Saadet Yılmaz Bircan’ın meşhur ettiği Kına Türküsü

‘Bu türküde kız ana evinden ata biner. Köyün etrafında dolaşır ve sonra oğlanın evinde iner. Oğlanın evine indikten sonra geriye dönüşü yok. O evin gelini. Onun için gelin çok yaslıdır. Onu güldürmek için söylenen türkü...’

Saadet Yılmaz Bircan ile söyleşimize bu hafta türkülerin öyküsüyle devam ediyoruz. Derleme sorunları, üzerinde en çok durduğumuz konular oldu. İbrahim Can ile sorduk, Bircan anlattı:

  • Sizi en çok etkileyen türkülerin derleme süreciyle devam edelim?

“Koca kapının güllabı ağır” türküsüne kaynak olan annem ve halamdır. Türküyü ikisi bir ağızdan söylediler... Derleme yaparken, türküyü bilen birkaç kişiye söyletip, ortalamasını, müzik normlarına hangisi uygunsa onu notaya almalı.”Koca kapının güllabı ağır” da bir yer var. “Güvey oğlanın kulağı da sağır” bu yer hatalı geldi bana. Sekiz on kez baştan alıp söylettirdim.

Bu türküde kız ana evinden ata biner. Köyün etrafında dolaşır ve sonra oğlanın evinde iner. Oğlanın evine indikten sonra geriye dönüşü yok. O evin gelini. Onun için gelin çok yaslıdır. Onu güldürmek için söylenen türkü... Güllabı biliyorsunuz. Güvey oğlanın kulağı sağır. İşitmezse hızlıca bağır diye güldürmeye çalışırlar. Bu bir olayın üzerine yakılmış gelin havası... Siniyi ters çevirip tef gibi çalarlardı.

KENDİRLİ’NİN HİKAYESİ

  • Kına havaları şu anda aynı şekilde devam ediyor mu?

Maalesef aynı şekilde devam etmiyor.

  • İ.C: Teknoloji mi oyunlarımızı değiştirdi?

Teknoloji oyunlarımızı değiştirdi ama bizim köyün hikayesi bir başka türlü. Bizim köyde otuz hane vardı. Bizde hiç kan davası olmaz. Köyden birisi tarlasını satmadı diye sınır komşusunu vurdu. Bu adam köyde barınamadı. Evini satışa çıkardı. Evi de Doğu’dan gelen bir aile aldı. O ailenin çocukları ile bizim köyün çocukları geçinemedi. Köy teker teker Bilecik’e göç etti. Bir arsa aldılar kocaman. Kendirli Mahallesi oldu orası. O arsaya hepsi ayrı ayrı ev yaptırdılar. Tanıdık bir tek hane yok şimdi Kendirli’de. Hepsi yabancı. Artık o köyün adetleri de yok. Herkes Bilecik’te düğün salonu tutup, bir günde dört beş saatte düğünlerini bitiriyor.

O kadar pişmanım ki. O zaman on iki yaşında bir çocuğum. Bilseydim türkülerimizin değerli olacağını hepsini derlerdim. Hatta filme alırdım.

  • İ.C: Okullarda edebiyat hocaları var. Bu edebiyat öğretmenleri halk türkülerini boş zamanlarında küçük yerlerde niye toplamazlar?

Yönlendirilse muhakkak yaparlar. Bu kadar değerli olduğunu bilseler eminim yaparlardı. Bu kadar yararlı olduğunu bilmezler ki. Haberleri bile yoktur.

  • Sonra siz Seksenli, doksanlı yıllarda televizyonda otuz dakikalık solo programlar yaptınız.

Televizyon konusunda şanssızım. İlk solo programımı yaptım. O zaman Uğur Dündar televizyon müdürüydü. 3 Ocak 1981 yılıydı, yayına girmiştik. O gün Türkiye’nin dörtte üçünde elektrikler kesildi. İlk solo programımda...

EĞİN TÜRKÜLERİ

  • Eğin türkülerine ilginiz eşiniz Mehmet Yılmaz nedeniyle mi?

