Prof. Dr. Rudolf El-Kareh: Bu abluka, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur

ABD ve AB’nin uluslararası hukuku ihlal ettiğini söyleyen Lübnan Ulusal Büyük Tehlikeler Konferansı Genel Koordinatörü Prof. Dr. Rudolf El-Kareh, ''Teslim olmaları için insanları aç bırakmayı amaçlayan bu abluka, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur” dedi

6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli yaşanan depremler Türkiye’deki 11 ilin yanı sıra komsumuz Suriye’de de yıkımlar yarattı. Depremin yaralarını sarmaya çalışan Suriye’ye, ABD ve Avrupa Birliği’inden yaptırım geldi. Arap ve Asya ülkeleri ise yardıma koştu.

Prof. Dr. Rudolf El-Kareh

Lübnan Ulusal Büyük Tehlikeler Konferansı Genel Koordinatörü, Misket Bombaları Ulusal Komisyonu ve 12. Birleşmiş Milletler Misket Bombaları Konferansı Lübnan Delegasyonu üyesi Prof. Dr. Rudolf El-Kareh Batı’nın Suriye’ye uyguladığı ambargoyu değerlendirdi.

Depremlerde oluşan yıkım ve uluslararası yardım konusundaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her şeyden önce Suriye devlet kurumlarının olağanüstü ve hızlı seferberliğini, dayanıklılığı artık kanıtlamış binlerce yıllık Suriye toplumunun gösterdiği muazzam dayanışmayı vurgulamalıyız.


ORTAÇAĞ KUŞATMALARINA BENZEYEN YASA DIŞI BIR ABLUKA

Suriye'ye karşı on iki yıldır devam eden hukuksuz savaşa rağmen, böylesine büyük bir doğal afete karşı ülke çapında gösterilen bu büyük reflex dikkat çekicidir. Bu, aşağı yukarı "Washington'un dostları"na tekabül eden, kendini "uluslararası toplum" ilan eden devletler bloğu tarafından kararlaştırılan ve en kötü Ortaçağ kuşatmalarına benzeyen yasa dışı bir abluka ve adaletsiz tedbirlerin altyapı ve tesislere verdiği muazzam zarara rağmen gerçekleşti.

Avrupa'nın giderek daha çok içinde çözündüğü Atlantikçi bloğa tekabül eden bu "Kolektif Batı"daki ikinci çarpıcı olgu, böylesine sıkıntılarla boğuşan ve tarihi iki sözde dünya savaşından doğan sömürgeci bölünmelerle derinden değişmiş bir bölgeye yönelik ayrımcı yaklaşımdı.

Bu konuda biz kendi nitelemelerimizi yapmaktan kaçınalım, zaten gerçekler kendi başına konuşuyor. Yazılı basın ve görsel-işitsel medyaya bakalım. Özellikle AB’de hem katı bir ayrımcılık hem de formatlanmış enformasyon hakim. Medyanın neredeyse tamamı 6 Şubat pazartesi gününü Türkiye'ye ayırdı, fakat Suriye ile ilgili neredeyse haber yapılmadı. Bazı medya kuruluşları Suriye'deki depremin korkunç etkilerini ya tamamen görmezden gelmeyi ya da önemsiz bir epifenomenmiş gibi ele almayı başardı. İğrenç bir kurban sınıflandırması.

TRAJEDİNİN İNSANSIZLAŞTIRILMASI

Bu ahlaksızlık, Atlantik'in doğal bir felaketin ortasında kendini Suriye krizine ilişkin tekrarlayan ideolojik anlatısıyla ortaya koydu. Her iki ülkeyi etkileyen bir trajedinin insanî boyutunu ve kurbanların kaderini düşünmek yerine kimileri Suriye'ye sağlanacak olası insani yardımın "rejim tarafından ele geçirilip geçirilmeyeceği" konusunda "endişelenirken", kimileri de bu "ele geçirme" konusunda sayısal değerlendirmelerde bulunarak sınır tanımayan bir haysiyetsizliğe imza attı. Suriye'ye ilişkin medyada yer alan haberlerin en ahlaksız yönü, en başta insanın kendisiyle ilgili olan bir trajedinin “insansızlaştırılması” olmuştur.

Suriye'ye ve dünyanın bu harap bölgesine bakış açısını yeniden insanîleştirmek gerekiyor.

