Posthümanizm üzerine notlar: İnsanı merkezdeki tahtından indiren ideolojik program

Hümanizm, ölçüyü insan üzerinden almaktır. Posthümanizm ise, ölçüyü insan üzerinden almanın eleştirisidir. İnsanı merkezdeki tahtından indiren bir ideolojik program olarak inşa ediliyor.

Rosi Braidotti, İnsan Sonrası olarak Türkçeleştirilen kitabında şunları söylüyor:

“Hümanizm karşıtlığı, bizi insan sonrasına götürebilecek tarihî ve kuramsal yollardan biridir. Kendi hümanizm karşıtlığımı, Foucault, Deleuze gibi mirasına saygı ve hayranlık duymaya devam ettiğim muhteşem filozoflara borçluyum.”

Bu kısa alıntıdan, bizi Posthümanizm kavramının teorik çerçevesine ulaştıran üç vurgu ortaya çıkıyor.

Birincisi “insan sonrası” ifadesidir. Türkçede yaygın olarak Posthuman, insan sonrası, Posthümanizm ise insancılık sonrası olarak kullanılıyor. Oysa bu ifade iki açıdan doğru değil.

Birincisi “Post” ön eki ile teorileştirilen kavram, tarihsel bir sürekliliğe, bir harekete işaret eder. Yani “Post” ön eki alan kavram, ilk hâlinin sonrasıdır ve ayırt edici özelliği, ilk hâliyle ilişkilendirilen kimi vurguların eksikliğidir. Kavram değişime uğramış, yüksek bir noktaya ulaşmıştır ama ilk hâlinin etkisi belli alanlarda sürmektedir. Braidotti’den yaptığımız alıntıdan da anlaşılacağı gibi Posthümanizm, hümanizm karşıtlığını tarihî ve kuramsal yollardan en önemlisi olarak işaretliyor. Dolayısıyla hümanizmle bir süreklilikten ziyade bir kopuşu ifade ediyor. Bu insan sonrası demenin birinci açıdan yanlışlığını gösteriyor.

İkincisi ise şudur: Posthümanistler, teorilerini, “belirli bir Aydınlanma vizyonunun uzantısı olarak” görmüyorlar. Teorisyenlerine göre Posthümanizm, “ilerleyen insanlık tarihinin bir durağı değil; geçmişi, bugünü ve geleceği insanın ötesinde ele almanın ifadesidir.” Yani insan ve insancılık kavramlarının Posthümanist eleştirisi, “ilerlemeci bir bakış açısı”nı değil bir kopuşu ifade etmektedir. Bu bakımdan Türkiye’deki Posthümanist teorisyenler “sonrası” ekini değil “ötesi” ekini tercih ediyorlar ki teorileriyle uyumludur. Braidotti de Pasajlar dergisinde yayımlanan makalesine, sonrası değil ötesi kavramını neden tercih ettiğini anlatarak başlıyor. Alıntı yaptığımız kitabın Türkçeye “İnsan Sonrası” olarak çevrilmesi, sanırım, çevirmenin bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor.

Alıntıyla ilgili ikinci vurgu Hümanizm karşıtlığıdır. Posthümanizm bütün teorik yığınağını Hümanizm karşıtlı üzerinden örüyor. Hümanizm insanı merkeze alan bir ideolojik program. Hümanizmle birlikte insan “her şeyin ölçüsü” hâline geldi, merkeze yerleşti. Hümanizm öncesinde her şeyin ölçüsü Tanrıydı, Hümanizm tanrıyı tahtından indirdi ve yerine insanı oturttu. Posthümanizm de insanı merkezdeki yerinden indirmek istiyor.

Posthümanizmlerin insanı, insandışı ve ‘insandan daha fazlasıyla’ eşitlemesi teorileri, insanın medeniyet yaratma, bilim üretme, doğayı dönüştürme gibi üstünlüklerinin ortadan kalkmasıyla mümkün olabilir.

ÖLÇÜYÜ İNSAN ÜZERİNDEN ALMANIN ELEŞTİRİSİ

Hümanizm, ölçüyü “ne” üzerinden alacağımızla ilgili bir tartışmadır. Bu bakımdan insan sevgisinden farklıdır. Hümanizmin bu soruya verdiği yanıt, ölçüyü insan üzerinden almaktır. Posthümanizm ise, ölçüyü insan üzerinden almanın eleştirisidir. İnsanı merkezdeki tahtından indiren bir ideolojik program olarak inşa ediliyor. Bu bakımdan Posthümanizm insan sevmezlik değildir ancak Posthümanizmin insan karşıtı akımlarla birleştiği de bir olgudur; insana bir reddiyedir ama insan merkezde olduğu için reddedilmektedir. Posthümanizm, “yaşamı tüm çeşitliliği ve bütünlüğüyle daha bütüncül ve sorumlu bir şekilde kutlamak üzere insan, insandışı ve insandan-daha-fazlası arasında, hiçbirinin merkezde olmadığı farklı bir güzergâh”tır.

