‘Şair popüler kültüre teslim olmamalı’
Şair Abdülkadir Budak’a ‘Şiir bitti mi?’ diye sorduk. İnsan tükenmedikçe şiirin tükenmeyeceğini belirten Budak, 'Şair kendi şiirini kurmalı. Okur sayısını artırma umuduyla popüler kültüre teslim olmamalı.' dedi
Uzun yıllardır Sincan İstasyonu dergisini çıkaran Şair Abdülkadir Budak, başlattığımız şiir soruşturmasına katıldı. Budak, şairin popüler kültüre teslim olmaması gerektiğini belirtti. İdeoloji ve şair meselesine de değinen Budak, şairlerin elbette bir siyasi görüşü ve tercihinin olması gerektiğini ancak parti sözcüsü gibi davranmaktan da kaçınmasının şart olduğunu belirtti. Metinlerarasılık akımına da karşı çıkan Budak şiirin şiir, romanın da roman olarak kalması gerektiğini savundu.
‘ŞİİR ŞİİRDİR ROMAN ROMAN’
- 21. yüzyılda şiirin yeni bir tanımından söz edilebilir mi?
Şiir, şiirdir! Hangi caddelerden, ara sokaklardan, farklı istikametlerden gidilirse gidilsin Roma’ya (şiire) varılır. Form olarak değişimler gösterse bile “şiir dili” denen şeyin değişmesi o kadar kolay değildir. Yoğunluğuyla, özlü ve çarpıcı oluşuyla, en önemlisi de bazen aleni bazen de alttan alta duyulan sesiyle, ritmiyle düzyazıdan ayrılır, varlığını hissettirir. Şiirin tanımı değil bizatihi kendisi esastır. Düzyazı şiir (mensur şiir), görsel şiir, somut şiir vb. adlandırmalara pek de itibar etmemeli. Ortaya konulan şiir midir, değil midir, ona bakılır.
- Dönem dönem ortaya atılan bir iddiadır. Şiir bitti mi?
-Klişe, nasıl ki şiirin baş düşmanlarından biriyse, şiir soruşturmalarının baş düşmanı da “şiir bitti mi?” sorusu olmalıdır. Bu soruya kimlerin hevesle olumlu yanıt verdiğini bir şair arkadaş burada ifade etmişti. Hem yazan hem de on yedi yıldır Sincan İstasyonu adlı dergiyi çıkaran biri olarak “mümkün mü” demiş oluyorum. Klişe demiştim ya, doğru klişelere de rastlanır bazen: “İnsan tükenmedikçe şiir tükenmez.”
‘ŞAİR ALICISINI HESAP EDEMEZ’
- Şiirin halkla arası nasıl? Geniş kitleler şiirin sesini ne kadar duyuyor?
-Ben bunu “şiirin okurla arası nasıl?” biçiminde anlamak istiyorum. Şair arıya benzer. Arı çiçek çiçek dolaşıp kendi balını üretirken ne onun besin değerini ne de kimlerin yiyeceğini merak eder. Şair, yazar şiirini; derdini, meselesini sanatın kuralları içinde ortaya koymaya çalışır, alıcısını hesap edemez. Hem hangi alıcı, okuyucu? Profili nedir, eğitimi, kültürü ne kadardır? Algısı, duyarlılığı hangi ölçülerdedir? Devlet memuru mudur, işçi midir yoksa esnaf mı? Kimdir? Halk bütün bunlardan oluşuyorsa, bütün bunların “okur” olma özelinde buluşması gerekir ki şair alıcı bulabilsin. Adı üstünde “halk şiiri”; sayıca çok insana ulaşabilir, modern şiir için öyle söylenemez pek.
Okuru daha azdır, bunda bir sakınca yoktur. Geniş kitleler hazır giysilere, basma kalıplara, bildik şeylere açıksa ne olacak? Sloganı şiir zannediyorsa? Şiiri araca çeviriyor, kullanım değerine bakıyorsa ne olacak? Şairin işi en başta kendi şiirini kurmaya yönelik olmalı, okur sayısını arttırırım umuduyla popüler kültüre teslim olmamalıdır. Gerisi gerisine kalmıştır. Dilde, anlayışta, bakışta, algı genişletmede devrime evet, ama siyasal, ekonomik vb. devrim yapması beklenmemeli şairden.
‘ŞİİR GİBİ ROMAN NİTELEMELERİNE KATILMIYORUM’
- Bir fikir de şu: Şiirin aslında bütün biçimlere etki ettiği, onların içine sızdığı şeklinde. Bu bağlamda şiir ve resim, şiir ve sinema ve şiir ve müzik birlikte değerlendiriliyor. Sizce bu doğru mu? Doğruysa bu bağ nasıl oluştu?
-Geçirgenlik söz konusudur elbet. Bir türün ötekine yaptığı sınır ihlallerine rastlanır da, bana kalırsa şiir sadece şiir, roman sadece roman, resim sadece resim olarak kalmalı, türler kendine özgü bağımsızlığını korumalıdır. “Şiirin içinde müzik, müziğin içinde şiir” aranabilir, bulunabilir de “şiir gibi roman, şiir gibi resim” vb. nitelemelere pek sıcak bakamıyorum.
