Eski Gaziantep Üniversitesi Rektörü Gür Aydınlık'a açıkladı: FETÖ akademide hala etkin

FETÖ üzerine çalışmalarıyla bilinen Prof. Dr. Ali Gür, örgütün öncelikli hedefinin genç nesil olduğunu söyledi. Gençliğin FETÖ gibi yapılara karşı hazırlıklı olması gerektiğini anlatan Gür 'Okuyan, araştıran, düşünen ve sorgulayan neslin önü açılmalıdır.' diyor.

FETÖ'nün tarihi, büyümesi ve çalışma tarzı konusunda en kapsamlı araştırmalardan birine imza atan eski Gaziantep Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Gür sorularımızı yanıtladı. “Vaizlikten Teröristliğe Bir İhanetin Portresi” kitabını yazan Gür, FETÖ'nün en çok genç nesli hedef aldığına dikkat çekiyor. FETÖ'nün Dicle Üniversitesi'nde güçlü olduğu dönemlerin şahidi. Jale Saraç'ın Pensilvanya’nın devreye girmesiyle dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından rektör olarak atandığını belirtiyor.

Ali Gür'ün yanıtlarını olduğu gibi aktarıyoruz. Ancak katılmadığımız bazı görüşler var. Bunlarla ilgili değerlendirmemizi ayrıca yayımlayacağız.

  • FETÖ’nün ideolojisi nedir? FETÖ nasıl bir insan ve toplum düzeni tasarlar? FETÖ’yle ideolojik mücadele nasıl yürütülür?

FETÖ, 1970’li yıllarda din kisvesi altında örgütlenmeye başlayan uluslararası gizli ve ezoterik, silahlı bir terör örgütüdür. Amaçlarını F. Gülen'in düşünce ve talimatları doğrultusunda şekillendiren FETÖ, uluslararası desteklerle dinamik bir süreç izleyerek dini/siyasi/ekonomik ve sosyokültürel alanda belirlediği ideolojiyle hareket etmektedir.

Bir taraftan “dinler arası diyalog” ile İslam dininin temellerini sarsarken diğer taraftan da ABD ve İsrail başta olmak üzere uluslararası emperyalist güçlerin etki ajanlığını yürütmektedir. Öncelikli hedefi genç nesil olmuştur. “Altın nesil” dedikleri bu gençleri çeşitli zihin kontrol yöntemleri ile mankurtlaştırarak uluslararası bir istihbarat ve terör yapılanması oluşturmuştur.

'OKUYAN, ARAŞTIRAN, DÜŞÜNEN GENÇLİĞİN ÖNÜNÜ AÇALIM'

Bağlılarını tahrif ettiği dini duygularla kendine bağımlı hale getirdiği için başta ilahiyatçı akademisyenler ve Diyanet İşleri olmak üzere eylem ve söylemlerinin dinde karşılığı olmadığının ve sapkınlıklarının en açık haliyle ortaya konulması gerekmektedir. Bu tür yapıların kucağına düşmemesi ve mankurtlaşmasına engel olmak için okuyan, araştıran, düşünen ve sorgulayan neslin önü açılmalıdır. Vahyin dışında peygamberini bile sorgulayan bir dinin mensupları nasıl oldu da hocasına, liderine soru soramaz hale getirildi? Evvela öğrencilerin eğitim giderleri ve yaşamsal ihtiyaçları devlet tarafından karşılanarak bu tür yapılara mahkûm bırakılmamalıdır. Bu terör örgütüyle mücadele ederken meselenin din ve dindarlarla olmadığının, din kisvesi altında uluslararası bir ihanet şebekesiyle olduğunun topluma iyi anlatılması gerekmektedir. Sırf dindar olduğu için herkesi FETÖ iltisaklı görmek ne kadar yanlışsa seküler eylem ve söylemli olanları da FETÖ’den ari saymak o kadar yanlıştır. Örneğin 28 Şubat sonrası FETÖ’cüler eşlerinin başörtülerini açtırtmış, 15 Temmuz sonrası FETÖ elemanlarının birçoğu seküler görüntü sergilemeye başlamıştır.