Alıntıyla ilgili üçüncü vurgu ise Foucault etkisidir. Posthümanistlerin Foucault’a özel bir değer verdiği, büyük bir saygı duyduğu anlaşılıyor. Bunun nedeni şu olabilir, Posthümanist teorinin inşasında, onun felsefi köklerine dair referanslar, Foucault’da oldukça yüksek oranda mevcut. Bu bağlamda Foucault’un Posthümanizmin ilk fikir babalarından biri olduğu önermeleri ciddiyet kazanıyor.

1- Michel Foucault’ya göre, “Hâlâ insandan, [insanın] hüküm sürmesinden veya kurtuluşundan söz etmek isteyen herkesin, hâlâ insanın özünde ne olduğuna dair soru soranların, gerçeğe ulaşmak için insandan yola çıkmak isteyenlerin, buna karşılık her bilgiyi bizatihi insanın gerçeklerine yönelten herkesin … düşünenin insan olduğunu hemen düşünmeden düşünmek istemeyen herkesin karşısına, bütün bu beceriksiz ve beceriksizleştirilmiş düşünce biçimlerinin karşısına, felsefî … bir gülüşten başka bir şey çıkarılamaz.” Bir röportajında da, “her şeyin insan fikrini giderek daha da işe yaramaz hâle getirdiğini” öne sürmüştü. İnsanı merkeze alan, insanın ne/kim olduğuna kafa yoran, bu tartışmanın en önemli tartışma olduğunu düşünen herkese felsefî bir gülüşle cevap vermesi, tartışmayı ciddiye almaya bile gerek olmadığını yansıtma şekli olmalı. Burada insan merkezli bütün düşünce alaya alınıyor.

2- Pasajlar dergisi Yayın Yönetmeni Talha Dereci’nin, dergiye yazdığı sunuş yazısının başlığı şu: “İnsanın Eskimişliğinden İnsanın Ötesine” Yazıya Foucault’dan bir alıntı ile başlamış: Foucault, “insan, düşüncemizin arkeolojisinin yakın tarihli olduğunu kolaylıkla gösterdiği bir icattır. Ve belki de yakınlardaki sondur.” demiş. İnsan eskimiş bir icattır, ve eskiyen bir icadın yeri ancak müze olabilir.

Sonuç olarak başta yaptığımız alıntı, üç vurgusuyla birlikte, Posthümanist teorinin çerçevesine bizi ulaştırmaktadır: Posthümanizm, bir, Hümanizm düşmanlığı üzerinden örülmekte, iki, insanla bağlantılı bir sonra değil insan ötesi tasavvur edilmekte, üç, binayı Postmarkist teorilerden devşirdiği fikirler üzerine dikmekte.

'ÇELİŞMENİN YÖNÜ İNSANDIR'

Posthümanistlere göre insan merkezli bir kavrayış, insanı her zaman tek söz sahibi yapmıştır. İnsan, hikâyeyi kendi etrafında ve dilediği gibi yazmıştır. İnsan doğa ilişkisi sömürgecilik üzerine, iktidar mekanizması ise efendi köle ilişkisi üzerine inşa edilmiştir. İnsan kendisinde yapabileceği her şeyi yapma hakkını mutlak görmektedir. Dolayısıyla insanı merkezdeki yerinden etmek, “insan, insandışı ve insandan-daha-fazlası arasında, hiçbirinin merkezde olmadığı” bir “eşitlik” kurmak, insan merkezli anlayışın bütün sorunlarını ortadan kaldıracaktır. Posthümanizm, bunun olanağını sunan tek teoridir.

Burada çelişmenin yönü insan yapılmaktadır. Yani ezen – ezilen çelişmesinde ezen insan, ezilen ise “insan, insandışı ve insandan-daha-fazlası”dır. Bu belirleme Posthümanizmin aynı zamanda bir tarih okuması yöntemi tartışması olduğu sonucuna da bize ulaştırıyor. Posthümanizm, tarihin bütün çelişmelerini insan üzerinden ele alıyor: Çelişmenin bir yönü değişmez olarak insandır. Oysa ezen, insan adına değil bir sınıf adına eziyor. Ezilen de üretim ilişkilerindeki konumundan dolayı eziliyor.

Modern çağların bütün çelişmeleri sınıf savaşlarının sonucudur. Dolayısıyla ezen insan, ezilen “insan, insandışı ve insandan-daha-fazlası” kategorizasyonu, tarihin Marksist eleştirisinin de eleştirisidir. Bu bakımdan bütün toplumsal formasyonlar da eşitleniyor. Kapitalizm de sosyalizm de birdir. İkisi de ezen insanın ezme aracıdır. Bu tarih okuması, Posthümanizmi, nesnel olarak, hâkim sınıfların kendi sistemlerini sarsacak ideolojileri ya da toplumsal yapıları perdeleme aracı hâline getiriyor.

Posthümanizmler teknoçözümcülükten uzak duruyorlar. Bu Posthümanizmle Transhümanizm arasındaki ayrıma da referans oluyor.

