2025 Bütçe Teklifi: Sosyal korumaya sadece yüzde 2,7
2025 Bütçesi yoksullara, özellikle kadınlara ve çocuklara ne getiriyor? Prof. Dr. Yılmaz inceledi ve şöyle konuştu: ‘Yoksul sayısının 25 milyonlara yaklaştığı, derin yoksulluk içinde yaşayan çocuk sayısının 2 milyonu aştığı ortamda çocukların ve kadınların hakkını savunan kaynak ayıralım diyen yok'
Ülkemizde yoksulluk artık görünür hale geldi. Uzmanlar, artan şiddetten, suçtan, topluma yayılan öfkeden söz ederken daima yoksulluğa da bir pencere açıyor. Peki Meclis’te görüşmeleri devam eden 2025 Bütçesi bu açıdan bir yenilik içeriyor mu?
Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Maliye Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. H. Hakan Yılmaz, bu konularda bir plan, program yapılmadığını, siyasetçilerin gündeminde bile olmadığını söyledi.
Yılmaz’ın, eylül ayı başlarında açıklanan ve 2024-2026 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Programı (OVP) çocuklar açısından incelediği 'Orta Vadeli Programda Çocuğun Adı Yok: Çocuk Yoksulluğuna İlişkin Politika Eksikliği' başlıklı çalışmasına da bu sayfada daha önce yer vermiştik.
Yılmaz sorularımızı yanıtladı.
TOPLAM ÖDENEK 403 MİLYAR LİRA
- 2025 Bütçesi’ni nasıl tanımlayabilirsiniz? Sosyal koruma açısından nasıl bir bütçeyle karşı karşıyayız?
2024 yılı Ekim sonu Bütçe harcamaları açıklandı. Yoksulluk ve sosyal korumaya yapılan harcamanın toplam Bütçe harcamasına oranı yüzde 3,3. Ekim sonuna kadar 100 lira harcamışsak bunun 3,3 lirası yoksul hanelere gitmiş. İnanılması güç. Türkiye’de resmi yoksulluk oranının yüzde 21, çocuk yoksulluğu oranın yüzde 34’ler seviyesinde olduğu dikkate alındığında Bütçe’den aktarılan tutar oldukça düşük kalıyor.
2025 yılında sosyal koruma ve yoksulluk için ayrılan toplam ödenek 403 milyar lira seviyesinde.
Yoksulluğun özellikle hanelerin harcama maliyeti kaynaklı arttığı (gelirler harcama artışları kadar artmıyor) ve resmi rakamlarda 18 milyon olan yoksulun aslında 25 milyonlara yaklaştığı, derin yoksulluk içinde yaşayan çocuk sayısının 2 milyonu aştığı bir ortamda bütçe ödeneklerinin yüzde 2,7’si seviyesindeki bir kaynak oldukça yetersizdir.
EN AZ YÜZDE 10 BEKLENİRDİ
2025 yılında ekonomik programın uygulanmasından olumsuz etkilenen yoksul kesimlere ve özellikle çocuklara yönelik sosyal koruma harcamalarının bütçenin geçiş döneminde en az yüzde 10’u seviyesinde olması beklenirdi.
- Standardı var mı bunun?
AB ortalamasına bakalım: eğitim ve sağlık hariç sosyal koruma harcamalarının Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH)’ya oranı yüzde 20. Türkiye’de bu oran yüzde 6 ile 7 arasında değişiyor. Onların üçte biri oranında harcama yapıyoruz. AB ortalamasında sosyal koruma harcamalarının kamu harcamalarına oranı 2023’te yüzde 39’lar seviyesinde
KADINA VE ÇOCUĞA YÜZDE 7
- Ekim sonunda yüzde 3,3, bu yıl ortalamanın da altına mı düşecek?
Yoksulluk oranı yüzde 22 olduğu, çocuk yoksulluğunun yüzde 34’lerde olduğu bir ülkede Bütçe’nin sadece yüzde 3,3’ünü sosyal korumaya ayırıyorsunuz. Toplam harcama içinde kadına ve çocuğa giden de ihmal edilecek seviyede (yüzde 0,3).
Daha çok harcama yapabilmeniz için daha çok vergi toplamanız lazım. Kurum kazançlarını, kentsel rantları, vergi dışı kalan kazançları ve kayıt dışını vergilendirecek bir sisteminiz olması lazım. Bunu yapmadığımız için sosyal harcamaya daha az ayırıyoruz.
2022 yılından itibaren başlayan dönemde gelirleri azalan, yaşam maliyetleri hızla artan ve yoksulluk çizgisinin altına düşen yoksul hanelerin özellikle çocukların ve kadınların hakkını hukukunu savunan, kaynak ayıralım diyen yok.