DİCLE'DE REKTÖR SEÇİMİ

  • Dicle Üniversitesi “FETÖ’nün Kandil'i” olarak tanımlanıyor. Siz de bu okulda yıllarınızı geçirdiniz. Örgütü nasıl fark ettiniz? Ne zaman mücadele etmeye başladınız?

Dediğiniz gibi lisans, uzmanlık ve akademik kariyerimin çoğunluğu Dicle Üniversitesinde geçti. FETÖ’nün karanlık yüzü ve terör boyutuyla (eşimle birlikte) ilkin burada karşılaştım. 2008’de rektörlük seçimlerinde aynı bölümde çalıştığım ve kendisi de FETÖ yapılanmasından olan Prof. Dr. A. Jale Saraç, FETÖ elemanları tarafından rektör adayı olarak gösterildi. Ben o dönemde doçenttim ancak hem bilimsel camiada hem de üniversitede etkinliğim yüksekti. Benim etki gücümü bilen Jale Saraç kendisini desteklememi istedi. Ancak ben tek tipli değil, çoğulcu bir üniversite yönetiminden yanaydım. O zaman FETÖ yapılanması başta olmak üzere bu tür yapılanmaların seçimlere müdahale ederek üniversiteleri tek tipleştirmeye çalışmalarına karşı olduğumu kendilerine de açıkça ifade ettim.

'ABDULLAH GÜL FETÖ’NÜN ADAYINI SEÇTİ'

Sonra da özgür iradeye sahip ve bağlantısız bir adayı destekledim. Böylece aynı bölümde olmamıza rağmen destek vermediğim FETÖ ve adayı A. Jale Saraç, aleyhlerinde çalıştığım için bana cephe aldılar. Seçim ve atama sürecinde FETÖ elemanlarının diğer adaylar hakkında iftira ve kumpas dosyaları (Yeşil Dosya) hazırlayarak YÖK’e, Cumhurbaşkanlığına gönderdiklerini öğrendim. Bunların amaçlarına ulaşmak için her tür yalanı, iftirayı ve karalamayı mübah gördüklerini anladığımda tehlikenin boyutunu görmüş oldum. Seçim sonucunda FETÖ’nün rektör adayı Saraç üçüncü sırada çıkmasına rağmen Pensilvanya’nın devreye girmesiyle dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından rektör olarak atandı.

BİLİMSEL ÇALIŞMALARI BÖYLE ENGELLEDİLER

2004’te kendi alanımla ilgili prestijli bir dünya bursu kazanıp İngiltere’de araştırmacı olarak çalışmama, yine aynı yıl İtalya’da en iyi çalışma ödülü alarak bayrağımızı dalgalandırmama, alanımda en fazla bilimsel çalışması olan 2-3 kişiden biri olmama ve çok sayıda ulusal/uluslararası ödül almış olmama rağmen profesörlük kadrom bir yıl geciktirildi. Alanımla ilgili bir hastalığın tanı kriterlerini geliştirmek için 9 ABD’li bilim adamı yanında diğer ülkelerden sadece ben ABD’ye davet edilmiş olmama rağmen hiçbir şekilde gidişime izin verilmedi. Bu kez başka üniversitelere geçmek için arayışa girdim. Fakat başvurularım sürekli engellendi. Meselenin iç yüzü sonradan aydınlandı. Zira Jale Saraç’ın güç gösterisi yapmak için bölümdeki iki öğretim üyesine “Ali Gür’ün her başvurduğu üniversiteden haberimiz oluyordu ve engelliyorduk. Cemaatin karşısında olan hiç kimseye hayat hakkı tanımayız” dediğini duyunca şok olmuştum. Nihayetinde Gaziantep Üniversitesine geçiş yaptım ve 2012 rektörlük seçimlerinde de Gaziantep Üniversitesindeki FETÖ yapılanmasının Dicle Üniversitesindeki yapılanları tekrarladığını görünce onlarla da doğal olarak çatışma sürecine girdim. Böylece 2008 yılından itibaren başlayan aktif mücadele halen devam etmektedir.

Gür, Dicle Üniversitesi'ni "FETÖ'nün Kandil'i" olarak nitelendiriyor.