Tabi. Eşim Eğinli. Mehmet ile yetmiş sekiz yılında evlendik. O kadar zengin türkü hazinesi var ki Eğin’de. Bilinmedik türkü var mı diye düşündüm. Mehmet türkü mırıldanıyordu. Bu türküleri hiç duymamıştım. Bu türkülerden on iki tanesini notaya aldım gönderdim. “Horoz havada horoz”, “Elinde süt küleği”. Eğin’e gittiğimde, gördüklerimden de çok etkilendim. Kadınların neden böyle duygusal türkü yaktıklarını o zaman anladım... Eğin türkülerinin çoğu derlenmişti. Ancak benim derlediklerim derlenmemişti. Mustafa Özgül bu türküleri kaynak kişi yetersiz diye kayda geçirmedi. Mustafa Özgül İstanbul’a gelmişti. Yavuz Top aynı sitede oturuyoruz, dedi. Ben de orada gördüm ve bize davet ettim. Mustafa Özgül Bey dedim, ben ille de iddia etmiyorum ben derledim diye. Ama bu türküler çok güzel. TRT’nin bu türküleri kazanması lazım. Kendi adınızdan verin bu türküleri. Öyle yapacağım, dedi bana. Ve teker teker kendi adından, benim derlediğim türkülerin notalarını değiştirmeden aynı notayla, TRT’ye kendi adıyla verdi. Türküleri notaya çekerken o kadar zahmet çektim, o kadar zordu ki. Benim adım hiç yok. Egolu bir insan değilim ama bu yapılmamalıydı.

‘HER YAŞIN BİR METREKARESİ VAR’

  • İ.C: Ziyarete geldiğimizde “Artık küçük ev İbrahim” dedin.

Emekli olduktan sonra düşünmeye çok vaktim oluyor. Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna, hayata dair. Çok fazla şey öğrendim. Herkes neden küçük evde oturuyorsun diye soruyor. Milli piyangonun büyük ikramiyesi çıksa ben yine küçük evde otururum. Çünkü bir oturma odasında oturuyorum, yatak odasında yatıyorum. Banyoydu, mutfaktı zaten her evde var. Her yaşın bir metrekaresi var. Yaşlandıktan sonra zaten gezemiyorsun. Odalarda bile gezemiyorsun. Küçük bir evde otururum, bana yeter.

‘ESKİ YAŞANMIYOR Kİ’

  • Derleme çok azaldı. Sizce nedeni ne?

Eski türküleri bilen yok. Bilenler öldüler. En eski artık bizler sayılıyoruz. Kitle iletişim araçlarıyla da Kars’taki türkü, Edirne’de duyuluyor. Etkileşim oluyor. Türkü diye bir şey yakmak da mümkün olmuyor. Aşıklarda birkaç türkü yakmak olur. Onlar da çok modernleştiler. Türkü eskiyi anlatır.

  • Modernleşme bizi eskiden koparttı mı?

Eski yaşanmıyor ki. Şimdi harman mı var. En çok türküler benim çocukluğumda orak biçerken, harman yaparken söylenirdi. Şimdi harman makinaları var. İşler bir günde hallediliyor.

  • İ.C: Üretimden uzaklaşma var. Üretimi olmayan ülkenin türküsü de olmaz.

‘DERLEME GRUPLARI VARDI’

  • Eskiden TRT’nin derleme konusunda teşviki var mıydı? Derleme nasıl yapılıyordu?

Sen kendin derleme yapmıyorsun. Derleme grupları vardı. Anadolu’ya gidiyorlardı. Derlenen türküleri Nida Tüfekçi, Yücel Paşmakçı notaya alıyorlardı. Bu grupta bir yıl çalıştım. Çok çeşitleme çıktı. Muzaffer Sarısözen, Allah rahmet eylesin, dinlemeye layık olanları derlemiş. Bunlardan kalan notalar vardı. Biz de onlara bakıyorduk. Hep birbirine benzeyen, hatta Tuncer İnan abi bir tanesini alalım diye ısrar etti. Tuncer abi dört tane, beş tane türküden alınmış, bu kadar benzeri varken, ben dinleyici olsam, dinlemek istemem dedim. Şimdi yeni yeni derlemeler çıktı diyorlar. Yine varyant çıkacak.