'İNSANA YÖNELİK EYLEMLER AYRIMCIDIR'

Tek bir Posthümanizm yok, Posthümanizmler var. Dolayısıyla Posthümanizmi tanımlamak zorlu bir iş hâline geliyor. Ancak bunların ortak noktalarından bahsetmek mümkün: Birincisi, Posthümanizmler teknoçözümcülükten uzak duruyorlar. Bu Posthümanizmle Transhümanizm arasındaki ayrıma da referans oluyor. Bütün Posthümanizmler “insanlarla canlı cansız madde biçimleri arasında var olan ve gelecekte ortaya çıkabilecek sorunlar”ı ele alıyorlar.

Posthümanistlere göre insan hiçbir zaman evrensel ve tarafsız bir terim değildir. Ayrıcalıklara ve yetkilere erişimi sınırsızdır. İnsana yönelik söylemler her zaman ayrımcıdır. Sadece insan ve insan olmayanlar arasında değil, farklı insan kategorileri arasında bile eşitsizlikler yaratmıştır.

İnsan doğadaki üstünlüğünü ezerek, sömürerek ya da insan olmayanlara karşı soykırımlar yaparak elde etmedi. Onu diğer canlılardan ayıran doğal bir üstünlüğü vardı. O da bilinçli üretim yani tasarım yeteneğiydi. Marx’ın Kapital’deki ifadeleriyle, “Bir örümcek, dokumacının çalışmasını andıran faaliyetlerde bulunur ve bir arı, bal peteğini yaparken bazı mimarları utandırır. Ama en kötü mimarı en iyi arıdan daha en başından ayırt eden şey, mimarın, peteği balmumundan yapmadan önce kafasında kurmuş olmasıdır. Emek sürecinin sonunda, bu sürecin başında zaten işçinin imgeleminde, yani düşünsel olarak var olan bir sonuç ortaya çıkar. İşçi, sadece, üzerinde çalıştığı doğal maddeye biçim değişikliği vermiş olmakla kalmaz; aynı zamanda, bu doğal şey üzerinde, kendi faaliyetini yürütme biçimini bir yasa olarak belirlediğini ve kendi iradesini tâbi kılmak zorunda olduğunu bildiği amacını da gerçekleştirmiş olur.” Yani insan yaptığı yapıyı inşa etmeden önce kafasında tasarlıyor ve metaya dönüştürebiliyor. Bu tasarım kabiliyeti insanın doğa karşısındaki üstünlüğünü de oluşturuyor. İnsanın inşa ettiği medeniyet bu üstünlük sayesindedir. Bu bağlamda doğaya müdahale edip onu dönüştürebilen tek canlı da insandır. Böylece insan sosyal ilişkiler yaratabilmiş ve sosyal ilişkilerin bütünü ve belirleyicisi olmuştur. Posthümanizmlerin insanı, insandışı ve insandan-daha-fazlasıyla eşitlemesi teorileri, insanın medeniyet yaratma, bilim üretme, doğayı dönüştürme gibi üstünlüklerinin ortadan kalkmasıyla mümkün olabilir. Yani mümkün değildir.

'İNSAN KENDİ SONUNA GELDİ'

Posthümanistlere göre insan, içinde bulunduğu koşullar neticesinde, ki o koşullar da kendisinin ürünüdür, kendi sonuna gelmiştir. Yani koşullar insanı değil, insan koşulları belirlemektedir. Bu bakımdan insan merkezde olduğu müddetçe koşullar değişmeyecektir. Oysa insanın doğasını belirleyen toplumsal koşullardır. Yani denklem Posthümanistlerin kurduğunun tam tersidir. Örneğin insan sınıflı toplumlar ortaya çıkıncaya kadar milyonlarca yıl bilinçli şiddetten uzaktı. Paylaşarak yaşıyordu. Mutlak eşitlikçiydi. Sömürü yoktu. Elbette kandaşlık ve topluluk özellikleri vardı, ama bu hayatta kalmak üzerine kurulu bir içgüdüyü yansıtıyordu. Mülkiyet ilişkilerinin gelişmesi ve yükselmesiyle birlikte bu durum değişti. Bilinçli şiddet doğdu, eşitlik bozuldu, sömürü ilişkileri yerleşti vs. Sınıfların ortadan kalktığı bir gelişme evresinde, insan bütünsel doğasına kavuşacaktır, ve sınıflı toplumsal düzenin tortusundan kurtulacaktır. Bugün içinde yaşadığımız koşullar ise, insanın değil, kapitalist-emperyalist sistemin çürümesinin yansımaları.

Özetle Posthümanizmler, insanın gerçek anlamda sona ermesini savunmuyorlar. Savundukları, insanı merkezî unsur olarak kodlayan hümanizmin sona ermesidir; “insan, insandışı ve insandan-daha-fazlası” arasında bir “eşitlik”, merkezde hiçbirinin olmadığı bir yoldur. Başka bir ifade ile hem erken dönem burjuva ideologlarının hem de Bilimsel Sosyalist ustaların şekillendirdiği insan tanımının sona ermesidir.

Onun için Posthümanizme karşı mücadele Bilimsel Sosyalizmi savunma mücadelesidir.

Sonraki Haber