FETÖ’NÜN KANDİLİ

Dicle Üniversitesi FETÖ’nün kalesi ve Kandil’i yapılmıştır. Tıp Fakültesi başta olmak üzere çok sayıda FETÖ elemanları bölümlere doldurulmuş, kuluçka makinası gibi kullanılıp kısa sürede doçent yapılarak diğer üniversitelere gönderilmiştir. Ayrıca Kuzey Irak’ta ve Orta Asya’da açılan FETÖ Üniversitelerine Dicle Üniversitesinden öğretim üyeleri rektör olarak gönderilmiştir.

Kimse kusura bakmasın akademik camia, üniversiteler homojen olamaz. Eğer birileri homojenlik arzuluyorsa, hangi fikir adına olursa olsun büyük bir yanlış içindedir. Eğer isteseydi Allah bizi homojen yaratırdı zaten. Allah’ın bile homojen yaratmadığı yerde biz ne diye homojen ve tek tiplilik arzuluyoruz.

TRUVA ATI

  • Kitabınızın girişinde FETÖ’yü ‘Haçlı Seferleri’nin Truva Atı’ olarak tanımlıyorsunuz. İç sayfalarda ise ‘dini bir hareketin terör örgütüne dönüştüğünü’ belirtiyorsunuz. Burada bir çelişki yok mu? İçeride dönüşen bir yapıdan bahsediyorsak dini bir yapılanmanın terör örgütüne dönüşümüne sebep olan etkenler nelerdir?

Aynı zamanda bir tarihçi olarak şöyle izah edebilirim. Haçlı Seferleri de Hristiyanların kitle psikolojisi ve adanmışlıkları üzerinden kutsal toprakları ele geçirme savaşıydı. Truva Atı'nın özelliği zararsız olarak addedilmesi ve antik Yunan Tanrıçası Atena’ya adanmış dini bir ritüel vurgusu ile Troyalılar tarafından kabul görmesidir. Batı ile Doğu medeniyetleri arasındaki kayda geçmiş bu ilk önemli savaşta uzun yıllar süren saldırılara rağmen Batı’nın temsilcisi Aka’lar büyük ordularıyla Doğu’nun ihtişamlı temsilcisi Troy’a (Çanakkale) surlarını aşamayınca hileye başvurarak Truva Atı'nı surların içine sokup şehri ele geçirmişlerdir.

BATI’NIN HAÇLI SEFERLERİ DEVAM EDİYOR

Asırlardır Haçlı seferleri ile Anadolu coğrafyasını ele geçirmek isteyen sömürgeci Batı ve en önemli temsilcisi ABD sadece dışarıdan saldırılarla ele geçiremeyeceğini anlayınca “ılımlı İslam” formülüyle FETÖ’yü Truva Atı gibi kullanarak Anadolu coğrafyasını işgal planı hazırlamıştır. “Yeşil Kuşak” projesiyle dünyanın farklı coğrafyalarında yaptığı gibi Anadolu surları içine yerleştirdiği “Truva FETÖ” ile Anadolu merkez olmak üzere Orta Asya ve Afrika gibi geniş coğrafyaları işgal etmeyi planlamıştır. Yani bildiğiniz gibi FETÖ tamamen dışarıdan ithal edilen bir yapılanma değildir. Tıpkı savaş tanrısı Atena’ya adanmış Truva Atı’nın içine düşman askerlerinin doldurulması gibi toplumsal dini hassasiyetlerin içerisine bir terör yapılanması doldurularak devletin kılcallarına sızmıştır.

MÜCADELE GEVŞEDİ

  • FETÖ’ye karşı uzun süreli stratejiler belirlenmeli diyorsunuz. Bu stratejinin esasları neler olmalıdır? FETÖ’ye karşı mücadele gevşedi mi? Gevşediyse sebebi nedir?

Evet, FETÖ ile mücadelenin gevşediği ve farklı mahfiller tarafından değersizleştirildiğini düşünüyorum. Zira gerek kurumlar bazında gerekse toplumsal düzeyde ilk günlerdeki heyecan ve hassasiyeti göremiyoruz. 15 Temmuz akabinde milletin de desteği ile devlet refleksi devreye girerek FETÖ bir terör örgütü olarak kabul edildi. Ancak darbe kalkışması sonrası sıcağı sıcağına askeriye ve yargı birimleri başta olmak üzere devlette topyekûn bir temizlik operasyonu başlatılsa da daha sonra yerini rehavete bıraktı.

