Post-korona ekonomisi-2: Liberal ekonomiler bizi krizin içine soktu

İlk sorum şu ortaya konulan GSYH gibi göstergelerin bile yanlı oldukları ifade edilebilecekken tüm insanlık nasıl kolektif bir amaç uğruna tüm dünya için daha iyi olacak bir ekonomik anlayışta uzlaşabilir?

İlk sorum şu ortaya konulan GSYH gibi göstergelerin bile yanlı oldukları ifade edilebilecekken tüm insanlık nasıl kolektif bir amaç uğruna tüm dünya için daha iyi olacak bir ekonomik anlayışta uzlaşabilir? Model olduğu gibi paylaşımcı bir altyapıya dayanırken Marx’ın ileri sürdüğü sınıf mücadelesi kavramını nereye koyacağız? Yok mu sayacağız? Marx’a göre gelir dağılımındaki eşitsizlikler ve farklı yaşam mücadeleleri toplumun farklı kademelerindeki insanların algılarını ve dolayısıyla önceliklerini şekillendirir.

İlk yol amaç değişimi. Burada amaç Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYİH)’nın bir ölçüt olarak görülmesini bırakmak ve sürekli büyüyen bir ekonomi yerine gelişen ve adil olan bir gelir paylaşımını hedeflemek. Bu gelişme gerçekleşirken içinde yaşadığımız gezegeni de hesaba katmak.

İkinci yol ise büyük resmi görmek. Bu aşamada neoliberal ekonominin bizi eşitsizliğin ve finansal krizlerin içine soktuğunu görmek gerekiyor. Yeni bir ekonomik model kurgulanırken yaşadığımız gezegenin, insanlığın refahının da hesaba katması gerekiyor.

Üçüncü yol ise insan doğasının geliştirilmesi. Rasyonel ekonomik insan modeli ana akım iktisadın temel direği. Bu insan modeli karmaşık, bencil ve yalnızca kendi çıkarlarını düşünen bir yapıya sahiptir. İnsan ne kadar bencil olarak görülse de doğasında başkasının talihiyle ilgilenen özgeci bir yapıya sahiptir.

Dördüncü olarak ise sistemleri kavramak gerekir. Ekonomiyi makine olarak gören bakış açısını bırakıp, onu bir organizma olarak gören bakış açısını benimsemek gerekiyor.

Beşinci olarak bölüştürmek için tasarım yapılmalıdır. 21. yüzyılda yapılacak en önemli şey; piyasaların sınırlandırmalarına baş kaldıracak ve ortak mirasların daha adil paylaşılmasını sağlayacak bir ekonomi tasarlamaktır.

Altıncı olarak yenilemek için yaratmak gereklidir. Önce büyü sonra temizlen felsefesinin geçersizliğini kabul etmek gerekmektedir. Ekolojik tahribatlar lüks bir kaygı unsuru değildir. Bu noktada çizgisel değil dinamik bir ekonomi modeli benimsenmelidir.

Yedinci olarak büyümeye karşı kuşkucu olmak gerekir. GYSH’nın büyümesi veya sabit kalması gibi durumları temel hedef olmaktan çıkartıp, toplumsal refaha ve sürdürülebilirliğe dayanan bir ekonomik model oluşturulmalıdır.

GÖSTERGELER YANLI

İlk sorum şu ortaya konulan GSYH gibi göstergelerin bile yanlı oldukları ifade edilebilecekken tüm insanlık nasıl kolektif bir amaç uğruna tüm dünya için daha iyi olacak bir ekonomik anlayışta uzlaşabilir? Model olduğu gibi paylaşımcı bir altyapıya dayanırken Marx’ın ileri sürdüğü sınıf mücadelesi kavramını nereye koyacağız? Yok mu sayacağız? Marx’a göre gelir dağılımındaki eşitsizlikler ve farklı yaşam mücadeleleri toplumun farklı kademelerindeki insanların algılarını ve dolayısıyla önceliklerini şekillendirir. Bu koşullar altında tüm insanlığın “yüce” bir amaç etrafında toplanabileceğini düşünmek fazla iyimser değil midir? Bu kadar sözde eşitlikçi bir model önerirken Marx’ın söylemlerini unutmamak lazım değil mi?

Raworth her ne kadar aksini iddia etse ve Hindistan gibi ülkelerden örnekler vererek fikrini pekiştirme gayesinde olsa da ekolojik tavanın öneminin farkındalığı için önce bir ülkede temel toplumsal ihtiyaçların gideriliyor olması gerekir. Kate Raworth diyor ki: “İnsan doğasıyla ilgili inançlarımız bu doğayı şekillendirir.” Marx bu düşünceye de itiraz eder. Çünkü ona göre insanın içinde bulunduğu maddesel koşulların insanın gerçekliğini ve inancını belirler, acaba? Raworth’un fikirleri bana göre toplumsal gerçekleri göz önüne almıyor. İnsan potansiyel olarak özgeci olabilir ama bu özgeciliğinin günlük hayatta çeşitli sorunlarla mücadele eden insanın davranışlarını açıkladığını düşünmek zor.

Raworth insanın arazilerin, toplulukların fatihi olarak değil, bunların sade birer üyesi ve yurttaşı (emanetçi, kullanıcı) olarak görülmesi gerektiğini ifade ediyor. Rawort’un insanın doğasının yeniden kavramsallaştırmaya yönelik bu çabaları gerçekten ütopik düzeyde kalıyor. Raworth’un hesaba katmadığı sınıf farklılıkları ile bunlardan kaynaklanan farklı dünya görüşleri. Diğer taraftan Raworth’un yeni iktisat düzeni insan doğasının yalnızca nihai amacını ortaya koyuyor “nasıl?” sorusuna cevap verme konusunda yetersiz kalıyor olması düşüncelerinin yanlış olduğu anlamına gelmiyor tabii ki!