BATI’NIN ART NİYETLERİ

Peki işin siyasi boyutu? Sunulan yardımlar çıkar gözetmeksizin mi yapıldı?

Siyasi tavır hep söz konusu. "Mekanizmalarıyla" hava atmayı seven AB’nin Türkiye'ye yardım güvencesi vermesi, Türk yetkililerin NATO politikalarına düşünmeksizin direkt katılmayı reddettiği Ukrayna'da yaşanan küresel çatışmada Ankara'nın mevcut pozisyonuyla bağlantılı art niyetler olmasaydı, kendi içinde çok övgüye değer olabilirdi. Türkiye ve Suriye'deki depremden bahsediliyor ama sadece Ankara'ya yardım teklif ediliyor. Gerçeklik sürekli olarak inkâr ediliyor ve Suriye'nin varlığı dahi yadsınıyor. Bazıları "Kuzey Suriye halkı için duygularını" ya da sadece Türkiye'deki depremden “derin üzüntü duyduklarını" garanti eden "tweetler" atıyor.


‘BAERBOCK BM HUKUKUNU İHLAL EDİYOR’

Art niyetlere gelince; Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Türkiye ile Suriye arasındaki illegal geçiş noktalarının varsayımsal yardımların geçişi için yeniden açılmasını istemesi… Sayın Baerbock, devletlerin egemenlik ve bağımsızlıklarının tanınmasını öngören Birleşmiş Milletler Şartı'nı ihlal ederek Suriye devletini göz ardı ediyor. Güvenlik Konseyi'nin Türkiye-Suriye arası geçişi tek kapıyla sınırlayan kararlarını ihlal etmeyi önermektedir. Uluslararası örgütün bir devletler birliği olduğunu ve Suriye'nin de bu örgütün kurucularından biri olduğunu hatırlayalım. Hepsinden önemlisi Bayan Baerbock, BM'nin kendi kararlarında söz konusu bölgeyi “terör örgütlerinin kontrolü altında” şeklinde nitelediğini unutmuş gibi yapıyor.

BM RAPORU: YAPTIRIMLAR KALDIRILMALI

Bu bağlamdaki en grotesk soytarılık, Netanyahu'nun Şam'dan gelen sözde yardım talebine yanıt vermeye hazır olduğunu söylemesiydi. Birleşmiş Milletler (BM) yönetimi, Şam'a yardım edecek mali imkanlara sahip olmadığını iddia ederken, BM Özel Raportörü Alena Douhan'ın Batı'nın Suriye'ye yönelik "tek taraflı yaptırımlarına" ilişkin kınayıcı raporunu görmezden geliyor. Bayan Douhan yaptırımları savaş suçu olarak tanımlıyor ve yaptırım uygulayan devletleri, “2011'den bu yana Suriye halkının yaşadığı yıkım ve travmayı devam ettiren ve şiddetlendiren tek taraflı yaptırımları kaldırmaya" çağırıyor. BM yönetimi bu raporun Cenevre'deki İnsan Hakları Konseyi tarafından incelenmesini önümüzdeki eylül ayına erteledi.

Ancak Washington ve sözcüleri, Suriye'deki felaketin varlığını görmezden gelerek ve kurbanları için tek bir merhamet sözcüğü bile kullanmadan, depremden sanki sadece Türkiye'yi vurmuş gibi bahsederek sinizmin doruğuna ulaştılar. Vatikan bize Papa'nın "derin üzüntü duyduğunu (...) ve ölenlerin ruhları için içtenlikle dua ettiğini" söyledi.

Sadece bu kısa özet bile insan haklarının jeopolitik amaçlar ve siyasi şiddet için nasıl ahlaksızca araçsallaştırıldığını göstermektedir.

Yaptırımların sona erdirilmesi için herhangi bir çağrı yapıldı mı?

Tabii ki var. Ancak her şeyden önce, eyleyicileri tarafından kullanılan "yaptırım" terimini reddettiğimi not etmek isterim. Bunlar tamamen yasa dışı ve tek taraflıdır. Bunları yapanların uzak ve yakın tarihleri korkunç insan hakları ihlalleriyle damgalıyken kendilerini erdem örneği olarak göstermeye ne hakları var? Ve onlara uluslararası hukuk açısından otorite olarak hareket etme hakkını kim veriyor?