  • İ.C: Sizin gibi usta sanatçılar, ustalık biliyorsunuz beyin ile gırtlağın bileşimi. Bilgi ile gırtlak. Hafızaya öyle bir yerleşiyor ki, diyelim ki Bilecik, hem resmiyle, hayaliyle, harmanıyla o dil bile türkü olarak yansıyor. O resmi hayal ederek yeni beste yapmak gerekir mi?

Olay yaşanmışsa onun etkisiyle türkü yakılabilir. Hangi ezgiyle yapacak? Nihayetinde yedi tane nota var. Bemolüyle, diyeziyle bu on tane, on beş tane olsun. Hangi aralığı kullanacaksın? La Mi aralığı mı kullanacaksınız?

ELMANIN PEMBESİNDE NELER VAR NELER!

  • İ.C: Üretim olmadığı sürece insanların aklına türkü de gelmez. Buraya gelmeden önce Saadet Ablaya gidiyorum, Bilecik’te ne var ne yok bir bakayım dedim. Bizim de uzun yıllardır okumadığımız bir türkü ile karşılaştım. Rahmetli Mustafa Geceyatmaz’ın sesiyle dinledim. “Elmanın bir yanı pembe”. Düşünün bir elma, elmanın bir tarafı pembe. Onun içinde güzel bir kız var, köy var, temizlik var, arı var, bahçe var. Elmanın bir yanı pembe derken genellikle mani olarak yapılmış. Mani tarzındaki türkülerin ilk iki satırı son iki satırı hazırlar. Bütün türküleri incele, hep anlatmak istediğini son iki satırdır. İki satır hazırlayıcıdır. Bazen son iki satırla alakası yoktur. O, kapı açar. Bazen sahnede Asiye türküsünü okumamı istiyorlar. Adam diyor ki “oy Asiye Asiye, tütün koydum keseye.” Esasında “Anan seni everecek, tütüne veresiye” demek için ilk dizede Asiye’yi kullanıyor.

‘İLETİŞİM ARAÇLARIYLA HEPSİ BİRBİRİNDEN ETKİLENMİŞ’

  • Binlerce türkü var derlenmiş. Bir kısmı TRT arşivinde, diğer kısımları başka arşivlerde. Genç nesil o türkülerin varlığından haberdar mı? Bu konuda neler yapılabilir?

Yeni derlemelerden çok bir şey çıkacağını zannetmiyorum. İletişim araçlarıyla hepsi birbirinden etkilenmiş. Bunu yapacağımıza on bine yakın derlenmiş eski türküler var. Bunların ancak bin beş yüzü kullanılıyor. İnceleyin, beş yüz türkü ile emekli olanlarımız var. Bizlere çok şey düşüyor. Biz devamlı arşivden alıp yeni türkü koyarsak, ne verirsek halk onu duyar. Sen devamlı vur davulcu vur dersen onu öğrenir.

  • Bizlere derken biraz açabilir miyiz?

Ben sürekli dört değişik türkü okurdum. Nereden buldun diye sorarlardı. ‘Saadet abla geldi, yeni türkü öğreneceğiz’ diyenler vardı. Biz sanatçılara çok şey düşüyor. Halk bunu sevmiyor diyemezsin. Sevmediğini nereden biliyorsun? Halka vermemişsin ki.

  • İ.C:Bazen hüzünleniyorum. Radyodan emekli olmasaydım, son beş yılda belki beş yüz türküyü kaydedip yarınlara bırakabilirdim. Radyoya ilk girdiğim yıllarda tanıştığım son yıllarını yakalayabildiğim, “Şu dünyada üç nesneden korkarım, bir ayrılık bir yoksulluk, bir ölüm” unutulmaz eserinin sahibi Adanalı Aziz Şenses gibi üstatları da kaydetmek lazımdı. Yine rahmetli Turan Engin ile sohbet ediyoruz dedim ki; “Üstat senin bu uzun havalarını, kırık havalarını Mehmet Erenler Hoca çalsa da siz okusanız. Temiz bir kayıtla, yarınlara kalsa.”