FETÖ SÜREKLİ TAKTİK DEĞİŞTİRİYOR

15 Temmuz darbe (işgal) girişimi sonrası her ne kadar FETÖ yurt içinde kısmen etkisizleştirilse de yurt dışına kaçan üst düzey FETÖ’cüler ve CIA korumasındaki Gülen, aldıkları uluslararası desteklerle Türkiye aleyhine diaspora ağı oluşturmuşlardır. Dolayısıyla FETÖ’nün birkaç yılda bitmeyeceği gibi uzun yıllar gündemimizi meşgul etmeye de devam edeceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Karşımızda uluslararası dinamik bir istihbarat ve terör örgütü var ve taktiklerini de zaman içerisinde sürekli değiştirmektedir. Bu yüzden mücadele de rehavete kapılmadan aksatılmaksızın uzun süreli stratejilerle yürütülmelidir. Mücadelemiz de statik değil dinamik, reaktif değil proaktif olmalıdır.

KAPALI DEVRE YAŞAM

Yeni FETÖ'vari seküler veya dini oluşumların palazlanmaması için toplumsal mutabakatın temellerinin oluşturulması gerektiğini düşünüyorum. Seküler çevreler toplumsal yaşanmışlıkları, sosyolojiyi ve inançsal aidiyetleri yok sayarak dindarları toptan tehlike olarak görmekten, devletin garantörlüğünde bireyleri inanç ve yaşayışlarında özgür bırakmak yerine laikliği kavramsal amacı dışında kullanarak inançsal gereklilikleri yasaklamaktan, irtica ve İran/Afganistan’a döneceğiz paranoyasından vazgeçip birlikte yaşam kültürüne alışmayı ve sinerji oluşturmayı denemelidir. Dindar çevreler de (tarikatlar, cemaatler, cemiyetler vb.) farklı düşünenleri ötekileştirmekten ve inançsız kabul etmekten, kapalı devre yaşamdan, kült yapılanmalardan, ezoterik yaklaşımlar sergileyen sorgulanamaz cemaat ve cemiyet liderlerinden uzak durarak, yanlış yapanın kim olduğuna bakmadan ve bizden diyerek koruma refleksi geliştirmeden hak/hukuk/adalet çerçevesinde davranış sergilemelidir. Uzun yıllardır tüm bu hezeyanlar yaşanmasına rağmen güzel ülkemizde hala birlikte yaşadığımızı ve bu ülkenin hepimizin olduğunu ve her birimizin vatanperverlik göstergesinin farklı renklerine rağmen 15 Temmuz gecesi aynı meydanlarda buluştuğumuzu unutmamamız gerekir. Bu ortak mutabakat sağlanmadığı müddetçe her iki taraftan fırsatçılar sistemi ele geçirmek için hem fay hatlarını derinleştirecekler hem de tarafları çatıştırarak sessizce güçleneceklerdir. Zira siyaset ve toplumsal uzantılarının dağınıklığından ve doğası gereği muhalefet anlayışından sürekli FETÖ ve benzeri yapılanmalar istifade etmektedir.

Gür, "Şeffaf olmayan ve denetlenemeyen tüm yapılar FETÖ'vari potansiyele sahiptir." dedi.

FETÖ'VARİ YAPILAR VAR

Katı laiklik uygulamaları, geleneksel dini bir yaşantı süren ortalama Anadolu insanını devletine karşı reaksiyona sevk etmekte, bu reaksiyon kendisi gibi düşünenlerden müteşekkil küçüklü büyüklü grupların oluşmasına yol açmaktadır. Baskılar neticesinde toplumda yaşam şansı bulamayacağını varsayan dini hareketlerin içine kapanmasına, yeraltına inmesine ve denetim dışına çıkmasına sebep olmaktadır. Bu yüzden dini gruplar şeffaf ve denetime açık oldukları, bürokraside kadrolaşmaya çalışmadıkları ve holdingleşme kulvarına girip finansal kaynak arayışında illegaliteye sapmadıkları müddetçe devlet, hiçbirine taraf olmadan ve hiçbirini ötekileştirmeden eşit mesafede kalmalıdır.

