Prof. Dr. Serap Durusoy: Kriz devletin konumunu belirginleştirdi
Bolu İzzet Baysal Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serap Durusoy, krizlerle birlikte kapitalizmin sorgulanmaya başladığını anlattı.
Dün yayınlanan söyleşimizin ilk kısmında Durusoy, neoliberal sürecin toplum üzerinde yarattığı tahribata dikkat çekmişti. Durusoy ile söyleşimizin ikinci kısmında ise yakın zamanda kaleme aldığı Devlet Kapitalizmi adlı çalışmasını konuştuk.
- Devlet Kapitalizmi başlıklı bir çalışma kaleme aldınız. Ülkemizde 2018'den sonra uygulanan modeli devlet kapitalizmi olarak nitelendirebilir misiniz?
Meslektaşım Doç. Dr. Gülenay Baş Dinar ile editörlüğünü yaptığımız “Devlet Kapitalizmi” isimli ve 10 akademisyenin katkı verdiği çalışmamızda devlet kapitalizmini tarihsel süreç, kuramsal tartışmalar ve uygulamalar ekseninde incelemekle kalmayıp günümüzdeki devlet kapitalizminin geçmişteki devlet kapitalizminden farklı olan yönlerini de ortaya koymaya çalıştık. Aslında devlet, tarih boyunca sosyal ve ekonomik hayatın önemli bir aktörüdür. Fakat devlet müdahalesinin araçları ve alanları sosyal algılarla ve politik kurumlarla bağlantılı olarak zaman içerisinde önemli ölçüde değişti ve bu değişimde kuşkusuz krizler de etkili oldu. Nitekim daha önceki krizlerde olduğu gibi küresel finansal krize yönelik getirilen çözümler ve sosyo ekonomik modeller, kapitalizmin biçimlenmesinde rol oynadı. Kriz devletin küresel sistem içerisindeki konumunu daha belirgin hale getirerek temel siyasi ve ekonomik birimin devlet olduğu inancını yeniden güçlendirdi. Ancak devletin etkinliğindeki bu artış, literatürde gerçekte finans sermayesinin ve bankaların uğradığı zararların topluma mal edildiği, kamu harcamalarında kısıtlama getiren devletin bankalar söz konusu olunca bu cimriliği terk etmesinin bu zararları toplumsallaştırıldığı ve sınıf hedeflerinin korunduğu şeklinde yorumlandığı gibi kapitalizmin tam anlamıyla kendi kendine yeterli olmadığının kabul edilmesi şeklinde de değerlendirilmektedir.
KAPİTALİZMİN ÖZÜ SORGULANMIYOR
Öte yandan devletin yaşadığı bu dönüşüm Brenner tarafından “devletin yeniden ölçeklendirilmesi” olarak tanımlanmıştır. Brenner devleti ölçeklendirirken, devlet-sermaye ilişkisini merkeze koyarak, devletin sermaye birikim sürecinde yaşanan krizlerle birlikte yeniden ölçeklendiğini-dönüştüğünü belirtmektedir. Fakat bu dönüşümün sosyalizm ile karıştırılmaması önemlidir. Çünkü sosyalizmde bütün üretken cephenin devlet tarafından tekelleştirilmesi söz konusudur. Buna rağmen çok kişi bu gelişmeleri sosyalizmin canlanacağı biçiminde yorumlarken bir kısmı ise kapitalizmin sürdürülemeyecek kadar derin bir kriz yaşaması sonrasındaki alternatiflerin kusurları kabul edilmekle beraber, bir kaçış yolu olarak görmektedir. Wolff’a göre üretim araçlarının devlet mülkiyetine geçmesi sosyalizme bir geçiş olarak görülemez, hatta üretim ilişkileri demokratikleştirilmediğinde, üretim araçlarının devletin elinde olmasıyla özel şirketlerin elinde olması arasında bir fark yoktur. İktisat tarihini “devlet kapitalizmi” ve “özel kapitalizm” arasında gidip gelen bir sarkaca benzeten Wolff, her krizde kapitalizmin bir formundan diğer formuna geçiş için uygulanan yöntemlerin aslında kapitalizmin özünü sorgulamayı zorlaştırdığını belirtmektedir.
EKONOMİNİN SİYASALLAŞMASI SÜRECİ
Nitekim küresel kriz sonrası dönemde yapılan devlet müdahalesi yalnızca para ve maliye politikaları ve dış ticaretin kontrolü ile sınırlı kalmamıştır. Bu bağlamda piyasayı desteklemeye yönelik adımlar yeni devlet misyonları yaratmış ve yeni devlet kapitalizmi olarak nitelenen bir döneme girilmesine yol açmıştır. Günümüz devlet kapitalizminde devletin ekonomiye müdahalesi veya ekonomide girişimci olarak yer alması, zaman ve coğrafyaya göre farklı gerekçelere dayansa da aslında bu müdahale sermaye birikimi için gerekli koşulları yaratmak ve sermayenin kısa, orta ve uzun vadeli çıkarlarıyla ilgili olmanın dışına çıkmıştır. Çünkü buradaki devlet müdahalesi tek seferlik bir durum değildir. Bu devlet aktivizmi, devletin ekonomi üzerindeki politik denetiminin yeniden keşfi olarak da yorumlanmakta ve kapitalizmin yeniden üretiminin, devletin kendi çıkarına olduğu değerlendirmeleri yapılmaktadır. Yani bu süreçteki uygulamalar, devletin, piyasaları kendi ekonomik ve siyasi nüfuzunu artırmak için kullanmasına ve siyasi tercihlerin ve kamu çıkarlarının ön plana geçerek ekonomik önceliklerin siyasal önceliklerin arkasında kalmasına neden olabilecektir. Dolayısıyla, ekonominin siyasallaştırılması olarak tanımlanabilecek bu durumun, geçişteki örneklerinden farklı olarak kriz sonrası başvurulan geçici bir önlem olmanın ötesinde uzun vadeli stratejik tercihe dönüştüğü tespiti yapılmaktadır.
KALKINMANIN YERİNİ RANT ALIYOR
Bu bağlamda kriz sonrası kendine uygulama alanı bulan devletin, devlet kapitalizminin hem biçim hem de müdahale tarzını farklı şekillendirdiği söylenebilir. Bu değerlendirmelerden yola çıkarak 2008’den sonra Türkiye de dahil pek çok yükselen piyasa ekonomisi, post-komünist ve gelişmekte olan ülkelerde benzer bir şekilde devlet müdahalesinin farklı politik amaçları gerçekleştirmek için kullanıldığı görülmekte. Büyük ölçekli kalkınma programlarından basit politik rant arayışlarına doğru yönelme gözlemlenmekte. Politik kurumlar üzerindeki zayıf sosyal ve uluslararası kontrol, demokratik politik kurumların gerilemesine de neden olmakta. Bu bağlamda Bremmer’in de belirttiği üzere devletin fonksiyonlarının ekonomik eylemin lideri ve politik kazançlar için piyasaların kullanıldığı bir sistemde kendine yer bulan bu yeni devlet kapitalizminde, popülist politikalar ekonomik kararların alınmasında etkin olmakta.