Sadece sanata değil insana karşı da sorumluluğumuz var
Devlet tiyatrolarında oyuncu ve yönetmen olarak çalışan, bilinen sinema ve dizi filmlerinde roller alan Ali Düşenkalkar, Anadolu Ajansı'na verdiği söyleşide hem sanatçılara hem de devlet yetkililerine sorumluluklarını hatırlatan önemli değerlendirmelerde bulundu.
AA Muhabiri Dilek Dallıağ'ın sorularını yanıtlayan sanatçı, “Sorumluluk, sadece sanata karşı değil, insana karşı da öyle. Sanat benim için bu anlamda araç olarak kullanılabilir. İnsana karşı da her zaman nefes alıyorsak sorumluluğumuz vardır. Ben sadece bu kapsamda sanırım tiyatroyla buluştuğum ve bu yapıda bir kültürde ders aldığım için böyle düşünüyorum” diye konuştu.
Ali Düşenkalkar "Baba Evi", "Hanımın Çiftliği", "Muhteşem Yüzyıl Kösem’" ve "Gönül Dağı" adlı dizilerle, "İstanbul Kanatlarımın Altında", "Kaç Para Kaç", "Çamur", "Korkuyorum Anne", "Devrim Arabaları", "Osmanlı Cumhuriyeti" ve "Ay Büyürken Uyuyamam" adlı filmlerde rol almıştı.
HEM FELSEFİ HEM DE ESTETİK AÇIDAN KENDİMİZİ BESLEMELİYİZ
Lefkoşa doğumlusunuz. Lefkoşa’da tiyatro ve sanat, insan hayatında ne kadar etkili ve nasıl bir yerdedir?
"Çok uzun zamandır Lefkoşa’nın dışındayım ama bağım kesilmedi. Annem ve kardeşim orada. Son 2-3 yıldır Lefkoşa Belediye Tiyatrosu idaresi bir değişim gösterdi. Bayrak değiştirdi arkadaşlar. Fakat Devlet Tiyatrosu’nun biraz atıl kalmış bir hali var. Üstelik çok büyük anlaşmaları var, Türkiye'deki Devlet Tiyatroları ile. Yılda iki yönetmen, iki oyuncu ve dekor yapımı becayiş edilebilir ya da buradan yardım isteyebilirler. Orada kadroların gelişmesi ve genişlemesi lazım. Gelişme ise sadece okul bitirmekle olmuyor. Oradaki dostlar sanırım biraz az görüyor bunu. İnsanın herhangi bir sohbette, bir resimde ya da müzik parçasını dinlediğinde beslenmesi gibi hem felsefi hem de estetik açıdan kendimizi beslememiz gerekiyor, her zaman, her yerde. Sanatçının zaten asıl durakları buralar. Oralarda beslenir ve oralara yatırım yaparsak, kendi ülke tiyatromuza da şehrimize de ülkemize de sınırlarımıza da belirli katkılarda bulunuruz. Orada bir duraksama var galiba. Siyasiler, gerçek yatırımın insana olduğunu unutmadan, tiyatroya yatırım yaparlarsa sanırım gelişebilir. Kıbrıs’ta tiyatro yanmıştı ve yanmış olan tiyatro yapılmadı. Başka bir şey söylemeyeyim. Siyasiler bunu işitirlerse kendi kulaklarını çeksin."
BİZ ŞANSLIYDIK
Usta sanatçı, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’ndan mezun olur olmaz Devlet Tiyatroları’na hiç ara vermeden başlamasıyla ilgili olarak da şunları söyledi:
“Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarının tiyatro bölümüne 1979 yılında giren öğrenciler, çok önemli bir yelpazedeki öğretim görevlileri tarafından yetiştirildi. Yani bizim sınıfımızın hocaları, Türkiye tiyatrosuna bugün damgalarını vurmuş insanlardır. Onun için çok şanslıydık gerçekten. Zaten tiyatro, usta-çırak ilişkisine dayalı bir şeydir. 1979 yılında girdik, 1983 yılında mezun olduk. Birkaç arkadaşımız alt sınıfta kaldı. Fakat onlarla da birkaç yıl sonra İstanbul Devlet Tiyatrosu çatısı altında buluştuk. İstanbul Devlet Tiyatrosu yeni kurulmuştu. 4-5 yıl olmuştu. 60 kişilik ortalama bir kadrosu vardı. Biz 11 kişilik bir sınıftık mezun olduğumuzda. 10 kişi birden tek dilekçeyle bizi İstanbul kadrosuna aldılar. Devlet Tiyatrosunun genç insana ihtiyacı vardı. Bizim öğretmenlerimiz sağ olsun Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarının öğretim görevlileriydi. Bir torpil mi yaptılar? Hayır. Bir 10 yıl sonra tiyatronun bütün yükünü bu sınıf taşıdı.”
SADECE SANATA DEĞİL İNSANA KARŞI DA SORUMLUYUZ
"İstanbul Efendisi", "Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz", "Macbeth", "Amadeus", "Afife Jale", "Küçük Nasrettin" ve dahası, çok sayıda oyunda, oyuncu, yardımcı yönetmen ve yönetmen olarak da görev yaptınız. Sanki yıllar içinde hiç boşluk vermeden çalışıyor olmanız sanata karşı büyük bir sorumluluğunuz varmış hissi uyandırıyor. Siz öyle hissediyor musunuz?