PASTANIN BÜYÜK DİLİMİ NEREYE GİDİYOR BELİRSİZ
- Kamu harcamalarında pastanın büyük dilimi nereye, kimlere gidiyor?
Transfer harcamalarının toplam harcamalar içindeki payı yüzde 50’ye gelmiş. 2010’da yüzde 44-45 seviyesinde.
Transfer, Bütçe üzerinden çeşitli kişilere ve kurumlara kaynak aktarmak demek. Yoksul hanelere aktarılan sosyal yardımlar, tarımsal destekler, şirketlere ve çeşitli kurumlara verilen teşvikler gibi, faiz ödemeleri de buna dahil.
Devletin almaktan vazgeçtiği vergilerin büyüklüğü de GSYİH’nin yüzde 5’i seviyesinde. Bütün sosyal harcamamızın yüzde 80’i. Sizin almaktan vazgeçtiğiniz vergi, sosyal destek harcamalarının toplamına neredeyse eşit.
Transferler nereye gidiyor dediğiniz zaman bunun içinde en masum olanı tarımsal destekler var, hanelere aktarılan sosyal destekler var…
PARLAMENTO TARTIŞMIYOR
- Aile Bakanlığı tarafından hanelere yaşlı bakımına vb aktarılanlar sosyal koruma kapsamında değil mi?
Onlar da dahil zaten sosyal koruma rakamlarına. Yoksullukla ilgili harcamalar, transfer harcamalarının bir alt bileşeni. Onu sosyal korumaya dahil ediyoruz hesaplama yaparken.
Tarımsal destekler, hanelere aktarılanlar gibi masum transferlerin yanı sıra sosyal güvenlik açığı, emeklilere verilen aylıklar da transfer gözüküyor, kişilere, firmalara aktarılanlar var. Transferde gözükmeyenler (vergi istisna muafiyetleri) de var: şirkete diyorsunuz ki şu işi yapıyorsan veya yatırım teşvik belgen varsa sen hiç vergi verme.
Bu paralar nereye gidiyor, kimler yararlanıyor, ekonomiye katkısı ne, bu paraların finansmanını hangi toplumsal kesimler (vergiler yoluyla) karşılıyor? Tartışmıyoruz. Parlamento da tartışmıyor, somutlaştırmıyor, analiz yapmıyor. Günün sonunda günahıyla sevabıyla yapanın yanına kâr kalıyor.
HARCAMALAR AYRINTILI YAYINLANMALI
- Muhalefet de bildiği ezberin dışına çıkıp şovun ötesine geçip sorgulama yapmıyor...
Aile Bakanlığı, sitesinde sosyal harcamaları ayrıntılı veriyor. Eskiden çok zorlanırdık, faaliyet raporlarından çalışırdık. Yeni Bakan döneminde ocak ayından itibaren excel dosyaları halinde, bütün detayıyla yayınlanmaya başlandı. Ama sizin buna bakıp, politika ve programlarla değerlendirip, öncelikleri tartışıp, karşılaştırıp ev ödevinizi yapmanız gerekir.
2010’larda kamu 280 milyar dolar harcıyormuş (yerel yönetimler ve sosyal güvenlik kurumu dahi). Bugün geldiğimiz noktada 500 milyar dolar, (ABD’deki) enflasyona göre düzeltmesini yapsak bile 400 milyar doların üzerinde.
Faiz dışı harcamaların GSYİH içindeki payı yüzde 27’lerden yüzde 34’lere çıkmış. Buna bir itirazımız yok, kamu büyür, vergiyi toplarsınız şirketlerden, kişilerden, kayıt dışı kalan alanlardan artan kamu gelirlerini ülkenin insan sermayesini güçlendirmeye yönelik çoluğa çocuğa, kadına, yoksul hanelere aktarırsınız.
- Siz daha önce yoksulluğun çocukları nasıl etkilediğini anlatırken “Sonuçları kötü olur, dönüşü de olmaz” demiştiniz…
Kırılgan kesimleri düşünün. Son 3-4 yıldır açıklanan enflasyon oranları zaten doğru değil. Dolayısıyla gelirler belki enflasyonla uyumlu artıyor ama geçim harcamaları bunun üzerinde. Dört kişilik ailenin açlık sınırı 20-22 bin lira. Yoksulluk sınırı 60-55 bin lira. Asgari ücret 17 bin lira. Emekli maaşlarının önemli bir kısmı 14 bin lira. Hesap ortada. Bu insanların dayanma gücü için bu dönemde desteğe ihtiyacı var.
