansıyabilir. Birbirine yakın kelimeler. Mesela “Mayadağ'dan kalkan kazlar, Al topuklu beyaz kızlar” türküsü, Makedonya'da “Şar Dağı'ndan kalkan kazlar” diye geçer. Orada ki müzisyenler bunu hep böyle söyler.

Eğrelti Otu

NEDEN TÜRKÜLERİN ZAMANLARI BOZULUYOR?

İ. Can: O türküler bazı yerlerde, beş değil yedi zamanlı olarak okunuyor.
Bunu o şekilde olsa olsa Arif Şentürk söyler.

  • Neden bozarak söyler?

Çünkü, yedi zamanlı “Deryalar” türküsünü, ilk dönemde sekiz zamanlı söyledi. Normaldi, çünkü kulaklarında öyle kalmış. Ama Bulgaristan’da Osman Azizov plak yapmış. Doğrusu o.

İ. Can: Hocam bazı arkadaşlar fazla dinlemiyorlar. Dinlemeden kalıba vuruyorlar.

Arif Şentürk rahmetli bu türküyü sekiz zamanlı başlayıp, orijinalini dinledikten sonra, yediye çekmesinin sebebi de bu. Her kulak her şeyi duymuyor. İşitiyor ama duymuyor.

İ. Can: Nida Hocamızın bir lafı vardır, “Önce halkın oyuna bakacaksın, oralarda sınayacaksın” diye. Düşünerek, araştırarak yazılması gerekiyor.

“Debreli Hasan” türküsü normalde beş zamanlıdır. Ama Daireci Fatma’nın dairesinde değişiyor iş. Ben işin yaygınlığına bakarım. Birisi böyle söylüyor ama başkaları nasıl söylüyor acaba? Ortada plak var. Orada üretilmiş, buraya taşınmış bir kültür var. Getiren çalgıcının çaldığı farklı başka türlü çalıyor. Beş zamanlı çalıyor. Aynı Baba Hasan zurnasında öyle çalıyor. Daireci Fatma ustadan gördü, getirdiği şekilde çalıp söylüyor. O da doğru, bu da doğru. Fakat yaygınlık açısından bakarsak orada sapıyor iş. Mesela “Ben bir göçmen kızı gördüm, Tuna boyunda” türküsünün plağı var Bulgaristan'da. Plakta diyor ki “Ben bir Romen kızı gördüm, Tuna boyunda”, doğrusu bu zaten. Ama buraya kadar gelirken göçmenlik olgusuyla “Romen kızı”, “Göçmen kızı” oluyor.  Öyle söyleyince, onlar da doğal olarak böyle yazıyor. Çünkü Mahalli sanatçının kaynak kişiye, “Dur sen yanlış yaptın. Tuna boyundaki kız göçmen değil, Romen kızıdır” diye ona müdahale edemez. Kaldı ki folklor olayları, bütün oyunlarda olsun, türkülerde olsun, edebiyatta olsun, zaman içinde değişir. Her kuşak bir şey katar, çıkarır, biçimlendirir. Zaten adı da folklar yani halk bilimidir. İşin özü de budur. Biz doğruyu aramaya kalkarsak o zaman nereye gideceğiz biliyor musunuz?

Bir örnek vereyim. Üç yüz sene önce Tuna türküsünün şiirine gidelim. Yazarı da belli, Öksüz Dede. Aktarıla, aktarıla Ali Tanburacı’ya bu şekilde gelmiştir:
“Tuna'nın eser badı saba,

 Yeli de Tuna'nın hey,

Kıyılara çalkar da çalkar.

Seli de Tuna’nın hey

Açılır kırmızı, kırmızı,

Gülü de Tuna’nın hey…

Diye türkü olarak gelmiş karşımıza. Ama sonra sözler değişmiş zaman içerisinde. O şiir bu şiir değil.

“Alaman dağlarını aşıp gelirsin.

Cineviz dağların, dağların deler geçersin,

Analar ağlatır kanlar içersin
Açılır kırmızı, kırmızı.

Gülü de Tuna’nın”

  • Siz bu farkı nasıl anlıyorsunuz peki?

Şöyle anladık. Ben bunu Ali Tanburacı'nın sesinden kaydettikten sonra notasını yazdım. Öksüz Dede’nin bu şiiri yazdığını bilmezdim. Nereden bilecektim? Yazdım notasını, denetime gönderdim, geçti. Okudum da… Ama sonra Tuna Türküsü ve Tuna türküleri üzerinde küçük bir çalışma yapma ihtiyacım oldu. Tuna türküsü dediğim zaman karşıma pat diye bu türkü çıktı, Öksüz Dede’nin şiiri. O zaman anladım. Baktım ki o şiir, bu şiir. 

Önümüzdeki hafta Rumeli yöresinden sevda türküsü, İzmir, Ödemiş yöresinden kahramanlık türküsü:

“Kendim Ettim Kendim Buldum” ve “Kıratımın Nalı Yoktur Postlu Efe”

Sonraki Haber