Sözgelimi mimari özellik edebi ve görsel sanatlar için de geçerlidir ama şiirin mimarisi ile romanın mimarisi farklı olmalıdır. Ruhları farklıdır da ondan. Özellikle edebiyatta, esas aldığı türün hakkını vermeyi başaramayanlar “metin” deyip çıkıyor işin içinden. Yazdığı roman desen değil, anı desen değil, deneme desen değil, o halde koy adını gitsin: “Metin” ya da “metinlerarasılık.” Sincan İstasyonu’nun geçmiş sayılarından birine Hasan Ali Toptaş’a “sizin için şiirsel romanların yazarı denilmesi hoşunuza gider mi” diye sormuştuk, yanıtı “hayır” olmuştu. Kıssadan hisse.
‘KİMSEDEN SES ÇIKMADI’
- Son dönemde şiir kitaplarının satış oranları hayli düşük. Eskiden olduğu gibi dişe dokunur şiir eleştirileri ve polemikler de yayınlanmıyor. Bunun sebebi nedir?
- Yıllar önce, Oktay Rifat’ın bin adet basılan şiir kitabının ancak üç yılda tükendiğini okumuştum. O yıllarda beş bin, on bin adet satılan kitapların şairleri nerede diye sormalı. Oktay Rifat burada çünkü. İyi şiirin, modern şiirin alıcısı her zaman az olmuştur, ekonomik koşulların daha da kötüleşmesi nedeniyle şiir kitaplarının satış sayısı bugün biraz daha azalmıştır. Çok satmak değil her dem taze olabilmek esastır. Şiir eleştiri işi şairlerden akademisyenlere geçti geçecek. Böylesi edebiyatın hayrına olacaktır.
Polemik konusuna gelince… Dergi çıkaran biri olarak bu konuda “davet mektubu” bile yayımladığım oldu. Kimseden ses çıkmadı. Taşlama türü şiirler de yazılmıyor artık. Şimdinin şairi “gün gelir lazım olur” düşünerek olsa gerek garantiye oynuyor. Ne fincancı dükkânı kaldı ne de katırı. Biz öyle değildik ama, Cemal Süreya’ya, Turgut Uyar’a ya da Fethi Naci’ye (elbette edep çerçevesinde) şiir formunda eleştiriler getirir, bir anlamda kafa tutardık. Gençler ustaya efelenme yaşını hızla geçip çok çabuk yaşlanıyorlar. “Bekler bazı şiirler bazı yaşları” demişti ya usta, şair de belli yaşlarda belli çıkışları yapabilir ancak, yapmalıdır.
‘ŞAİRİN GÜCÜ ŞİİRİNİN GÜCÜYLE DOĞRU ORANTILI’
- Şairin toplumda yönlendirici bir gücü vardı. Şair duyarlılığından ve şiirinin etkisinden hep söz edilir ki bu yüzden geçmişte pek çok şair gazaba uğramıştır. Günümüzde şairin böyle bir gücü kaldı mı?
-Şairin gücü şiirinin gücüyle doğru orantılıdır. Siyasete, ekonomiye ne kattığına değil şiir sanatına olan katkısına bakılır. Var mıdır, yok mudur? Edebiyat tarihi esastır. Şairin “aydın” vasfı taşımasından yanayım ama onu parti sözcüsü ya da gazete köşe yazarı gibi görmek isteyenlere doğal olarak karşıyımdır. Şu da var: Şairin bugün gazaba uğramıyor oluşuna sevinilmelidir. Bu şairi/şiirin zayıfladığı anlamına gelmiyor; şiire şiir olarak bakılmaya başladığı anlamına geliyorsa bu iyidir. Şu anlaşılmış olabilir mi? Şairi içeri tıktığınız zaman şiiri de hapsetmiş olamıyorsunuz.
‘ŞAİRİN BİR SİYASİ TERCİHİ OLMALI’
- Tarihin doğru tarafında durmak bir mesele. Günümüzde de bu konuda turnusol olabilecek pek çok olay yaşandı. 21.yüzyılda şair duruşunu nasıl belirlemeli?
-Dünyanın her geçen gün daha da kötüye giden durumuna bakarak, aynı zamanda bir yurttaş ve dünya insanı olan şairin duruşu konusu daha da önemli hale gelmektedir. Asıl işi şiirini geliştirmek, dile yeni yaşam alanları açmak, kanatlandırmak, inceltmek olan şairin akıp giden hayata kayıtsız kalması beklenemez. Aydın sıfatını hak etmek için elinden geldiğince bazı katkılar verebilmelidir. Şair, doğası gereği her zaman incinenin, yok sayılmaya çalışanın, siyasi ve ekonomik anlamda sıkıştırılanın yanında, dolayısıyla ötekinin karşısında olacaktır.
Bunu parti sözcüsü olmaktan sakınarak, siyasi argümana dönüşmemeye gayret edecek yapacaktır elbet. Esas olan şiirdir dedik de bir şair hem islamcı hem laik hem sağcı hem solcu olamaz, olmamalı. Şairin ne yazdığına bakılır ilkin ama ne yaptığına da bakılır, bakılmalıdır. Bir insan, bir yurttaş olarak, yanında ya da karşısında olduğu şeyler olmalıdır, bu bilinmelidir.
İsmet Özel örneğin, hem iyi bir şair olacaksın hem de Sivas katliamı karşısında gayriinsani bir tavır takınacaksın, olur mu bu? Şiirdeki yerini korumakla, geliştirmekle yükümlü olan şair, bir yurttaş olarak da siyasi bir görüşe, duruşa, tercihe sahip olmalıdır. Tutuculuğa kaçmayan bir tutarlılık elzemdir.