‘ON BİNİN BEŞ BİNİ DERLENMİŞ’

  • On bin türkünün kayıtları var mı?

Benim bildiğim TRT arşivinde on bin türkünün beş bin tanesi derlenmiş. Kitaplarımızda beş bin numarasıyla türküler var. Ama beş bin tanesi daha derlenmemiş. Yeni derleme yapılacağına onlar incelensin, notaya geçirilsin.

  • İki sorun var. Biri on bin türkünün halka ulaştırılması. İkincisi gençlerin ve yeni neslin türküden uzaklaşması. Bu konuda ne yapılabilir?

Halka ulaştırmak için sanatçılar değişik türküler okuyacaklar.

  • Sizin gibi sanatçılar azaldı. Bunu devam ettirecek nesil kaldı mı?

Burada suçlu varsa konservatuvar mezunu hocalardır. Kim yetiştirmiş? Mesela siz koroda Yıldız çeşitlemelerini o şaheserleri okuyor muydunuz?

  • İ.C: O şaheserleri radyoya ilk girdiğim yıllarda okuyorduk.

DEVLETİN GÖREVİ

  • Girdiğim yıllarda diyorsun. Altmış, yetmiş, seksenli yıllarda bu konuya daha fazla önem veriliyormuş. Bu kalıcılığı sağlamak için devletin ne gibi görevleri var?

“Türkü ağırdır, halk bunu sevmez” deniyor. Halka verdin de sevmedi mi? Bu konuda ben de çok dertliyim. Kim, Yurttan Sesler’i dağıttıysa, türkü kültürünü bitirdi. Devletin zihniyetinin değişmesi lazım. Hükümetin yaklaşımının değişmesi lazım ya da hükümetin değişmesi...

‘KOROLARLA KİTLELERE YAYILDI’

  • İ.C: Dışarıda öyle bir şey oldu ki, TRT’de çalışanların sayısı azaldıysa, dışarıda da inanılmaz bir koro çalışması olmaya başladı. Tahminin çok ötesinde. Her caddenin başında bir koro oluştu. Kitlelere yayıldı. Herkes türkü söylemek istiyor.

Onu yönlendirmek çok önemli. Denetim olmalı.

  • İ.C: Savaşta bir kural vardır. Merkezi güçlü tutmazsan, kanatlar ne kadar güçlü olursa olsun ordu yenilir. Bu da bir türkü savaşıysa, merkezi güçlü tutmak lazım. Ama bu merkez dağıtıldı. Bir merkez yok şimdi.

Aynen öyle.

  • İ.C: Bahsettiği dönemde insanlar tek kalp gibiydi. Şimdi çok kalp var. İllerinde televizyonları var. Onlar sadece kendi yörelerinin türkülerini dinliyor.

GELECEĞE NAKLETMEK

  • Önemli olan bir türküyü bilimsel açıdan da geleceğe nasıl nakledeceğiz? Türküler okullarda ders olarak okutulmalı mı, nasıl okutulmalıdır?

Kesinlikle okutulmalıdır. Hatta radyoya yeni girdiğimde çocukların eline mandolin yerine cura verilmeli diyordum. Cura verilirse, ne çalar cura türkü çalar. Bütün sene boyunca beş türküyü bile öğretsen, bu bir temeldir. Çözümü öyle buluyorum. Çocukların türküleri öğrenebileceği basit bir kitap hazırlamayı düşündüm.Kendimi bildim bileli çocukların cura çalmasını savunmuşumdur.

  • Çocuklarımıza türkülerle tarihimizi anlatıp, sevdirebilir miyiz?

Türkülerimizin sözlerinde tarihimizi bulabilirsiniz. Ayrıca tarih anlatamaz ama hikayeleriyle tarih anlatılmıştır. O tarihlere ait muhakkak türkü yakılmıştır.

  • Hoş sohbetiniz ve verdiğiniz değerli bilgiler için teşekkür ederiz.