“Sorumluluk, sadece sanata karşı değil, insana karşı da öyle. Sanat benim için bu anlamda araç olarak kullanılabilir. İnsana karşı da her zaman nefes alıyorsak sorumluluğumuz vardır. Ben sadece bu kapsamda sanırım tiyatroyla buluştuğum ve bu yapıda bir kültürde ders aldığım için böyle düşünüyorum. Sahnede olmak güzel bir şey. Şimdilerde artık pek sahnede olmayı seçmiyorum. Yönetmenlik tarafına geçmek daha çok hoşuma gidiyor. Son 5-6 yıldır yaptığım oyunlarla daha çok aşağıda olmayı seviyorum gerçekten. Üretimin farklı bir bakışıyla, başka bir tümce söylemek için. Yaşamınızda derdiniz varsa da zaten sanatla uğraşırsınız. Hele tiyatroyla derdiniz olmazsa yaşama dair, hiçbir şekilde yoksunuzdur orada. Derdiniz varsa kurtulamazsınız da bu dertten. Hep bir şey anlatmak durumundasınız ya da sizce nasıl olması gerektiğini söylemek zorundasınız.”
TEKNOLOJİ, SESLENDİRMENİN ESKİ DEĞERİNİ KAYBETTİRDİ
Seslendirme üzerine verdiği cevaplarda teknolojinin sanat üzerindeki etkisine de değinen sanatçı, "Artık yavaş yavaş ülkemizde teknolojinin gelişmesiyle iyi seslendirme yapılmadığı kanaatindeyim. Çünkü eskiden biz stüdyoya hep beraber, 7-8 kişi girerdik ya da konuşacağınız roller beraber girerdi. Artık şimdi salgının da bize kazandırdığı bir şeyler oldu galiba. Evden de seslendirme yapabiliyoruz. Belirli programları var ve evden siz konuşuyor, gönderiyorsunuz. Sonra başkası da aynı şekilde yapıyor gönderiyor. Onun ne dediğini, nasıl dediğini bilmiyorsunuz. Hangi tonda cevap vereceğinizi bilmiyorsunuz. Yani stüdyodaki insanın aldığı nefesin nasıl bir nefes olduğunu ya da nasıl bir tonda size bağırdığını bilmiyorsunuz. Artık makinelere ve teknolojiyle yapılan bir seslendirmeye kalınca, bu anlamda biraz eski değerlerini yitirdi" şeklinde konuştu.
ÖZGÜR YETİŞEN İNSAN ÜLKESİNE YARARLI OLUR
Seyirciyi yetiştirmeye çocuk oyunlarıyla başlanılacağını savunuyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz? Bu çocuk oyunlarıyla başlayan bir nevi eğitim durumu hem sanat hem insanlık adına neleri değiştir sizce?
"Dünyayı değiştirecek. Dünyaları değiştirecek. Çocuklar ve gençler bizim geleceğimiz. Biz, onlara yatırım yapmazsak değişmeyecek dünyamız. Yani bildik, gördükle ilerleyecekler. Ama yaşamlarına estetiği, güzelliği tiyatroyla beraber getirebiliriz. Sadece tiyatro da demiyorum bu sinemadır, açık alanlardaki parklardır, sosyal değerlerdir, müzedir, bir konserdir. Çocukları yetiştirmemiz lazım. Okuldaki eğitmenlerinden başlamamız lazım. Bunun bir gereksinim olduğunu anlatmamız lazım eğitimcilerimize. Bunu gereksinim olarak hissettikleri anda değişim başlayacaktır. Gerçekten 'eğitim şart' sözü, eğitimin gerekliliğinden kaynaklanır zaten. Türkiye son 30 yılda okur-yazarlıkta başarıyı sağladı. Fakat bilgi, kültür ve birikim adına bir parça gerideyiz. Üniversitelerimizin haline bakarsanız ilk 500’de çok az üniversitemiz var. Çocukların eğitiminde ise çocuk tiyatroları çok önemli. Oradan başlar insanı tanımak. Kendinin dışındaki, annesi, babası, öğretmeni ve arkadaşları, bir tiyatroda bunların hepsini görebilir karşılıklı.
Bir bebek önce emekler, bir yere tutunarak ayağa kalkmaya ve sıralamaya başlar. İki adım atar, düşebilir. Bırakın düşsün, kalkacaktır. Ama siz onu tiyatroya götürürseniz, estetiği, felsefeyi, güzel sanatları, kitabı tanıtırsanız, başka bir dünya olduğunu anlar. Bu dünya ile onun varlığını yapılandırmaya çalışırsanız, düşünce sistemini özgür, bağımsız düşünce sistemi olarak yetiştirmeye çalışırsanız o da bu özgürlükle ülkesi için yararlı bir insan olacaktır. Bir çocuk oyununda yarına ait ne öğretebilirsiniz? Aslında her şeyi. Yüzleşeceği o an, tasarlayabileceği renklerden tutun neyi var edebileceğini, yanlışın ne olduğuna kadar her şeyi öğretebilirsiniz. Zaten tiyatronun asıl amacı da o işte. İnsanı insanla anlatma meselesi. Çocuk sadece ekranda ve sinemada değil, tiyatroda bunu gördüğünde, inanın bana çok daha iyi ve sürati hızlandıran bir eğitim modeli bulabilirsiniz. O yüzden çocuklar değiştirecek dünyayı."
ZOR ZAMANDA SADECE SANAYİCİYİ DEĞİL İNSANI DESTEKLEMEK GEREK
Tiyatrocular için birçok yardım projesinde bulunduğunu söyleyen Düşenkalkar, birlik olmanın önemini vurguladı ve ülkemizin salgından sonra yeni bir yapılanma sürecinde olacağını düşündüğünü belirtti:
"Umuyorum kültür politikaları yeniden düzenlenir. Umuyorum kültür politikasının değişmesi gerektiği, gerçek katkının insana yatırım olduğu anlaşılabilir. Zor zamanda sadece sanayiciyi desteklemek değil, insanı destelemek için bir şeyler yapmak lazım. Tiyatro salonuna giren seyirciyi devletin de desteklemesi lazım."