Diyor ki Raworth “Kendimizi yeryüzüyle eş, yaratıcı bir ortaklık içinde olan, onunla iç içe geçmiş bireyler olarak görmenin zamanı gelmiştir.”

YENİ SİSTEME DAİR SOMUT ADIMLAR YOK

Kitapta anlatıldığı üzere, kaynakların aşırı tüketildiği, ekolojik sınıra ulaşıldığı, mevcut sistemin maddi zenginlik ve büyüme odaklı çalışarak birçok insani değeri dışarıda bıraktığı düşüncelerini kapsayan birçok ifadeye katılmamak mümkün değil! Fakat, bunların yerini alacak sistemi belirten somut adımlar ve özellikler olmadan bunları vurgulamanın ne kadar işe yarar olduğu tartışma konusu. Amsterdam'da bir proje raporu var ama henüz ortaya konulmuş bir model yok. Sanırım kervan yolda dizilecek!

Raworth kitapta ekonomik büyümenin çevre kirliliğini elbet yok edeceğine dair yaygın inancı reddederek ekolojik tahribatla ilgili şu uyarıyı yapıyor:

“Ekolojik tahribat, ülkelerin zengin olduktan sonraya erteleyebilecekleri lüks bir kaygı unsuru değildir. Büyümenin kirliliği ortadan kaldırmasını beklemek yerine baştan yenileyici olacak şekilde tasarlanmış, insan refahı için zorunlu yerel ve küresel yaşam çevrimlerini yenileyip onaracak ekonomilerin yaratılması çok daha akıllıcadır”.

Bunu yazmak kolay. Önemli olan tam olarak hangi ekonominin insan refahı için zorunlu yerel ve küresel yaşam çevrimlerini yenileyip onaracağı konusunda hem fikir olmak gerek, ama nasıl?

Kate Raworth, ülkelerin çevre konusunda farkındalık sahibi olmak için belirli bir ekonomik seviyeye ulaşması gerekmediğini ifade etmektedir. Bunu da Hindistan örneği üzerinden somutlaştırıyor ve ülkenin ekonomik açıdan ilerleme göstermesine rağmen çevresel sonuçlarda ilerleme göstermediğini belirtiyor. Hindistan’ın hareketlerinde ve çevresel durumunu oluşturan koşullarda her zaman için kendi kaderini kendisinin belirlediği varsayılmaktadır ve bu doğru değildir. Ülkenin ekonomik ve çevresel faaliyetlerinde küresel şirketlerin ve diğer ülkelerin, ülkenin tarihindeki kolonileştirme çabaları, politik çıkarları unutulmamalıdır. Raworth, kapitalist ekonomik sistem içinde ulusların maddi zenginliğinin öncelikli olmadığı bir ekonomik yapı geliştirilmesi gerektiğini ve bunun olanaklı olduğunu belirtmektedir. Raworth, binasını oksijen salınımlı yapmak istemeyen bir arazi geliştiricisini şöyle eleştirmektedir:

“Çağdaş kapitalizmin tasarımları içinde doğmuş neredeyse her yerde karşımıza çıkan iş yapma zihniyetinin göstergesidir... Ana akım işletmeciler hâlâ bundan ne kadar finansal değer elde edebiliriz, diye sormaktadır. İş dünyası yalnızca bu çakışma alanının peşinde koşacak olursa yaratıcı tasarımlar potansiyelinin çok altında kalacaktır.”

MARX NE DİYOR?

Yine Marx’a bakalım. Sanayi toplumundaki teknolojik koşulların insanlık için büyük potansiyeller barındırdığını Marx da ifade etmişti. Ancak bununla birlikte üretim ilişkilerinin, yani üretim sisteminden kaynaklanan sosyal ilişkilerin bu potansiyeli gölgelediğini de eklemişti. Marx’ın sözlerinden yola çıkacak olursak bu iş yapma zihniyeti kapitalist tasarımlar içinde değil, onlarla birlikte doğmuştur. Yazar, haklı şekilde ekonomik ilişkilerini farklı bir düzlemde yürüten topluluklara atıfta bulunarak antropolojiden yararlanmakta ve bu tarz ekonomik yapıların toplulukların genelinde kurulmasının mümkün olduğundan bahsetmektedir. Bu toplulukların kapitalizm için sorun teşkil ettiği ve başka bir sistem için umut verdiği kabul edilebilir. Ancak ikna olmamız için küçük topluluklardaki alternatif ekonomilerle değil, kent yaşamında yenilenebilir bir ekonominin nasıl mümkün olacağının izahı gerekmektedir. Ama Raworth bunun günümüzdeki kentlerde geçerli olmadığını kabul etmektedir:

“Dünyada henüz hiçbir haritada böyle bir kente rastlanmıyor olabilir, fakat bu tasarım ilkelerini çeşitli kıtalarda pratiğe geçirmeyi hedefleyen girişimler ve projeler vardır. Hollanda’da Park 20I20, California’da Newlight Technologies...”

Kaynaklar:
(*) https://www.linkedin.com/pulse/post-korona-ekonomisi-simit-doughnut-economics-murat adresinden alınmıştır.
(5) https://www.nytimes.com/2020/07/16/books/review/bjorn-lomborg-false-alarm-joseph-stiglitz.html

NOT: Ara başlıklar Aydınlık'a aittir.

DEVAM EDECEK...

YAZININ İLK BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ...

Sonraki Haber