‘SAHNE SANATÇISI DEĞİLİM’

  • Sahne ve plak çalışmaları oldu mu?

Plakçılarla, sahne sahipleriyle hiç anlaşamadım. Bir Kolombiya, bir Coşkun Plak’ın yetkilileri çok peşime düştüler. Kolombiyanın bir adamı vardı. Bizim altmış altı grubuyla Mine Yalçın ve benimle çok ilgilendi. Bir ay radyoya geldi, gitti. Nida Bey, “Ne plağı. Sizin reklama ihtiyacınız mı var? Zaten Radyo reklamınızı yapıyor” dedi. Sahne de şu: bir Yakamoz vardı. Radyonun aşağısında. Sahibini Eğin gecesinde görmüştüm. Eğinliler beni kendi gelinleri gibi gördükleri için havai fişekleri attılar, halaylar çektiler. Kırk beş dakika boyunca sahnede kaldılar. Bu kız halkı coşturuyor diye orada bana sahne teklifinde bulundular. Ben de ‘Adam coşturamam, gelinleri olduğum için coştular’ dedim. Olsun sen yaparsın, dediler. Oraya da çıkmadım. Sahne sanatçısı değilim ben. Hatta televizyon sanatçısı bile değilim. Ben radyoyu seviyorum.

Sonra Mehmet Özbek’in televizyon programları başladı. Biz altmış altı kuşağı o programın solistleriydik. Program çok tutuldu. Çünkü bir tek TRT kanalı vardı. Bir buçuk saat dinlendikten sonra şöyle nutuklar alırdık; “Bir buçuk saat maç gibi izledik. Nasıl geçtiğini anlamadık.” Ve biz on beş gün sokağa çıkamazdık. Aklıma gelmezdi. Sokağa çıkınca herkes tanırdı. Akşamları sadece ve sadece o program seyredilirdi. Tek televizyon kanalıydı tabi...

  • İ.C: “Kızardı kayalar” türküsü gelin ağlatmak için inanılmaz bir türkü. Kadınların okuduğu koroda “Kızardı kayalar” tadına doyum olmaz.

İlk Eğin’e gittiğimiz zaman ben trenle dönüyordum. Hem türküleri mırıldandım hem de ağladım. O kadar etkilendim ki. Kadınlar hep kocalarının gurbet acısını çekmişler. O zaman Eğin’de ekmek kapısı yok ki. Ya İstanbul’a ya da Ankara’ya gitmiş kocaları. Türküler kadınlar tarafından öyle yakılmış.

‘YAKMAK: O AN ÇIKAN BİR DERDİNİ ANLATMAK’

  • Türkü yakmak ne demek?

Yakmak kelimesi mecazi anlamda kullanılıyor. Doğuda hâlâ var, cenazenin başında ağıt yakmak. O an çıkan bir derdini anlatmaktır. Ya da bir olay olmuştur. Komşunun gelini sele kapılmıştır, bu konuda kendince bir türkü yakmıştır. Şimdi duygularımız köreldi. Her gün bir türkü yakılacak olay oluyor.

‘AYDINLANMAK İÇİN AYDINLIK OKUYUN’

  • Son olarak Aydınlık okurlarına ne mesaj vermek istersiniz?

Aydınlanmak için Aydınlık okusunlar.

TÜRKÜNÜN SÖZLERİ

Goca kapının güllabı ağır (nenninenni)

Güvey oğlanın gulağı da sağır(nenninenni)

İşitmezse hızlıca bağır (nenninenni)

***

Bağlantı:

A başı devletli gelin (nenninenni)

Düğünü şenlikli gelin (nenninenni)

Pilavı lezzetli gelin (nenninenni)

***

Bindin atlar gutlu olsun (nenninenni)

Sağdın inek sütlü olsun (nenninenni)

Vardın oğlan mülkü olsun (nenninenni)

GÜLLAB : Ucu eğri demir, çengel, kanca, küllab

Yöresi: Bilecik-Kendirli Köyü

Kaynak: Nuriye Yılmaz-Fatma Kar

Derleyen ve notaya alan: Saadet Yılmaz Bircan

Sonraki Haber