ENFLASYON ÖZELLİKLE 2021-2023 YILLARINDA DÜŞÜK GÖSTERİLDİ
- Kayıtlara geçenden çok daha fazla insanın asgari ücret aldığı tahmin ediliyor. Asgari ücretin de altında çalışan büyük bir kesim var.
Asgari ücret, piyasa ekonomisi mantığında, devlet tarafından konulan ‘bunun altında ücret ödenemez’ yasağıdır, ücretlere kamunun müdahalesidir.
2015 yılında asgari ücret endeksi 100 dedim, 2024’te endeks 1890’a geldi. 2015’te TÜFE’ye de 100 dedim, 2024’te endeks 905’e geldi. Bunun anlamı şudur: ‘asgari ücretli refah içerisinde: enflasyonun bir kat üzerinde gelir elde etmiş!’
- Doğru mudur bu peki?
Herkesin açıklamakta da zorlandığı bu. Siz enflasyonu özellikle 2021-2023 yıllarında düşük göstermişsiniz ve bunun yarattığı çarpıklık meseleyi daha karmaşık hale getirmiş.
ASGARİ ÜCRET GEÇİMLİK ENDEKS ÜZERİNDEN TARTIŞILMALI
“Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun kurulma amacı, bir araştırma yapmaları ve asgari ücretle geçinecek olanların yaşam maliyetini (geçimlik ücreti) saptamalarıydı. TÜFE’yi esas almaları doğru değil. Düşük gelir grubunu kapsayacak bir geçimlik endeks hesaplaması yapılmalı. İçinde kira, beslenme, ulaşım olmalı. Asgari ücret artışını o geçimlik endeks üzerinden tartışmanız lazım. TÜFE zaten eksik hesaplanıyor ama zaten TÜFE, düşük gelir grubunun yaşam maliyetlerini yansıtmıyor.
“Asgari Ücret Tespit Komisyonu, aşağı yukarı 20 senedir etkin çalışmıyor. Koalisyon hükûmetleri döneminde bir denge arayışında daha iyi çalışıyordu.”
PİYASA EKONOMİSİNDE DAYANMA GÜCÜ SAĞLIYOR
- Yoksulluk ve sosyal koruma harcamaları sonuç olarak bir ‘sadaka’ niteliğinde değil mi? Herkese iş sağlamak, ücretsiz kreşe, ücretsiz kaliteli sağlık hizmetine erişimi ve eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak daha doğru bir yöntem değil mi?
Sorunun çözümü, ülkede insanların çalışacağı bir ekonomik yapıyı kurmaya ve çalıştırmaya çalışmakta. Aslında devletten beklenen bu. Modern dünyada bir ülkede siyasal yönetimlerin başarısı, çalışabilir çağda ve çalışmak isteyen ne kadar insana iş sağlandığı (ne kadar az insanın işsiz olduğu) ile ölçülür.
Ama piyasa ekonomisi içinde bazı toplumsal kesimler daha kırılgan olur, yoksullar, çocuklar, engelliler, düşük ücretle çalışan kadınlar gibi. Devlet eğitim, sağlık ve sosyal koruma harcamalarıyla işte bu kesimlere vergi ve sosyal transferler yoluyla dayanma gücü sağlar ve fırsat eşitliğini güvence altına almaya çalışan politika ve programları geliştirip uygulamaya koyar.
SİYASAL SÜREÇ, PARLAMENTO VE KAMUOYU DENETİMİ KRİTİK ÖNEMDE
Bugün 3 milyon civarında hane, asgari ücretin altında bir gelir elde ediyor, fert olarak bu sayı 7 milyonun biraz üzerinde. Bu hanelere ve fertlere beslenme ve barınma desteği yanında diğer sosyal destekleri onları hayatla mücadele içinde tutunmalarını sağlayacak şekilde vermek, kamusal politika önceliği ve siyasal bir sorumluluk.
Geniş anlamda eşitsizlik ve yoksullukla mücadele politikaları tabi ki eğitim desteği, kreş desteği, barınma ve gıda desteği, sağlık desteği ve tamamlayıcı gelir desteği gibi farklılaşan birçok yardımı kapsar.
Dolayısıyla özellikle kırılgan kesimlere yönelik sosyal yardım ve desteklerin temel kamusal amacı onların daha insani koşullarda hayatlarını sürdürmelerini sağlamak ve fırsat eşitsizliğini giderilmesidir. Bunun için de hem bütçe kaynaklarının daha etkin tahsisi hem de vergi meşruiyetinin oluşması için siyasal süreç, parlamento ve kamuoyu denetimi kritik önemdedir.