Diğer taraftan FETÖ’nün yaptıkları üzerinden tüm İslami yapıları aynı kefeye koyarak toptancı bakış açısıyla kötülemek veya potansiyel tehlike olarak görmek, her dindar insanı potansiyel bir FETÖ iltisaklısı gibi yaftalamak, seküler yapı ve bireyleri FETÖ’den ari zannetmek önemli bir yanılgıdır. Zira FETÖ gibi örgütler, dini veya seküler olması fark etmeksizin tüm yapılara sızmayı ve ele geçirmeyi hedeflemektedirler. “Türk Solu” dergisini çıkartan bir örgüt için kullanılacak kişi ve yapılarda ayrım ve sınır yoktur. Şeffaf olmayan ve denetlenemeyen, kültleşen, ezoterizmi meşrulaştırmaya çalışan tüm yapılar her zaman FETÖ'vari potansiyele sahiptir. Bu yüzden toplumsal hassasiyet doğrultusunda FETÖ ile mücadele sürdürülürken oluşan boşluğu doldurmayı fırsat bilen veya FETÖ ile mücadele ediyorum bahanesiyle FETÖ’nün tüm ahlaksız ve hukuksuz yöntemlerini kullanan kişilere ve FETÖ'vari yapılara da dikkat etmek gerekir.

HAFİFE ALAN SÖYLEMLERE DİKKAT

FETÖ ile mücadelede önemli konulardan biri de “bırakın artık her taşın altında FETÖ aramayı ve sürekli FETÖ ile uğraşmayı” gibi söylemlerle sorunu hafife almaktır. Özellikle seçim dönemlerinde FETÖ ve PKK başta olmak üzere terör örgütleri hareketlenmekte ve siyasi figürleri kullanarak varlıklarını ve etkinliklerini devam ettirmektedirler.

FETÖ KANSER GİBİ

FETÖ, vücudu sessizce saran bir kanser gibidir. Cerrahide kanser dokusu ile birlikte sağlam dokudan da bir miktar alınarak yakın komşuluktaki olası gizli kanser hücrelerinin tamamen temizlendiğinden emin olunur. Sağlam dokudan da bir kısmın kesilmesi size tuhaf ve gaddarca gelebilir ancak olması gereken bu şekildedir. Zira bir tek kanser hücresi bile kalsa zamanla bağışıklık sistemi zayıfladığında kendisini çoğaltarak yayılım gösterir ve vücudu tamamen sarar. Diğer taraftan kemoterapi ve radyoterapinin her ikisinin de ciddi yan etkileri olmasına rağmen nüksler olmaması için zorunlu olarak uygulanır. Zira bu tedaviler uygulanmadığı takdirde hayati organlara yayılım ve ölüm kaçınılmaz olur. FETÖ ile mücadele de aynen kanser olmuş dokunun tedavisi gibidir. Böylesine sinsi, takiyeci, vahşi ve yayılmacı bir terör yapılanması ile mücadelede azami dikkat ile birlikte radikal mücadele yöntemleri gerekmektedir. Önemli olan bu tür kanser hücrelerinden toplumun bütününü koruyabilmektir. Eğer en az hasarla en net tedavi uygulama dengesi iyi korunmazsa bu zafiyetten FETÖ başta olmak üzere terör örgütleri yararlanır.

MÜCADELE EDENLERE ASILSIZ İHBARLAR

Özellikle FETÖ ile aktif mücadele edenler hakkında asılsız ve yıpratıcı ihbarlar yapılması ve devletin arşivlerinde kasıtlı kayıtlar oluşturulması FETÖ’nün hala uygulamaya devam ettiği önemli bir taktiktir. Kişilerin şikâyet etme hakları vardır elbette. Ancak kişilerin hakları devlet tarafından garanti altına alınmalıdır. Ancak kasıtlı yapılan şikayetler ve asılsız ihbarlarla hayatı karartılanların hakkını da devlet korumakla ve iftiracıya gerekli cezayı vermekle yükümlüdür. Ancak uygulamada tedbirler alınmadığı ve iftiracı/sahte ihbarcı kişilere yaptırım uygulanmadığı için bu yöntem FETÖ gibi terör örgütlerinin ölümcül silahı haline dönmüştür.

Sonraki Haber