ABD VE AB ULUSLARARASI HUKUKU İHLAL ETTİ

Yaptırımlardan bahsetme hakkına sahip tek uluslararası organ, gerekli hukukî hükümleri uyarınca Birleşmiş Milletler’dir. ABD ve AB tarafından alınan sözde kararlar tam anlamıyla uluslararası hukukun ihlalidir. Ortaçağ kuşatmalarının Amerikan versiyonu olan ve teslim olmaları için insanları aç bırakmayı amaçlayan bu abluka, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Bayan Douhan'ın raporu aslında bir iddianamedir. "Sezar" adı verilen yasa, Washington'un tehdit ve şantaj yoluyla dünyaya dayatmak istediği bir ABD ulusal hükmüdür. Bu abluka sona ermelidir. Suriye'yi ve komşularını, özellikle Lübnan ve Irak'ı, boğmaktan ve gelişmesini engellemekten vazgeçmeliler.

CEZAYİR, BAE, RUSYA, HİNDİSTAN, LÜBNAN, ÇİN, MISIR…

Bununla birlikte, yıllardır acımasız bir abluka altında tutulan Suriye'ye yardım etmek için sadece çağrılar yapılmakla kalmadı, aynı zamanda bazı ülkeler tarafından acil girişimlerde bulunuldu. Birleşik Arap Emirlikleri gibi ABD'nin dostu olduğu iddia edilen ülkeler de dahil birçok ülke Suriye’ye yardım etmek için inisiyatif aldı.

Malzeme ve uzman açısından ilk yardım felaketin ilk saatlerinde Cezayir'den geldi, hemen ardından Rusya, Çin, İran ve Hindistan geldi. Ciddi ve dışarıdan tetiklenen bir ekonomik krizle boğuşan Lübnan, Şam'a yardım etmek için limanlarını ve havaalanı altyapılarını açtı. Sivil savunma ve ordudan uzman ekiplerini Halep'e ve Türkiye’ye gönderdi. Irak, Washington'un dayatmalarını hiçe sayarak sınırlarını açtı ve itfaiye ekipleri sahada çalışmaya başladı. Birçok devlet başkanı gibi Mısır Cumhurbaşkanı Sisi de Suriyeli mevkidaşıyla doğrudan temas kurdu ve hükümetin görüşlerini yansıtan Mısır televizyon kanallarından biri Başkan Biden'ı "Suriyeli kurbanların kanından sorumlu olmakla" suçladı.


ORTADOĞU KİLİSELER KONSEYİ’NDEN YÜKSELEN SES

Ancak en güçlü ve belirleyici tepkilerden biri, tüm Doğu Kiliselerini ve Patriklerini bir araya getiren bir kurum olan Orta Doğu Kiliseler Konseyi'nden geldi. Suriye'ye yönelik ablukanın sona erdirilmesi ve "yaptırımların" derhal kaldırılması çağrısında bulunan Konsey, "aksi takdirde bunların devam etmesinin insanlığa karşı işlenmiş bir suç anlamına geleceğini" belirtti. Hiç de şaşırtıcı değil. Dünyanın bu bölgesinde kiliseler toplumsal bağların inşasında ve ahlakî alandaki seküler referanslarında önemli bir rol oynamaktadır.

Yıllardır kanlı bir saldırıya ve özellikle de ülkenin tarım ve petrol kaynaklarını düzenli olarak yağmalayarak insani krizi daha da ağırlaştıran Amerikan askerlerinin işgaline maruz kalan Suriye'ye yönelik ablukanın sona erdirilmesi için bugün geniş bir hareket ortaya çıkıyor. Türkiye bu krizde önemli bir rol oynadı, ancak görünen o ki akıl bir kez daha galip gelecek. Depremin yol açtığı trajedi, siyasi irade ve cesaret var olduğu sürece emperyalist aç gözlülüğün çıkmaza sürüklediği; komşu ülkeleri yeniden bir araya getirmek için bir fırsat olabilir.

‘GÜVEN UMUTTAN GELİR’

Sözlerimi, Şam Notre-Dame Kilisesi rahibi Peder Elias Zahlaoui'nin felaketin ertesi günü bana söylediği sözleri aktararak bitirmek istiyorum: "Ne Vatikan'dan ne de kendini medeni olarak adlandıran tüm Batı'dan daha fazlasını beklemiyorum. Ne büyük bir ironi! Ne büyük bir rezalet! Ama güçlü kalmalıyız. Güven umuttan gelir..."

Sonraki Haber